English    Türkçe    فارسی   

4
2051-2100

  • زین درخت آن برگ زردش را مبین ** سیبهای پخته‌ی او را بچین
  • Bu ağaçtaki şu sarı yaprağa bakma da onun olgun elmalarını devşir!
  • برگهای زرد او خود کی تهیست ** این نشان پختگی و کاملیست
  • Onun sarı yaprakları nasıl olur da bomboş olur... Zaten yaprağının sararması, olgunluk ve kemal alâmetidir.
  • برگ زرد ریش و آن موی سپید ** بهر عقل پخته می‌آرد نوید
  • Yüzün sararması, saçın sakalın ağarması, olgun aklı müjdeler!
  • برگهای نو رسیده‌ی سبزفام ** شد نشان آنک آن میوه‌ست خام
  • Yeni sürmüş, yeni yeşermiş yapraklarsa meyvenin hamlığına delalet eder.
  • برگ بی‌برگی نشان عارفیست ** زردی زر سرخ رویی صارفیست 2055
  • Azıksızlık azığı her şeyden vazgeçiş, Ariflik nişanesidir. Altının sarılığı, sarrafın yüzünü kızartır, benzine kan getirir.
  • آنک او گل عارضست ار نو خطست ** او به مکتب گاه مخبر نوخطست
  • Gül yüzlü, sakallı, bıyığı yeni terlemiş genç, henüz mektepte okuma, yazma öğrenmededir.
  • حرفهای خط او کژمژ بود ** مزمن عقلست اگر تن می‌دود
  • Yazısı, yazısının harfleri eğri büğrüdür... Gürbüz olsa bile delikanlıdır, aklı azdır onun!
  • پای پیر از سرعت ار چه باز ماند ** یافت عقل او دو پر بر اوج راند
  • İhtiyarın ayağı, hızlı adım atmasa da aklının iki kanadı vardır, yücelerde uçar!
  • گر مثل خواهی به جعفر در نگر ** داد حق بر جای دست و پاش پر
  • Örnek istiyorsan Cafer’e bak! Allah, ona elinin, ayağının yerine iki kanat verdi!
  • بگذر از زر کین سخت شد محتجب ** هم‌چو سیماب این دلم شد مضطرب 2060
  • Altını bırak... Bu söz örtülüdür, gönlüm cıva gibi ıstıraplara düştü!
  • ز اندرونم صدخموش خوش‌نفس ** دست بر لب می‌زند یعنی که بس
  • İçimizden güzel sözlü, güzel sesli yüzlerce sükût, elini ağzına komada, yeter artık demede!
  • خامشی بحرست و گفتن هم‌چو جو ** بحر می‌جوید ترا جو را مجو
  • Sükût denizdir, söylemek ırmağa benzer... Deniz seni aramada, sen ırmağı arama!
  • از اشارتهای دریا سر متاب ** ختم کن والله اعلم بالصواب
  • Denizin işaretlerinden baş çevirme... Sözü bitir doğrusunu Allah daha iyi bilir!
  • هم‌چنین پیوسته کرد آن بی‌ادب ** پیش پیغامبر سخن زان سرد لب
  • O edepsiz, Peygamberin huzurunda o soğuk dudaklarından sözler çıkarmada, böylece söylenip durmadaydı.
  • دست می‌دادش سخن او بی‌خبر ** که خبر هرزه بود پیش نظر 2065
  • O bihaber, söz fırsatını bulmuştu, boyuna söylenip duruyordu... Zaten haber de görüşe göre saçma sapan bir şeydir!
  • این خبرها از نظر خود نایبست ** بهر حاضر نیست بهر غایبست
  • Bu haberler, hep görüş yerine geçer, görüş olmayınca habere ehemmiyet verilir... Göz önünde olandan haber verilmez; göz önünde olmayandan haber verilir!
  • هر که او اندر نظر موصول شد ** این خبرها پیش او معزول شد
  • Birisi görüş makamına vardı mı artık bu haberlerin onca hiçbir değeri yoktur.
