English    Türkçe    فارسی   

3
3192-3241

  • جان شو و از راه جان جان را شناس ** یار بینش شو نه فرزند قیاس
  • Can ol da can yoluyla canı tanı! Görüş dostu ol, kıyas oğlanı değil!
  • چون ملک با عقل یک سررشته‌اند ** بهر حکمت را دو صورت گشته‌اند
  • Melekle akıl, aynı yaradılıştadır hikmeti var da iki suret oldu.
  • آن ملک چون مرغ بال و پر گرفت ** وین خرد بگذاشت پر و فر گرفت
  • Melek, kuş gibi kanatlı olmuş; akıl, kanadı bırakmış, nura bürünmüştür.
  • لاجرم هر دو مناصر آمدند ** هر دو خوش رو پشت همدیگر شدند 3195
  • Hulâsa ikisini de manası aynı olduğundan, ikisinin de hakikati bir olduğundan o iki güzel, birbirlerine arka olmuşlar, birbirlerine yardımcı kesilmişlerdir.
  • هم ملک هم عقل حق را واجدی ** هر دو آدم را معین و ساجدی
  • Melek de Hakk’ı bulmuştur, akıl da. Her ikisi de Âdem’ yardımda bulunmuş, her ikisi de Âdem’e secde etmiştir.
  • نفس و شیطان بوده ز اول واحدی ** بوده آدم را عدو و حاسدی
  • Nefisle Şeytan’sa ezelden bir olduğundan Âdem’e düşmandır, ona haset edip durur.
  • آنک آدم را بدن دید او رمید ** و آنک نور متمن دید او خمید
  • Âdem’i bedenden ibaret gören ondan kaçmış ona secde etmemiştir. Fakat onu emniyete mahzar olmuş bir nur olarak gören, karşısında eğildi, secde etti.
  • آن دو دیده‌روشنان بودند ازین ** وین دو را دیده ندیده غیر طین
  • Melekle aklın… O ikisinin gözleri Âdem’i görüp nurlandı. Şeytan’la nefsin… Bu ikisinin gözleri, Âdem’i ancak toprak olarak gördü.
  • این بیان اکنون چو خر بر یخ بماند ** چون نشاید بر جهود انجیل خواند 3200
  • Bu anlatışım da işte kara saplanmış eşek gibi kalakaldı. Yahudi’ye İncil okunamaz ki!
  • کی توان با شیعه گفتن از عمر ** کی توان بربط زدن در پیش کر
  • Şia’ya Ömer’den bahsedilebilir mi? Sağırın yanında kopuz çalınabilir mi?
  • لیک گر در ده به گوشه یک کسست ** های هویی که برآوردم بسست
  • Fakat köyün bir bucağında tek bir adam bile varsa bu hayhuyum kâfidir, o anlatmıştır ya, yeter!
  • مستحق شرح را سنگ و کلوخ ** ناطقی گردد مشرح با رسوخ
  • Anlatılması icap eden şeyi taşlar, kerpiçler bile dile gelir de anlayana adamakıllı anlatır!
  • بیان آنک حق تعالی هرچه داد و آفرید از سماوات و ارضین و اعیان و اعراض همه باستدعاء حاجت آفرید خود را محتاج چیزی باید کردن تا بدهد کی امن یجیب المضطر اذا دعاه اضطرار گواه استحقاقست
  • Allah, göklerden, yerlerden, ârazdan, âyandan ne verdi ve ne yarattıysa hepsini de ihtiyaca karşılık olarak vermiş, yaratmıştır. Bir şeye muhtaç olmalı, o ihtiyacı elde etmeli ki Allah ihsan etsin. “Allah, bunalan kişinin duasını kabul eder.” Bunalma, bir şeye hak kazanmış olmaya şahittir.
  • آن نیاز مریمی بودست و درد ** که چنان طفلی سخن آغاز کرد
  • Küçücük bir çocuk olan İsa’yı dile getirip konuşturan, Meryem’in derde düşüp niyaz etmesidir.
  • جزو او بی او برای او بگفت ** جزو جزوت گفت دارد در نهفت 3205
  • Meryem’in cüz’ü olan İsa, Meryem’in diliyle değil, kendi diliyle onun yerine söz söyledi. Senin cüz’ünün cüz’ü de gizlice söz söyler durur.
