English    Türkçe    فارسی   

4
2271-2320

  • مرده گردم خویش بسپارم به آب ** مرگ پیش از مرگ امنست از عذاب
  • Kendimi ölüye benzetip suya bırakayım... Ölümden önce ölmek, azaptan kurtuluştur.
  • مرگ پیش از مرگ امنست ای فتی ** این چنین فرمود ما را مصطفی
  • Ey yiğit ölümden önce ölmek emniyettir... Bize Mustafa böyle buyurdu.
  • گفت موتواکلکم من قبل ان ** یاتی الموت تموتوا بالفتن
  • Dedi ki: Size ölüm, sınamalarla gelmeden hepiniz ölün.
  • هم‌چنان مرد و شکم بالا فکند ** آب می‌بردش نشیب و گه بلند
  • Balık, güya öldü, karnını yukarıya çevirdi... Su, onu gâh yukarıya çıkarıyor, gâh aşağıya alıyordu.
  • هر یکی زان قاصدان بس غصه برد ** که دریغا ماهی بهتر بمرد 2275
  • Balıkçıların her biri eyvah dediler... En iyi balık öldü... Hepsi de pek kederlendi.
  • شاد می‌شد او کز آن گفت دریغ ** پیش رفت این بازیم رستم ز تیغ
  • Balık onların eyvah demelerinden sevindi... Bu oyunla kılıçtan kurtuldum galibi dedi.
  • پس گرفتش یک صیاد ارجمند ** پس برو تف کرد و بر خاکش فکند
  • Balıkçının biri onu yakaladı... Tuh yazıklar olsun deyip fırlattı, toprağa attı.
  • غلط غلطان رفت پنهان اندر آب ** ماند آن احمق همی‌کرد اضطراب
  • Balık çırpına çırpına gizlice suya fırladı gitti. Öbür ahmak, ıstıraplar içinde kalakaldı.
  • از چپ و از راست می‌جست آن سلیم ** تا بجهد خویش برهاند گلیم
  • O ahmak sıçrayıp kilimini kurtarmak için sağa sola çırpındı durdu.
  • دام افکندند و اندر دام ماند ** احمقی او را در آن آتش نشاند 2280
  • Fakat avcılar ağı attılar... Ağın içinde kaldı; ahmaklık onu ateşe attı.
  • بر سر آتش به پشت تابه‌ای ** با حماقت گشت او همخوابه‌ایی
  • Ateş üstünde tava içinde ahmaklıkla eş oldu.
  • او همی جوشید از تف سعیر ** عقل می‌گفتش الم یاتک نذیر
  • Ateşin hararetiyle kızıp kaynadıkça akıl ona “sana hiç korkutucu bir zat gelmedi mi?” diyordu.
  • او همی‌گفت از شکنجه وز بلا ** هم‌چو جان کافران قالوا بلی
  • O da, o işkencenin, o belânın içinde kâfirlerin canları gibi “Evet, geldi” demekteydi.
  • باز می‌گفت او که گر این بار من ** وا رهم زین محنت گردن‌شکن
  • Sonra da eğer bu sefer, şu boynumu kıran mihnetten kurtulursam,
  • من نسازم جز به دریایی وطن ** آبگیری را نسازم من سکن 2285
  • 2285.Denizden başka yerde yurt tutmam... Bir gölcükte oturmam artık.
  • آب بی‌حد جویم و آمن شوم ** تا ابد در امن و صحت می‌روم
  • Uçsuz bucaksız bir su ararım da emin olayım... Ebediyen emniyet ve sıhhat içinde ömür süreyim diyordu!
  • بیان آنک عهد کردن احمق وقت گرفتاری و ندم هیچ وفایی ندارد کی لو ردوالعادوا لما نهوا عنه و انهم لکاذبون صبح کاذب وفا ندارد
  • Ahmağın, bir belâya uğrayınca nadim olup ahdetmesinde bir vefa yoktur. ”Onlar tekrar dünyaya döndürülseler yapmayın diye nehyolundukları şeyleri yapmaya başlarlardı yine. Onlar yalancılardır.” suphukâzibin vefası olamaz!
