- 
		    لیک اغلب چون بدند و ناپسند ** بر همه می را محرم کردهاند
 
		    - Fakat insanların çoğu kötü ve ahlâksız olduğundan şarabı herkese haram ettiler.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
	      
	       
	      
		  
		  
	       
		  
		  - 
		  بیان رسول علیه السلام سبب تفضیل و اختیار کردن او آن هذیلی را به امیری و سرلشکری بر پیران و کاردیدگان
 
		  - Rasul aleyhisselâm’ın Huzeyl kabilesine mensup olan genci ihtiyarlara, tecrübelilere üstün tutup seçmesinde ve başbuğ yapmasındaki sebep
 
	        
	      
	       
	      
	       
	      
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    حکم اغلب راست چون غالب بدند ** تیغ را از دست رهزن بستدند
 
		    - Hüküm üstünündür halkın çoğu da kötüdür; bu yüzden kılıcı yol kesicilerin elinden aldılar.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   گفت پیغامبر کای ظاهرنگر ** تو مبین او را جوان و بیهنر   2160
 
		    - Peygamber dedi ki: Ey işin dış yüzünü gören, sen onu genç ve hünersiz görme.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    ای بسا ریش سیاه و مردت پیر ** ای بسا ریش سپید و دل چو قیر
 
		    - Nice kara sakallı ihtiyarlar vardır... Nice de gönülleri, zift gibi kapkara aksakallılar.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    عقل او را آزمودم بارها ** کرد پیری آن جوان در کارها
 
		    - Onun aklını defalarca denedim... O genç işlerde ihtiyarlık etti.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    پیر پیر عقل باشد ای پسر ** نه سپیدی موی اندر ریش و سر
 
		    - İhtiyar, akıl ihtiyarıdır oğlum... Saçın, sakalın ağarmasıyla adam, adam olmaz.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    از بلیس او پیرتر خود کی بود ** چونک عقلش نیست او لاشی بود
 
		    - İblis’ten daha ihtiyar kim var? Fakat değil mi ki aklı yok, hiçbir şeye yaramaz.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   طفل گیرش چون بود عیسی نفس ** پاک باشد از غرور و از هوس   2165
 
		    - Birisi çocuktur ama İsa nefesli, gururdan, hevesten arınmış olursa ona nasıl çocuk diyebilirsin?
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    آن سپیدی مو دلیل پختگیست ** پیش چشم بسته کش کوتهتگیست
 
		    - Saç ağarması, ancak gözü bağlı ve kısa görüşlü kişiye göre pişkinlik alâmetidir.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    آن مقلد چون نداند جز دلیل ** در علامت جوید او دایم سبیل
 
		    - O mukallit, alâmet olarak delilden başka bir şey bilmediği için daima buna yol arar.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    بهر او گفتیم که تدبیر را ** چونک خواهی کرد بگزین پیر را
 
		    - Onun için bir işe girişeceksen o pire danış dedi.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    آنک او از پردهی تقلید جست ** او به نور حق ببیند آنچ هست
 
		    - Çünkü o, taklit perdesinden çıkmış kurtulmuştur da ne varsa her şeyi Allah nuru ile görür.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   نور پاکش بیدلیل و بیبیان ** پوست بشکافد در آید در میان   2170
 
		    - Onun pak nuru delilsiz, beyansız deriyi yırtar, içi meydana çıkarır.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    پیش ظاهربین چه قلب و چه سره ** او چه داند چیست اندر قوصره
 
		    - Yalnız dışı görene göre kalp nedir, geçer altın ne? Hurma sepetinde ne var? O bilir.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    ای بسا زر سیه کرده بدود ** تا رهد از دست هر دزدی حسود
 
		    - Nice altınları, hasetçi hırsızların elinden kurtulsun diye dumanla karartmışlardır.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    ای بسا مس زر اندوده به زر ** تا فروشد آن به عقل مختصر
 
		    - Nice bakırlar vardır ki aklı kıt olanlara satsınlar diye onları altın suyuna batırmışlar, altın yaldızla yaldızlamışlardır.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    ما که باطنبین جملهی کشوریم ** دل ببینیم و به ظاهر ننگریم
 
		    - Biz bütün ülkelerin iç yüzünü görenleriz... Gönlü görürüz, dış yüzüne bakmayız biz!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   قاضیانی که به ظاهر میتنند ** حکم بر اشکال ظاهر میکنند   2175
 
