English    Türkçe    فارسی   

4
1360-1409

  • که چه خسپی آخر اندر رز نگر ** این درختان بین و آثار و خضر 1360
  • Dedi ki: Ne uyuyorsun ya hu? Bir başını kaldır da üzüm çubuğuna, şu ağaçlara, “Allah’ın rahmet eserlerine, yeşilliğe bak!
  • امر حق بشنو که گفتست انظروا ** سوی این آثار رحمت آر رو
  • Allah emrini dinle... Allah “Allah’ın rahmet eserlerine bakın” dedi... Yüzünü şu rahmet eserlerine çevir, seyret!
  • گفت آثارش دلست ای بوالهوس ** آن برون آثار آثارست و بس
  • Sofi dedi ki: A heveskâr kişi, Allah eserleri gönüldür... Dışarıdakilerse ancak ve ancak Allah eserlerinin eserleridir.
  • باغها و سبزه‌ها در عین جان ** بر برون عکسش چو در آب روان
  • Bağlar, bahçeler, yeşillikler, gönüldedir... Dışarıdakiyse akarsuya vuran akislere benzer.
  • آن خیال باغ باشد اندر آب ** که کند از لطف آب آن اضطراب
  • O görünen bağ, suya akseden hayalî bir bağdır... Suyun letafeti yüzünden oynar durur!
  • باغها و میوه‌ها اندر دلست ** عکس لطف آن برین آب و گلست 1365
  • Bağlar, bahçeler, meyveler, gönüldedir. Onların letafetinin aksi, şu suya toprağa vurmuştur!
  • گر نبودی عکس آن سرو سرور ** پس نخواندی ایزدش دار الغرور
  • O neşe selvisinin aksi olmasaydı Allah bu âleme aldanış yeri demezdi.
  • این غرور آنست یعنی این خیال ** هست از عکس دل و جان رجال
  • Bu aldanış şudur; yani bu hayal, erlerin, gönülleriyle canlarının aksinden hâsıl olmuştur.
  • جمله مغروران برین عکس آمده ** بر گمانی کین بود جنت‌کده
  • Bütün aldananlar, cennet budur sanarak bu akse gelmişlerdir.
  • می‌گریزند از اصول باغها ** بر خیالی می‌کنند آن لاغها
  • Asıl bağlardan, bahçelerden kaçarlar da bir hayalle eğlenir kalırlar!
  • چونک خواب غفلت آیدشان به سر ** راست بینند و چه سودست آن نظر 1370
  • Fakat bu gaflet uykusu başa geldi de uyandılar mı doğruyu görürler ama o görüşte ne fayda var?
  • بس به گورستان غریو افتاد و آه ** تا قیامت زین غلط وا حسرتاه
  • Sonra mezarlığa bir feryad u figandır, bir ahu vahdır düşer... Kıyamete kadar bu yanılmalarına hasret çekip dururlar!
  • ای خنک آن را که پیش از مرگ مرد ** یعنی او از اصل این رز بوی برد
  • Ne mutlu o kişiye ki ölümden önce öldü... Yani bu üzümün aslından bir koku elde etti!
  • قصه‌ی رستن خروب در گوشه‌ی مسجد اقصی و غمگین شدن سلیمان علیه‌السلام از آن چون به سخن آمد با او و خاصیت و نام خود بگفت
  • Mescid-i Aksâ’nın bir bucağında keçiboynuzu bitmesi ve Süleyman aleyhisselâm’ın o otla konuşması, Süleyman’a hasiyetini ve adını söyleyince Süleyman’ın gamlanması
  • پس سلیمان دید اندر گوشه‌ای ** نوگیاهی رسته هم‌چون خوشه‌ای
  • Derken Süleyman bir bucakta başağa benzer bir yeni otun bitmiş olduğunu gördü.
  • دید بس نادر گیاهی سبز و تر ** می‌ربود آن سبزیش نور از بصر
  • Yeşil, taze, görülmedik bir ottu bu... Âdeta yeşilliği göz alıyordu.