  • عقل می‌گفتش حماقت با توست ** با حماقت عقل را آید شکست
  • Akıl, ona diyordu k: Ahmaklık, seninle değil mi? Ahmaklıkla ahde vefa edilmez.
  • عقل را باشد وفای عهدها ** تو نداری عقل رو ای خربها
  • Ahitlerde vefa etmek, akılla olur... Sense aklın yok a eşek değerli!
  • عقل را یاد آید از پیمان خود ** پرده‌ی نسیان بدراند خرد
  • Akıl, ahdini hatırlar... Akıl, unutkanlık perdesini yırtar.
  • چونک عقلت نیست نسیان میر تست ** دشمن و باطل کن تدبیر تست 2290
  • Aklın olmadı mı unutkanlık, sana hâkim olur... Sana düşmanlık eder, tedbirini bozar.
  • از کمی عقل پروانه‌ی خسیس ** یاد نارد ز آتش و سوز و حسیس
  • Aşağılık pervane, aklının azlığından kendini ateşe vurur... Ateş, ateşin yakıcılığı, ateşin sesi, aklına bile gelmez.
  • چونک پرش سوخت توبه می‌کند ** آز و نسیانش بر آتش می‌زند
  • Fakat kanadı yandı mı tövbe eder ama hırsı ve unutkanlığı yine onu ateşe atar.
  • ضبط و درک و حافظی و یادداشت ** عقل را باشد که عقل آن را فراشت
  • Bir şeyi kavramak, anlamak, hıfzetmek ve hatırlamak, aklın işidir... Akıl bunların derecesini yüceltir.
  • چونک گوهر نیست تابش چون بود ** چون مذکر نیست ایابش چون بود
  • İnci olmayınca parlaklığı nasıl olur da bulunur? Hatırlatan olmayınca adam, o işten nasıl kaçınır?
  • این تمنی هم ز بی‌عقلی اوست ** که نبیند کان حماقت را چه خوست 2295
  • Bu vakitsiz istek de sahibinin akılsızlığındandır. Çünkü ahmaklığın nasıl bir huyu vardır? Göremez ki!
  • آن ندامت از نتیجه‌ی رنج بود ** نه ز عقل روشن چون گنج بود
  • O, nedamet zahmetinin sonucudur... Define gibi aydın olan aklıdan gelmez.
  • چونک شد رنج آن ندامت شد عدم ** می‌نیرزد خاک آن توبه و ندم
  • Zahmet geçti mi o nedamet de yok olur gider... o tövbe ve nedamet, toprak değerinde bile değildir.
  • آن ندم از ظلمت غم بست بار ** پس کلام اللیل یمحوه النهار
  • O nedamet, gam ve elem karanlığı yüzünden yükünü bağladı... Fakat gündüz geldi mi gecenin sözünü mahveder!
  • چون برفت آن ظلمت غم گشت خوش ** هم رود از دل نتیجه و زاده‌اش
  • O gam karanlığı gitti de hoşluk vakti geldi mi gönülden de onun neticesi, o derdin doğurduğu nedamet geçip gider!
  • می‌کند او توبه و پیر خرد ** بانگ لو ردوا لعادوا می‌زند 2300
  • O adam, tövbe eder ama akıl piri ona “Tekrar dünyaya döndürülseler yine yapma denen şeylere bulaşırlar. Onları yaparlar” diye bağırıp durur.
  • در بیان آنک وهم قلب عقلست و ستیزه‌ی اوست بدو ماند و او نیست و قصه‌ی مجاوبات موسی علیه‌السلام کی صاحب عقل بود با فرعون کی صاحب وهم بود
  • Vehim aklın zıddıdır, onunla savaşır durur. Ona benzer ama o değildir. Akla sahip olan Musa aleyhsselâm’ın vehim sahibi olan Firavunla soru ve cevabı
  • عقل ضد شهوتست ای پهلوان ** آنک شهوت می‌تند عقلش مخوان
  • Ey yiğit, akıl, şehvetin zıddıdır... Şehveti dokuyan akla akıl deme.