		    - Zahirin etrafında dönüp dolaşan kadılar, zahiri görünüşe göre hükmederler.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    چون شهادت گفت و ایمانی نمود ** حکم او مومن کنند این قوم زود
 
		    - Birisi şahadet getirdi, imanını gösteren bir şey yaptı mı bunlar, derhal o adamın mümin olduğuna hükmederler.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    بس منافق کاندرین ظاهر گریخت ** خون صد مومن به پنهانی بریخت
 
		    - Bu suretle de nice münafıklar, zahire sığınmışlar... Böylece de yüzlerce iman sahibinin kanını gizlice dökmüşlerdir.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    جهد کن تا پیر عقل و دین شوی ** تا چو عقل کل تو باطنبین شوی
 
		    - Çalış çabala da akıl ve din piri ol... Bu suretle aklı kül gibi iç âlemini gör.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    از عدم چون عقل زیبا رو گشاد ** خلعتش داد و هزارش نام داد
 
		    - O güzelim akıl, yokluktan yüz gösterince Allah ona bir elbisedir giydirdi, binlerce de ad taktı.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   کمترین زان نامهای خوشنفس ** این که نبود هیچ او محتاج کس   2180
 
		    - Bu güzel adların en aşağısı işte şu: O, hiç kimseye muhtaç değildir.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گر به صورت وا نماید عقل رو ** تیره باشد روز پیش نور او
 
		    - Akıl bir kere yüz gösterse, suretini şu âleme izhar etse gündüz bile, onun nuruna karşı kapkaranlık kalırdı.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    ور مثال احمقی پیدا شود ** ظلمت شب پیش او روشن بود
 
		    - Ahmaklık da meselâ, meydana çıkıverse gecenin karanlığı, onun yanında apaydın kalır.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    کو ز شب مظلمتر و تاریترست ** لیک خفاش شقی ظلمتخرست
 
		    - Çünkü o, geceden daha karanlıktır, daha karadır. Fakat ne fayda? Kötü yarasa karanlıların satın alır.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    اندک اندک خوی کن با نور روز ** ورنه خفاشی بمانی بیفروز
 
		    - Yavaş, yavaş gündüzün ışığına alış... Yoksa yarasa gibi nura kavuşmaz, kalakalırsın!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   عاشق هر جا شکال و مشکلیست ** دشمن هر جا چراغ مقبلیست   2185
 
		    - Yarasa nerede bir güçlük, bir müşkül varsa orasını sever... Nerede bir devletlinin ışığı yanıyorsa oraya düşman kesilir.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    ظلمت اشکال زان جوید دلش ** تا که افزونتر نماید حاصلش
 
		    - Bilgisi görgüsü daha fazla görünsün diye gönlü daima müşküller arar.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    تا ترا مشغول آن مشکل کند ** وز نهاد زشت خود غافل کند
 
		    - O her müşkülle seni oyalar... Kendi kötü tabiatına karşı gaflete daldırır.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
	      
	       
	      
		  
		  
	       
		  
		  - 
		  علامت عاقل تمام و نیمعاقل و مرد تمام و نیممرد و علامت شقی مغرور لاشی
 
		  - Tam akılıyla yarı akıllının, tam adamla yarı adamın ve hiçbir şey olmayan mağrur kötü kişinin alâmetleri
 
	        
	      
	       
	      
	       
	      
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    عاقل آن باشد که او با مشعلهست ** او دلیل و پیشوای قافلهست
 
		    - Akıllı ona derler ki elinde meşalesi vardır... Kafilenin önünde gider, onlara kılavuzluk eder.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    پیرو نور خودست آن پیشرو ** تابع خویشست آن بیخویشرو
 
		    - O önde giden kendi nuruna uymuş, onun ardına düşmüştür... O kendinden geçmiş bir halde yola düşüp giden, kendisine tabidir.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   مومن خویشست و ایمان آورید ** هم بدان نوری که جانش زو چرید   2190
 
		    - O kendisine inanmıştır... Sizde onun canının yayıldığı nura, o nur âlemince inanın.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    دیگری که نیمعاقل آمد او ** عاقلی را دیدهی خود داند او
 
