English    Türkçe    فارسی   

4
2437-2486

  • نه غضب غالب بود مانند دیو ** بی‌ضرورت خون کند از بهر ریو
  • Şeytan gibi gazabının üstün olması gerekmez, öyle olursa hile yüzünden lüzum yokken kan döker!
  • نه حلیمی مخنث‌وار نیز ** که شود زن روسپی زان و کنیز
  • Namussuzların hilmi gibi halim olması da doğru değildir... Çünkü karısı da orospu olur cariyesi de!
  • دیوخانه کرده بودی سینه را ** قبله‌ای سازیده بودی کینه را
  • Hâlbuki sen, gönlünü şeytan evi haline getirdin... Kinini, kendine kıble yaptın.
  • شاخ تیزت بس جگرها را که خست ** نک عصاام شاخ شوخت را شکست 2440
  • Keskin boynuzların nice ciğerleri deldi... İşte şu asam, senin küstah boynuzunu kırdı!
  • حمله بردن این جهانیان بر آن جهانیان و تاختن بردن تا سینور ذر و نسل کی سر حد غیب است و غفلت ایشان از کمین کی چون غازی به غزا نرود کافر تاختن آورد
  • Bu âlemdekilerin, o âlemdekilere saldırmaları, gayb âleminin sınırı olan nesillerine kadar hücum etmeleri, onların pusuda olmalarından gaflete düşmeleri. Zaten gazi de savaşa gitmezse kâfirler, Müslüman ülkesine ılgar eder, çapulda bulunurlar.
  • حمله بردند اسپه جسمانیان ** جانب قلعه و دز روحانیان
  • Cisme mensup askerler, ruhanilerin kalelerine saldırırlar.
  • تا فرو گیرند بر دربند غیب ** تا کسی ناید از آن سو پاک‌جیب
  • O taraftan tertemiz birisi gelmesin diye gayb derbendine hücum ederler.
  • غازیان حمله‌ی غزا چون کم برند ** کافران برعکس حمله آورند
  • Gaziler, savaşa pek gitmediler mi kâfirler, yürür saldırılar.
  • غازیان غیب چون از حلم خویش ** حمله ناوردند بر تو زشت‌کیش
  • Gayb gazileri, hilimlerinden sana saldırmazlar kötü gidişli.
  • حمله بردی سوی دربندان غیب ** تا نیایند این طرف مردان غیب 2445
  • Gayb derbentlerine saldırdın... gayb erlerinin bu tarafa gelmemesini diledin!
  • چنگ در صلب و رحمها در زدی ** تا که شارع را بگیری از بدی
  • Ata bellerine, ana rahimlerine pençe attın... Kötülükle yolu kesmek istedin!
  • چون بگیری شه‌رهی که ذوالجلال ** بر گشادست از برای انتسال
  • Ululuk ıssı Allahnın soy sop yetişmesi için açtığı ana yolu sen nasıl kapatabilirsin?
  • سد شدی دربندها را ای لجوج ** کوری تو کرد سرهنگی خروج
  • A inatçı, sen derbentleri tuttun ama körlüğüne rağmen, yine bir er çıktı işte.
  • نک منم سرهنگ هنگت بشکنم ** نک به نامش نام و ننگت بشکنم
  • İşte o çıkan er benim... Senin maksadını yıkıp yakarım; Allah’ın adı ile senin adını sanını yok ederim!
  • تو هلا در بندها را سخت بند ** چندگاهی بر سبال خود بخند 2450
  • Sen var, derbentleri iyice tuta dur... Ne vakte dek sakalına bıyığına gülüp duracaksın?
  • سبلتت را بر کند یک یک قدر ** تا بدانی کالقدر یعمی الحذر
  • Kader bıyığını sakalını birer birer yolar... Nihayet kadere karşı çekinmenin fayda vermediğini anlarsın.
  • سبلت تو تیزتر یا آن عاد ** که همی لرزید از دمشان بلاد
  • Senin bıyığın sakalın mı daha kuvvetlidir, Ad’ın bıyığı sakalı mı? Onların nefesinden şehirler titrer dururdu.