  • چونک با معشوق گشتی همنشین ** دفع کن دلالگان را بعد ازین
  • Sevgiliye ulaştın, onunla düşüp kalkmaya başladın mı kılavuzları affet artık!
  • هر که از طفلی گذشت و مرد شد ** نامه و دلاله بر وی سرد شد
  • Çocukluktan geçip adam olan kişiye mektup da soğuk gelir, kılavuzluk eden kadın da!
  • نامه خواند از پی تعلیم را ** حرف گوید از پی تفهیم را 2070
  • Mektubu okusa bile bilmeyenlere öğretmek için okur... Söz söylerse bile anlatmak için söyler!
  • پیش بینایان خبر گفتن خطاست ** کان دلیل غفلت و نقصان ماست
  • Gözlüler önünde haberden bahsetmek hatadır... Çünkü bu bahis bizim gafil olduğumuza noksanlığımıza delâlet eder.
  • پیش بینا شد خموشی نفع تو ** بهر این آمد خطاب انصتوا
  • Gözlünün önünde susmak, sana fayda verir. “Kuran okunurken susun, dinleyin” emri, bu yüzden gelmiştir.
  • گر بفرماید بگو بر گوی خوش ** لیک اندک گو دراز اندر مکش
  • Can gözü açık olan kâmil, sana söyle derse güzelce, edeplice söyle, sözü uzatma!
  • ور بفرماید که اندر کش دراز ** هم‌چنان شرمین بگو با امر ساز
  • Uzat diye emrederse yine emre uy, utanarak söyle!
  • همچنین که من درین زیبا فسون ** با ضیاء الحق حسام‌الدین کنون 2075
  • Nitekim şimdi ben de bu güzelim Mesnevi’yi yazarken öyle yapıyorum ey Hak Ziyası Hüsamettin!
  • چونک کوته می‌کنم من از رشد ** او به صد نوعم بگفتن می‌کشد
  • Akıllı davranıp kısa kesmeye kalkıştım mı, o beni yüz çeşit vesileyle söyletmeye kalkışır.
  • ای حسام‌الدین ضیاء ذوالجلال ** چونک می‌بینی چه می‌جویی مقال
  • A ululuk ıssı Allah’ın ışığı Hüsamettin, görüyorsun mademki; sözden ne istersin ki?
  • این مگر باشد ز حب مشتهی ** اسقنی خمرا و قل لی انها
  • Bu herhalde fazla iştahtan olacak... Hani şair de “Bana hep şarap sun, hem de işte bu, şaraptır” da demiştir ya!
  • بر دهان تست این دم جام او ** گوش می‌گوید که قسم گوش کو
  • Şu anda onun kadehi, senin ağzında... Fakat kulak da kulağın nasibini ver, diyor!
  • قسم تو گرمیست نک گرمی و مست ** گفت حرص من ازین افزون‌ترست 2080
  • Ey kulak, senin nasibin hararetlenip kızarmaktır... İşte hararet, işte sarhoşluk! Fakat kulak, ben bundan daha fazlasını istiyorum, harisim ben demekte!
  • جواب گفتن مصطفی علیه‌السلام اعتراض کننده را
  • Mustafa aleyhisselâm’ın itiraz edene cevap vermesi
  • در حضور مصطفای قندخو ** چون ز حد برد آن عرب از گفت و گو
  • Şeker huylu Mustafa’nın huzurunda o Arap, sözü haddinden aşırınca,
  • آن شه والنجم و سلطان عبس ** لب گزید آن سرد دم را گفت بس
  • O “Vecnecmi” padişahı, “Abese” sultanı, o soğuk nefesiyle “Sözün kâfi artık” diye dudağını ısırdı.
  • دست می‌زند بهر منعش بر دهان ** چند گویی پیش دانای نهان
  • Söylemesin diye elini ağzına koydu... Gizlileri bilen kişinin yanında nice bir söyleyip duracaksın?