		    - Yarım akıllıda kendisine bir akıllıyı göz etmiş, göz diye bu akıllıyı bilmiş tanımıştır.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    دست در وی زد چو کور اندر دلیل ** تا بدو بینا شد و چست و جلیل
 
		    - Körün kendisini yedene sarılması gibi ona el atmıştır... Bu suretle onunla göz sahibi olmuş, çevikleşmiş ululaşmıştır.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    وآن خری کز عقل جوسنگی نداشت ** خود نبودش عقل و عاقل را گذاشت
 
		    - Bir arpa ağırlığınca bile aklı olmayan eşeğe gelince: Hem aklı yoktur, hem akıllıyı terk etmiştir.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    ره نداند نه کثیر و نه قلیل ** ننگش آید آمدن خلف دلیل
 
		    - Az, çok... Bir yol da bilmez. Fakat yine de bir kılavuzun ardına düşmekten sıkılır, arlanıp utanır.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   میرود اندر بیابان دراز ** گاه لنگان آیس و گاهی بتاز   2195
 
		    - Upuzun, uçsuz bucaksız çöllerde gâh topallayıp meyus olarak, gâh koşup yortarak gider durur.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    شمع نه تا پیشوای خود کند ** نیم شمعی نه که نوری کد کند
 
		    - Bir kandil yoktur ki önünde tutsun, önünü görsün... Hatta yarım bir ışık bile bulamaz ki ondan bir nur dilensin.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    نیست عقلش تا دم زنده زند ** نیمعقلی نه که خود مرده کند
 
		    - Aklı yoktur ki dirilikten dem vursun, yarım aklı bile yoktur ki ölsün, kendisini ölü bilsin.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    مردهی آن عاقل آید او تمام ** تا برآید از نشیب خود به بام
 
		    - O akıllıya karşı tam bir ölü hale gelsin de kendisini aşağılık yerden dama yüceltsin!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    عقل کامل نیست خود را مرده کن ** در پناه عاقلی زندهسخن
 
		    - Tam aklın yoksa kendini ölü hale getir... Sözü diri bir akıllıya sığın.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   زنده نی تا همدم عیسی بود ** مرده نی تا دمگه عیسی شود   2200
 
		    - Böyle olmayan adam diri değildir ki İsa’ya hemdem olsun... Ölü değildir ki İsa’nın ölüleri dirilten nefesine mazhar olsun.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    جان کورش گام هر سو مینهد ** عاقبت نجهد ولی بر میجهد
 
		    - Kör canı her yana adım atar, sıçrar durur ama bir türlü kurtulamaz.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
	      
	       
	      
		  
		  
	       
		  
		  - 
		  قصهی آن آبگیر و صیادان و آن سه ماهی یکی عاقل و یکی نیم عاقل وان دگر مغرور و ابله مغفل لاشی و عاقبت هر سه
 
		  - Gölcük, gölcükte balık avlayanlar, birisi akıllı, öbürü yarı akıllı, üçüncüsü de mağrur, aptal, gafil ve değersiz üç balıkla akıbetleri
 
	        
	      
	       
	      
	       
	      
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    قصهی آن آبگیرست ای عنود ** که درو سه ماهی اشگرف بود
 
		    - A inatçı, bu, içinde üç büyük balık bulunan gölcüğün hikâyesine benzer.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    در کلیله خوانده باشی لیک آن ** قشر قصه باشد و این مغز جان
 
		    - “Kelile” de okumuşsundur ama o kabuktan ibarettir, bu anlatışımızsa canın ta içidir.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    چند صیادی سوی آن آبگیر ** برگذشتند و بدیدند آن ضمیر
 
		    - Birkaç balıkçı, o gölcüğün yanından geçtiler, o balıkları gördüler.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   پس شتابیدند تا دام آورند ** ماهیان واقف شدند و هوشمند   2205
 
		    - Derhal koşup ağ getirmeye gittiler. Balıklar bunu anladılar...
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    آنک عاقل بود عزم راه کرد ** عزم راه مشکل ناخواه کرد
 
		    - İçlerinden akıllı olan yola düştü; hiç de gidilmesi istenmeyen o güç yola yürüdü.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گفت با اینها ندارم مشورت ** که یقین سستم کنند از مقدرت
 
		    - Bunlarla danışmayayım dedi türlü, türlü fikirlerde bulunur, azmimi gevşetirler.