English    Türkçe    فارسی   

3
341-390

  • بس گرفتی یار و همراهان زفت ** گر ترا پرسم که کو گویی که زفت
  • Nice ulu ulu dostlar, yoldaşlar edindin. Sana, nerede onlar diye sorsam gittiler dersin.
  • یار نیکت رفت بر چرخ برین ** یار فسقت رفت در قعر زمین
  • İyi dostun yüce göklere gitti kötülük dostunsa yerin dibine geçti.
  • تو بماندی در میانه آنچنان ** بی‌مدد چون آتشی از کاروان
  • Ara yerde sen kalakaldın, yardımsız, yardımcısız kervandan arta kalan ve sönmeye mahkûm ateşe döndün.
  • دامن او گیر ای یار دلیر ** کو منزه باشد از بالا و زیر
  • Ey baba yiğit dost, yukardan, aşağıdan münezzeh olanın eteğini tut.
  • نه چو عیسی سوی گردون بر شود ** نه چو قارون در زمین اندر رود 345
  • O, ne İsa gibi göklere ağar, ne Karun gibi yerlere geçer.
  • با تو باشد در مکان و بی‌مکان ** چون بمانی از سرا و از دکان
  • Sen yerden, yurttan alımdan, satımdan kaldın mı o, mekân âleminde de seninle beraberdir, Lâmekân âleminde de.
  • او بر آرد از کدورتها صفا ** مر جفاهای ترا گیرد وفا
  • Bulanıklardan, duruluklar çıkarır, cefalarını vefa yerine tutar.
  • چون جفا آری فرستد گوشمال ** تا ز نقصان وا روی سوی کمال
  • Cefakârlıkta bulunursan noksandan kurtulup kemâle erişesin diye kulağını burar.
  • چون تو وردی ترک کردی در روش ** بر تو قبضی آید از رنج و تبش
  • Sülûkte virdini terk edersen zahmete, mihnete düşer, sıkıntıya uğrarsın ya.
  • آن ادب کردن بود یعنی مکن ** هیچ تحویلی از آن عهد کهن 350
  • İşte o tediptir. Yapma, o eski ahdi hiç değiştirme demektir.
  • پیش از آن کین قبض زنجیری شود ** این که دلگیریست پاگیری شود
  • Bu iç sıkıntısı bir zincir şeklini almadan, bu gönlünü sıkan şey, ayağını bağlamadan önce.
  • رنج معقولت شود محسوس و فاش ** تا نگیری این اشارت را بلاش
  • Bu işareti, beyhude zan etmemen için uğradığın o makul zahmet, duyguna hitap eder bir hâle gelir ve meydana çıkar.
  • در معاصی قبضها دلگیر شد ** قبضها بعد از اجل زنجیر شد
  • Suç işlediğin zaman iç sıkıntıları gönlünü kaplar, bu sıkıntılar, ecelden sonra ist zincir şekline bürünür.
  • نعط من اعرض هنا عن ذکرنا ** عیشة ضنک و نجزی بالعمی
  • Burada bizi anmaktan çekinen kişiye dar bir yaşayış verilir ve körlükle cezalanır.
  • دزد چون مال کسان را می‌برد ** قبض و دلتنگی دلش را می‌خلد 355
  • Hırsız, insanların mallarını çaldı mı bir iç sıkıntısı, bir darlık gönlünü tırmalamaya başlar.
  • او همی‌گوید عجب این قبض چیست ** قبض آن مظلوم کز شرت گریست
  • O, bu sıkıntı, bu darlık nedir ki, der. Şerrinden ağlayan mazlum yok mu? İşte onun sıkıntısı, onun darlığı.
  • چون بدین قبض التفاتی کم کند ** باد اصرار آتشش را دم کند
  • Bu darlığa, bu sıkıntıya pek aldırış etmezse bu inadının rüzgârı ateşini üfler.
  • قبض دل قبض عوان شد لاجرم ** گشت محسوس آن معانی زد علم
  • Hulâsa gönül sıkıntısı, memurların sıkıştırması hâline gelir, o manalar, duyulur, görülür bir hâle gelip meydana çıkar.
  • غصه‌ها زندان شدست و چارمیخ ** غصه بیخست و بروید شاخ بیخ
  • Dertler, zindan ve çarmıh olur. Dert; köktür, kök; dal budak verir.
  • بیخ پنهان بود هم شد آشکار ** قبض و بسط اندرون بیخی شمار 360
  • Kök gizliydi, meydana çıktı. Sen de darlığını, ferahlığını bir kök bil.
  • چونک بیخ بد بود زودش بزن ** تا نروید زشت‌خاری در چمن
  • Kötü kökse hemencecik, çabucak onu sök ki çimenlikte çirkin bir diken çıkmasın.
  • قبض دیدی چاره‌ی آن قبض کن ** زانک سرها جمله می‌روید ز بن
  • İç sıkıntısı görünce ona bir çare bul. Çünkü dallar, hep kökten meydana gelir.
  • بسط دیدی بسط خود را آب ده ** چون بر آید میوه با اصحاب ده
  • Genişlik gördün mü de onu sula, yetişip meyve verince dostlara dağıt.
  • باقی قصه‌ی اهل سبا
  • Seba’lılar hikâyesi
  • آن سبا ز اهل صبا بودند و خام ** کارشان کفران نعمت با کرام
  • Seba’lılar, heveslerine uymuş ham kişilerdi. İşleri, güçleri büyüklerin nimetlerine karşı nankörlükte bulunmaktı.
  • باشد آن کفران نعمت در مثال ** که کنی با محسن خود تو جدال 365
  • Bu nankörlük, âdeta sana ihsan eden adama karşı kötülükte bulunmana, onunla savaşmana benzer.