  • پیش بینا برده‌ای سرگین خشک ** که بخر این را به جای ناف مشک
  • Kuru fışkıyı gözü açık erin önüne götürmüş, bunu misk yerine satın al diyorsun!
  • بعر را ای گنده‌مغز گنده‌مخ ** زیر بینی بنهی و گویی که اخ 2085
  • Deve pisliğini burnunun altına koyuyor, bir de oh oh diyorsun a beyni kokmuş kişi!
  • اخ اخی برداشتی ای گیج گاج ** تا که کالای بدت یابد رواج
  • A akılsız şaşı! Kötü kumaşın revaç bulsun diye bir de oh ohtur tutturmuşsun!
  • تا فریبی آن مشام پاک را ** آن چریده‌ی گلشن افلاک را
  • Bu suretle bu tertemiz burnu aldatmak, o göklerin gül bahçelerinde yayılan eri kandırmak istiyorsun!
  • حلم او خود را اگر چه گول ساخت ** خویشتن را اندکی باید شناخت
  • Onun yumuşaklığı, kendisini ahmak göstermede ama senin de kendini bir parçacık bilmen lazım!
  • دیگ را گر باز ماند امشب دهن ** گربه را هم شرم باید داشتن
  • Bu gece de tencerenin ağzı açık kaldıysa kedinin de utanması icap eder!
  • خویشتن گر خفته کرد آن خوب فر ** سخت بیدارست دستارش مبر 2090
  • O ışığı güzel arif kendisini uyuyor göstermede ama adamakıllı uyanıktır... Sakın sarığını aşırmaya kalkışma!
  • چند گویی ای لجوج بی‌صفا ** این فسون دیو پیش مصطفی
  • A pis inatçı, bu Şeytan masalını Mustafa’nın huzurunda nice bir söyleyeceksin?
  • صد هزاران حلم دارند این گروه ** هر یکی حلمی از آنها صد چو کوه
  • Bunların yüz binlerce hilmi vardır... Bir tek hilmleri bile yüzlerce dağa bedeldir!
  • حلمشان بیدار را ابله کند ** زیرک صد چشم را گمره کند
  • Hilmleri, uyanık adamı bile aptal eder... Yüz binlerce gözü olan zekâ sahibini şaşırtır, yolunu kaybettirir, sapığa döndürür!
  • حلمشان هم‌چون شراب خوب نغز ** نغز نغزک بر رود بالای مغز
  • Hilmleri, güzel ve lâtif bir şarap gibi tatlı ta beynin üst yanına gider, bütün bedene yayılır!
  • مست را بین زان شراب پرشگفت ** هم‌چو فرزین مست کژ رفتن گرفت 2095
  • O sert şaraptan sarhoş olana bak! Sarhoş Ferzin gibi eğri büğrü gitmeye başladı!
  • مرد برنا زان شراب زودگیر ** در میان راه می‌افتد چو پیر
  • O adamı çabuk alan şarabın tesiriyle genç, bir ihtiyar gibi yol üstünde düşüp kalmada!
  • خاصه این باده که از خم بلی است ** نه میی که مستی او یکشبیست
  • Hele şu “Belâ” küpünün şarabı yok mu? Öyle sarhoşluğu bir gecelik şarap değil bu!
  • آنک آن اصحاب کهف از نقل و نقل ** سیصد و نه سال گم کردند عقل
  • Ashabı kehf, o şarabı içtiler de tam üç yüz dokuz yıl akıllarını kaybettiler, ne mezeye el sundular, ne bir yere kıpırdadılar!
  • زان زنان مصر جامی خورده‌اند ** دستها را شرحه شرحه کرده‌اند
  • Mısır kadınları bu şaraptan bir kadehçik içtiler de ellerini şahrem şahrem kesip doğradılar!
  • ساحران هم سکر موسی داشتند ** دار را دلدار می‌انگاشتند 2100
  • Büyücüler de Musa’nın sarhoşluğuna düştüler... Darağacını sevgili sandılar!