  • دست و پا شاهد شوندت ای رهی ** منکری را چند دست و پا نهی
  • A kişi, elin, ayağın sana şahit olur. Niceye bir münkirliğe el sunacak, ayak atacaksın?
  • ور نباشی مستحق شرح و گفت ** ناطقه‌ی ناطق ترا دید و بخفت
  • Anlatılanı anlamaya, söyleneni dinlemeye liyakatin yoksa söz söyleyenin söyleme kabiliyeti seni görür anlar… Yatar, uyur!
  • هر چه رویید از پی محتاج رست ** تا بیابد طالبی چیزی که جست
  • Arayan, aradığını bulsun diye yerden ne biterse ihtiyaç sahibi için biter
  • حق تعالی گر سماوات آفرید ** از برای دفع حاجات آفرید
  • Allah, gökleri yarattıysa ihtiyaçları gidersin diye yarattı.
  • هر کجا دردی دوا آنجا رود ** هر کجا فقری نوا آنجا رود 3210
  • Nerede dert varsa deva oraya gider, nerde yoksulluk varsa nimet oraya varır.
  • هر کجا مشکل جواب آنجا رود ** هر کجا کشتیست آب آنجا رود
  • Müşkül neredeyse cevap oradadır, gemi neredeyse su orada!
  • آب کم جو تشنگی آور بدست ** تا بجوشد آب از بالا و پست
  • Suyu az ara, susuzluğu elde et de sular yukardan da coşsun, aşağıdan da fışkırsın!
  • تا نزاید طفلک نازک گلو ** کی روان گردد ز پستان شیر او
  • Boğazcağızı nazik yavrucak doğmasaydı onu besleyecek süt nasıl olur da memeden akardı?
  • رو بدین بالا و پستیها بدو ** تا شوی تشنه و حرارت را گرو
  • Yürü, bu inişlerde, bu yokuşlarda koş da susa hararetlen!
  • بعد از آن بانگ زنبور هوا ** بانگ آب جو بنوشی ای کیا 3215
  • Ey ulu er, ondan sonra havadaki arı(gibi) bulutlardaki ırmakların sesini iç!
  • حاجت تو کم نباشد از حشیش ** آب را گیری سوی او می‌کشیش
  • İhtiyacın, otlardan, sebzelerden az mı ki suyun önünü keser, sebzelere akıtırsın…
  • گوش گیری آب را تو می‌کشی ** سوی زرع خشک تا یابد خوشی
  • Suyun kulağını çeker, kurumuş nebatlar yeşersin, gelişsin diye o tarafa yürütürsün.
  • زرع جان را کش جواهر مضمرست ** ابر رحمت پر ز آب کوثرست
  • Cevherleri gizli olan can ekinleri için de Kevser suyuyla dolu rahmet bulutları var. Susuz kal, susa da sana “Onları Rableri sular” hitabı gelsin…
  • تا سقاهم ربهم آید خطاب ** تشنه باش الله اعلم بالصواب
  • Allah, doğrusunu daha iyi bilir!
  • آمدن آن زن کافر با طفل شیرخواره به نزدیک مصطفی علیه السلام و ناطق شدن عیسی‌وار به معجزات رسول صلی الله علیه و سلم
  • Kâfir karısının, süt emer çocuğuyla Mustafa aleyhisselâm’ın yanına gelmesi ve çocuğun, Rasûl sallallâhu aleyhi vesellem’in mucizesiyle İsa gibi dile gelip konuşması
  • هم از آن ده یک زنی از کافران ** سوی پیغامبر دوان شد ز امتحان 3220
  • Yine o köyden bir kâfir karısı Peygamber’i sınamak için koşa koşa,
  • پیش پیغامبر در آمد با خمار ** کودکی دو ماه زن را بر کنار
  • Eşeğiyle beraber yanına geldi, kucağında da iki aylık bir çocuk vardı.
  • گفت کودک سلم الله علیک ** یا رسول الله قد جنا الیک
  • Çocuk, Peygamber’e “Allah, sana selâm söyledi Ya Rasûllâllah, sana geldik işte” dedi.
  • مادرش از خشم گفتش هی خموش ** کیت افکند این شهادت را بگوش
  • Anası kızgınlıkla “Sus be, bu şahadeti kulağına kim üfürdü?
  • این کیت آموخت ای طفل صغیر ** که زبانت گشت در طفلی جریر
  • A yumurcak, bunu sana kim söyledi de böyle dilin açıldı, söyleyip duruyorsun?” dedi.