  • پس سلامش کرد در حال آن حشیش ** او جوابش گفت و بشکفت از خوشیش 1375
  • Süleyman, o ota derhal selam verdi; o da selamını aldı; Süleyman, otun güzelliğine şaştı kaldı.
  • گفت نامت چیست برگو بی‌دهان ** گفت خروبست ای شاه جهان
  • Dedi ki: adın ne... Dilsiz dudaksız söyle bakalım! Ot ey âlem padişahı bana keçiboynuzu derler, dedi.
  • گفت اندر تو چه خاصیت بود ** گفت من رستم مکان ویران شود
  • Süleyman, sen de ne haysiyet var? Dedi. Ot dedi ki: Bittiğim yer yıkılır viran olur.
  • من که خروبم خراب منزلم ** هادم بنیاد این آب و گلم
  • Ben keçiboynuzuyum... Bittiğim yer perişan olur; şu suyun, toprağın yıkıcısıyım ben!
  • پس سلیمان آن زمان دانست زود ** که اجل آمد سفر خواهد نمود
  • Süleyman, derhal ecelinin geldiğini, göçme vaktinin göründüğünü anladı.
  • گفت تا من هستم این مسجد یقین ** در خلل ناید ز آفات زمین 1380
  • Dedi ki: ben hayatta oldukça şüphe yok ki bu mescit, yeryüzündeki afetlerden bozulup yıkılmaz.
  • تا که من باشم وجود من بود ** مسجداقصی مخلخل کی شود
  • Ben yaşadıkça nasıl olurda Mescid-i Aksâ perişan olur, yıkılır gider?
  • پس که هدم مسجد ما بی‌گمان ** نبود الا بعد مرگ ما بدان
  • Şu halde şüphe yok, mescidimiz, ölümümüzden sonra yıkılacak!
  • مسجدست آن دل که جسمش ساجدست ** یار بد خروب هر جا مسجدست
  • Bedenin secdegâhı olan mescit, gönüldür... Kötü dost da her yerde mescitte biten keçiboynuzudur!
  • یار بد چون رست در تو مهر او ** هین ازو بگریز و کم کن گفت وگو
  • Sende kötü dostun sevgisi peydahlandı mı kendine gel... Ondan kaç, onunla az konuş, görüş!
  • برکن از بیخش که گر سر بر زند ** مر ترا و مسجدت را بر کند 1385
  • Onu kökünden sök, çıkar... Çünkü biter, boy verirse seni de kökünden söker, mahveder, mescidini de!
  • عاشقا خروب تو آمد کژی ** هم‌چو طفلان سوی کژ چون می‌غژی
  • Ey âşık, eğrilik, sana keçiboynuzu gibidir... Çocuklar gibi niye eğriliğe doğru gider, sürtünürsün?
  • خویش مجرم دان و مجرم گو مترس ** تا ندزدد از تو آن استاد درس
  • Kendini suçlu bil suçlu gör... Korkma da o ders üstadı, senden dersi çalmasın.
  • چون بگویی جاهلم تعلیم ده ** این چنین انصاف از ناموس به
  • Cahilim, bana öğret demen, bu çeşit insaf sahibi olman, namus ve şeref gözetmenden iyidir!
  • از پدر آموز ای روشن‌جبین ** ربنا گفت و ظلمنا پیش ازین
  • Ey yüzü nurlu çocuk, “Rabbimiz, biz nefsimize zulmettik” demeyi babandan öğren!
  • نه بهانه کرد و نه تزویر ساخت ** نه لوای مکر و حیلت بر فراخت 1390
  • O, ne bahaneler buldu, ne hileye kalkıştı, ne de düzen bayrağını yüceltti.
  • باز آن ابلیس بحث آغاز کرد ** که بدم من سرخ رو کردیم زرد
  • Fakat İblis, bahse girişte, benzin kırmızı, beni sen sararttın...
  • رنگ رنگ تست صباغم توی ** اصل جرم و آفت و داغم توی
  • Renk, senin verdiğin renktedir... Beni boyayan sensin; suçumun da aslı sensin, uğradığım afetin, dağlandığım dağın da, dedi!