  • که نمی‌باید مرا این نیکوی ** من برنجم زین چه رنجم می‌شوی
  • Meselâ, o iyilik edene, ben bu iyiliği istemiyorum, bundan inciniyorum, neden beni incitiyorsun?
  • لطف کن این نیکوی را دور کن ** من نخواهم چشم زودم کور کن
  • Lütfet de bu iyiliği yapma. Ben, göz istemiyorum, beni kör et, dersin, işte bunun gibi.
  • پس سبا گفتند باعد بیننا ** شیننا خیر لنا خذ زیننا
  • Seba’lılar da “Şehirlerimiz birbirine çok yakın, onları uzaklaştır. Kötülük, çirkinlik bize daha iyi, bizim ziynetimizi güzelliğimizi al.
  • ما نمی‌خواهیم این ایوان و باغ ** نه زنان خوب و نه امن و فراغ
  • Biz, bu köşkleri, bağları, bahçeleri istemiyoruz. Ne güzel kadınlarla işimiz var, ne emniyet ve huzurla.
  • شهرها نزدیک همدیگر بدست ** آن بیابانست خوش کانجا ددست 370
  • Şehirler, birbirine pek yakın. Hâlbuki orada ne boş bir çöl, ne güzel bir ova var. Orada yırtıcı hayvanlar, canavarlar vardır” dediler.
  • یطلب الانسان فی الصیف الشتا ** فاذا جاء الشتا انکر ذا
  • İnsan yazın kışı ister, fakat kış geldi mi bundan da vazgeçer, istemez.
  • فهو لا یرضی بحال ابدا ** لا بضیق لا بعیش رغدا
  • Bir hâle katiyen razı olmaz. Ne darlıktan hoşlanır, ne genişlikten, boşluktan.
  • قتل الانسان ما اکفره ** کلما نال هدی انکره
  • Geberesi insan, efendisine ne de kâfirdir ya… Hidayete nail oldu mu tutar, inkâra sapar.
  • نفس زین سانست زان شد کشتنی ** اقتلوا انفسکم گفت آن سنی
  • Nefis, bu çeşit mahlûklardandır da onun için gebertilmeye lâyıktır… onun için ulu Allah “Öldürün nefislerinizi” demiştir.
  • خار سه سویست هر چون کش نهی ** در خلد وز زخم او تو کی جهی 375
  • Nefis, üç köşeli dikendir, ne çeşit koysan sana batar, ondan kurtulmana imkân mı var?
  • آتش ترک هوا در خار زن ** دست اندر یار نیکوکار زن
  • Heva ve hevesi terk etme ateşini vur şu dikene… İyi işli dosta uzat elini, sarıl ona!
  • چون ز حد بردند اصحاب سبا ** که بپیش ما وبا به از صبا
  • Seba’lılar, haddi aşınca bize veba, seher yelinden daha iyi diyecek derecede taşkınlık gösterince,
  • ناصحانشان در نصیحت آمدند ** از فسوق و کفر مانع می‌شدند
  • Öğütçüler, onlara öğüt verdiler, kötülüklerine, küfürlerine mâni olmaya çalıştılar.
  • قصد خون ناصحان می‌داشتند ** تخم فسق و کافری می‌کاشتند
  • Fakat onlar öğütçülerin kanlarına kastediyorlar, kötülük ve kâfirlik tohumu ekiyorlardı.
  • چون قضا آید شود تنگ این جهان ** از قضا حلوا شود رنج دهان 380
  • Kaza geldi mi bu cihan daralır, tatlı helva bile ağzında zehir kesilir demişler.
  • گفت اذا جاء القضا ضاق الفضا ** تحجب الابصار اذ جاء القضا
  • eksik
  • چشم بسته می‌شود وقت قضا ** تا نبیند چشم کحل چشم را
  • Kaza gelince göz kapanır da göz gözü görmez olur.
  • مکر آن فارس چو انگیزید گرد ** آن غبارت ز استغاثت دور کرد
  • O atlının hilesi, bir toz kopardı mı o toz, seni yardım dilemeden bile uzaklaştırır.
  • سوی فارس رو مرو سوی غبار ** ورنه بر تو کوبد آن مکر سوار
  • Atlıya doğru yürü, toza doğru değil. Yoksa atlının tozu, seni ezer, bitirir.
  • گفت حق آن را که این گرگش بخورد ** دید گرد گرگ چون زاری نکرد 385
  • Allah bu kurdun yediği adama “Kurdun tozunu gördü de neden feryat etmedi?
  • او نمی‌دانست گرد گرگ را ** با چنین دانش چرا کرد او چرا
  • Kurdun kopardığı tozu bilemedi. Bunca bilgisiyle, bunca hüneriyle neden yayılıp otlamağa koyuldu?
  • گوسفندان بوی گرگ با گزند ** می‌بدانند و بهر سو می‌خزند
  • Koyunlar bile kendilerine zarar verecek olan kurdun kokusunu duyar, ondan taraf taraf kaçarlar.
  • مغز حیوانات بوی شیر را ** می‌بداند ترک می‌گوید چرا
  • Hayvan bile aslanı kokusundan anlar da otlamayı bırakır” der.
  • بوی شیر خشم دیدی باز گرد ** با مناجات و حذر انباز گرد
  • Aslanın kızgınlığından bir koku aldın mı dön Allah’a sığınmaya, yalvarmaya koyul.
  • وا نگشتند آن گروه از گرد گرگ ** گرگ محنت بعد گرد آمد سترگ 390
  • Onlar, kurdun tozundan ürkmediler, çekinmediler. Tozun ardından o koca mihnet kurdu çatıp geldi.