  • گفت حق آموخت آنگه جبرئیل ** در بیان با جبرئیلم من رسیل 3225
  • Çocuk dedi ki: “Evvelâ Allah, sonra da Cebrail! Ben, bu sözde Cebrail’e ahenk uyduruyorum.“
  • گفت کو گفتا که بالای سرت ** می‌نبینی کن به بالا منظرت
  • Kadın “Nerede Cebrail?” deyince çocuk dedi ki: “Nah; başının üstünde. Görmüyor musun? Kafanı kaldır da bir yukarıya bak!
  • ایستاده بر سر تو جبرئیل ** مر مرا گشته به صد گونه دلیل
  • Cebrail, başının üstünde duruyor; bana yüz çeşit delil olmakta!“
  • گفت می‌بینی تو گفتا که بلی ** بر سرت تابان چو بدری کاملی
  • Kadın, “Sahi görüyor musun?“ dedi. Çocuk dedi ki: “Evet, başının üstünde ayın on dördü gibi durmakta.
  • می‌بیاموزد مرا وصف رسول ** زان علوم می‌رهاند زین سفول
  • Bana Peygamber’i vasfediyor. Beni, bu suretle bu aşağılıklardan yüceltmede!
  • پس رسولش گفت ای طفل رضیع ** چیست نامت باز گو و شو مطیع 3230
  • Sonra Peygamber, “Ey süt emer yavru, adın ne? Hadi bunu da söyle de sonra ananın isteğine uy, sus“ dedi.
  • گفت نامم پیش حق عبدالعزیز ** عبد عزی پیش این یک مشت حیز
  • Çocuk, “Adım, Allah yanında Abdülâziz, fakat bu bir avuç edepsize göre Abdül Uzzâ!
  • من ز عزی پاک و بیزار و بری ** حق آنک دادت این پیغامبری
  • Hâlbuki ben sana bu peygamberliği veren Allah hakkı için Uzzâ’dan usanmışım, berîyim!“ dedi.
  • کودک دو ماهه همچون ماه بدر ** درس بالغ گفته چون اصحاب صدر
  • İki aylık, çocuk, ayın on dördü gibi parlamış, başköşeye geçen bilgi sahipleri gibi yetişmiş kişilere ders veriyordu.
  • پس حنوط آن دم ز جنت در رسید ** تا دماغ طفل و مادر بو کشید
  • Bu sırada çocuğun burnuna da, anasının burnuna da cennetten kâfuru kokusu geldi.
  • هر دو می‌گفتند کز خوف سقوط ** جان سپردن به برین بوی حنوط 3235
  • Her ikisi de yaşarsak yine bu mertebeden düşer, kâfir oluruz korkusuyla bunu söylediler ve bu kokuyu duya duya can verdiler.
  • آن کسی را کش معرف حق بود ** جامد و نامیش صد صدق زند
  • Birisini, Allah överse ona cansızlar da yüzlerce kere doğrudur, haktır der, canlılar da!
  • آنکسی را کش خدا حافظ بود ** مرغ و ماهی مر ورا حارس شود
  • Birisini koruyan Allah olursa ona kuş da gözcü, bekçi kesilir, balık da!
  • ربودن عقاب موزه‌ی مصطفی علیه السلام و بردن بر هوا و نگون کردن و از موزه مار سیاه فرو افتادن
  • Tavşancıl kuşunun Mustafa Aleyhisselâm’ın pabucunu kapıp havalanması ve havada pabucu ters çevirmesi, içindeki karayılanın düşmesi
  • اندرین بودند کواز صلا ** مصطفی بشنید از سوی علا
  • Tam bu sırada Mustafa, yücelerden ezan sesini duydu.
  • خواست آبی و وضو را تازه کرد ** دست و رو را شست او زان آب سرد
  • Abdest tazelemek üzere su istedi. O soğuk suyla elini, yüzünü yıkadı.
  • هر دو پا شست و به موزه کرد رای ** موزه را بربود یک موزه‌ربای 3240
  • Ayaklarını da yıkayıp pabuçlarını giymek üzereyken bir kuş gelip pabucunun bir tekini kapıverdi.
  • دست سوی موزه برد آن خوش‌خطاب ** موزه را بربود از دستش عقاب
  • O güzel sözlü Peygamber, tam pabucu eline almışken tavşancıl pabucunu elinden kapıvermişti.