  • هین بخوان رب بما اغویتنی ** تا نگردی جبری و کژ کم تنی
  • Kendine gel de “Rabbi bima agveyteni”yi oku... Oku da cebri olma, ters bir kumaş dokumaya kalkışma!
  • بر درخت جبر تا کی بر جهی ** اختیار خویش را یک‌سو نهی
  • Cebir ağacına ne vakte dek sıçrayıp çıkacak, ihtiyarını bir yana bırakacaksın?
  • هم‌چو آن ابلیس و ذریات او ** با خدا در جنگ و اندر گفت و گو 1395
  • İblis ve soyu sopu gibi Allah ile savaşta, mübahasedesin...
  • چون بود اکراه با چندان خوشی ** که تو در عصیان همی دامن کشی
  • Eteklerini çemrer de isyana öyle koşar, gidersin... Bu kadar hoşlukla, bunca istekle cebir olur muymuş hiç?
  • آن‌چنان خوش کس رود در مکرهی ** کس چنان رقصان دود در گم‌رهی
  • O kadar istekle kim, kötülüğe gider... Böyle oynaya oynaya kim sapıklığa koşar?
  • بیست مرده جنگ می‌کردی در آن ** کت همی‌دادند پند آن دیگران
  • Sana başkaları öğüt verdikçe o işin iyiliğini söyler, belki yirmi erle bu hususta savaşa girişir, yirmi ere karşı ayak direrdin!
  • که صواب اینست و راه اینست و بس ** کی زند طعنه مرا جز هیچ‌کس
  • Doğrusu budur... Yol ancak budur... Ve bundan ibarettir; adam olmayandan başka kim beni kınar ki, sersin!
  • کی چنین گوید کسی کو مکر هست ** چون چنین جنگد کسی کو بی‌رهست 1400
  • Mecbur olan adam böyle söz söyler mi? Yolsuz olan kişi, böyle savaşır mı?
  • هر چه نفست خواست داری اختیار ** هر چه عقلت خواست آری اضطرار
  • Nefsin neyi isterse ihtiyarın var, fakat aklının istediği şeyde mecbursun ha!
  • داند او کو نیک‌بخت و محرمست ** زیرکی ز ابلیس و عشق از آدمست
  • Bahtı yaver ve talihi kutlu olan bilir ki akıl ve zekâ taslamak iblistendir, aşk Âdem’den!
  • زیرکی سباحی آمد در بحار ** کم رهد غرقست او پایان کار
  • Akıl ve zekâ denizde yüzgeçliğe benzer... Bundan az kişi kurtulur ve yüzgeçlikte bulunan nihayet gün gelir, gark olur gider!
  • هل سباحت را رها کن کبر و کین ** نیست جیحون نیست جو دریاست این
  • Yüzgeçliği bırak, kibirden, kinden vazgeç... Bu ırmak değil; denizdir deniz!
  • وانگهان دریای ژرف بی‌پناه ** در رباید هفت دریا را چو کاه 1405
  • Hem de öyle sığınılacak bir yeri olmayan uçsuz bucaksız deniz ki yedi denizi bir saman çöpü gibi kapı verir!
  • عشق چون کشتی بود بهر خواص ** کم بود آفت بود اغلب خلاص
  • Aşk, ileri gidenler için bir gemiye benzer... Gemiye binen kişinin bir afete uğraması nadirdir, çok defa kurtulur.
  • زیرکی بفروش و حیرانی بخر ** زیرکی ظنست و حیرانی نظر
  • Aklı zekâyı sat da hayranlığı satın al... Akıl ve zekâ zandır, hayranlıksa bakış görüş!
  • عقل قربان کن به پیش مصطفی ** حسبی الله گو که الله‌ام کفی
  • Aklı Mustafa’nın önünde kurban et... Hasbiyallah de, yani Allah’ım bana yeter!
  • هم‌چو کنعان سر ز کشتی وا مکش ** که غرورش داد نفس زیرکش
  • Kenan gibi gemiden baş çekme... Ona da zeki aklı bu gururu vermiş aldatmıştı.