  • وهم خوانش آنک شهوت را گداست ** وهم قلب نقد زر عقلهاست
  • Şehvete mağlûp olana vehim de... Vehim, halis akıllar altınının kalpıdır.
  • بی‌محک پیدا نگردد وهم و عقل ** هر دو را سوی محک کن زود نقل
  • Vehimle akıl, mihenk olmadıkça meydana çıkmaz. Her ikisini de hemen mihenge vur.
  • این محک قرآن و حال انبیا ** چون منحک مر قلب را گوید بیا
  • Bu mihenk de Kur’an’dır. Peygamberlerin halidir... Mihenk kalpa gel der.
  • تا ببینی خویش را ز آسیب من ** که نه‌ای اهل فراز و شیب من 2305
  • Gel de benim yüzümden ne hale girdiğini gör... Çünkü sen benim ne inişimin ehlisin ne çıkışımın!
  • عقل را گر اره‌ای سازد دو نیم ** هم‌چو زر باشد در آتش او بسیم
  • Aklı bir testere ikiye biçse o ateşteki altın gibi yine gülümser.
  • وهم مر فرعون عالم‌سوز را ** عقل مر موسی به جان افروز را
  • Vehim, âlemleri yakan Firavundur; akıl, canları parlatan aydınlatan Musa’nındır.
  • رفت موسی بر طریق نیستی ** گفت فرعونش بگو تو کیستی
  • Musa, yokluk yoluna gitti... Firavun, ona dedi ki: Sen kimsin?
  • گفت من عقلم رسول ذوالجلال ** حجةالله‌ام امانم از ضلال
  • Musa, ben akılım... Ululuk ıssı Allah’ın elçisiyim... Allah’ın ulu bürhanıyım, azgınlıktan insana emniyet veren kişiyim ben!
  • گفت نی خامش رها کن های هو ** نسبت و نام قدیمت را بگو 2310
  • Firavun dedi ki: Sus, huyluyu bırak da sen bana eski adını söyle!
  • گفت که نسبت مر از خاکدانش ** نام اصلم کمترین بندگانش
  • Musa dedi ki: Benim nispetim, Allah’ın şu toprak yurdunadır... Asıl adım da onun kullarının en aşağısı.
  • بنده‌زاده‌ی آن خداوند وحید ** زاده از پشت جواری و عبید
  • Ben o Allah’ın kulunun oğluyum... Onun cariyesiyle kulundan doğmuşum.
  • نسبت اصلم ز خاک و آب و گل ** آب و گل را داد یزدان جان و دل
  • Asıl mensup olduğum topraktır; su ve balçıktır... Allah suya toprağa canla gönül vermiştir.
  • مرجع این جسم خاکم هم به خاک ** مرجع تو هم به خاک ای سهمناک
  • Bu toprak bedenimin dönüp gideceği yer de yine topraktır... Senin gideceğin yer de topraktır a mağrur.
  • اصل ما و اصل جمله سرکشان ** هست از خاکی و آن را صد نشان 2315
  • Bizim de bütün serkeşlerin de aslı topraktır. Hepimiz topraktanız... Buna da yüz türlü nişane var.
  • که مدد از خاک می‌گیرد تنت ** از غذایی خاک پیچد گردنت
  • Bedenine topraktan yardım gelmededir... Boynun topraktan biten gıdalarla düzelip kalınlaşmadadır.
  • چون رود جان می‌شود او باز خاک ** اندر آن گور مخوف سهمناک
  • Can gitti mi beden o korkunç, mezar da toprak olur gider.
  • هم تو و هم ما و هم اشباه تو ** خاک گردند و نماند جاه تو
  • Sen de, biz de, sana benzeyenlerde hep toprak olurlar... Senin mevkiin rütben de kalmaz.
  • گفت غیر این نسب نامیت هست ** مر ترا آن نام خود اولیترست
  • Firavun dedi ki: Bundan, bu soydan başka bir adın daha var senin... Sana ne ad daha âlâ yaraşır.
  • بنده‌ی فرعون و بنده‌ی بندگانش ** که ازو پرورد اول جسم و جانش 2320
  • Firavunun kulu kullarının kulu... Bedeni, canı, önce onun nimetleriyle beslenip yetişen kul.