  • تو ستیزه‌روتری یا آن ثمود ** که نیامد مثل ایشان در وجود
  • Sen mi daha inatçısın Semud mu? Varlık âlemine onlar gibisi gelmedi gitti.
  • صد ازینها گر بگویم تو کری ** بشنوی و ناشنوده آوری
  • Bunlardan yüz tanesini daha söylesem fayda yok; sen sağırsın... Duyarın da duymazlıktan gelirsin!
  • توبه کردم از سخن که انگیختم ** بی‌سخن من دارویت آمیختم 2455
  • Söylediğim sözden tövbe ettim; tam senin ilacını yaptım.
  • که نهم بر ریش خامت تا پزد ** یا بسوزد ریش و ریشه‌ت تا ابد
  • Bu ilacı senin ham sakalına korum da pişer yahut da yanar... Sen de ebedi olarak yaralı kalırsın.
  • تا بدانی که خبیرست ای عدو ** می‌دهد هر چیز را درخورد او
  • Bu suretle de bilirsin ki Allah, her şeyi bilir... Her şeye, ona layık olan ilacı verir ey düşman.
  • کی کژی کردی و کی کردی تو شر ** که ندیدی لایقش در پی اثر
  • Ne vakit bir eğrilik ettin, ne zaman bir kötülükte bulundun da onun ardından derhal layığını görmedin?
  • کی فرستادی دمی بر آسمان ** نیکیی کز پی نیامد مثل آن
  • Ne zaman gökyüzüne bir nefes bir dua gönderdin de ardınca ona benzer bir iyilik gelmedi?
  • گر مراقب باشی و بیدار تو ** بینی هر دم پاسخ کردار تو 2460
  • Dikkat etsen, uyanık olsan her an, yaptığın işin cevabını görürsün!
  • چون مراقب باشی و گیری رسن ** حاجتت ناید قیامت آمدن
  • Dikkat ederde ipe sarılırsan senin için kıyametin gelmesine hacet yok.
  • آنک رمزی را بداند او صحیح ** حاجتش ناید که گویندش صریح
  • Remiz ve işareti gören kişiye açık söz söylemeye ihtiyaç var mı?
  • این بلا از کودنی آید ترا ** که نکردی فهم نکته و رمزها
  • Bu bela sana aptallığından gelir... Nükteleri remizleri anlamazsın!
  • از بدی چون دل سیاه و تیره شد ** فهم کن اینجا نشاید خیره شد
  • Gönül kötülük yüzünden karardı da kapkara oldu mu artık anla... Burada sersemleşmenin lüzumu yok!
  • ورنه خود تیری شود آن تیرگی ** در رسد در تو جزای خیرگی 2465
  • Yoksa o karalık sana bir ok olur... Sersemliğinin cezası sana erişir!
  • ور نیاید تیر از بخشایش است ** نه پی نادیدن آلایش است
  • Ok gelmezse lütuf ve kerem yüzünden gelmez; o kötülük görülmediğinden değil.
  • هین مراقب باش گر دل بایدت ** کز پی هر فعل چیزی زایدت
  • Kendine gel de eğer sana gönül gerekse dikkat et... Çünkü her işin ardından senin için bir şey meydana gelir!
  • ور ازین افزون ترا همت بود ** از مراقب کار بالاتر رود
  • Himmetin bundan fazla olursa dikkatle işin, daha yücelir!
  • بیان آنک تن خاکی آدمی هم‌چون آهن نیکو جوهر قابل آینه شدن است تا درو هم در دنیا بهشت و دوزخ و قیامت و غیر آن معاینه بنماید نه بر طریق خیال
  • İnsanın topraktan yaratılan bedenî, cevheri iyi bir demire benzer, ayna olmaya kabiliyeti vardır, onda dünyada da cennet, cehennem, kıyamet vesaire görünür, hem de apaçık ve doğru olarak, hayal yoluyla değil!
  • پس چو آهن گرچه تیره‌هیکلی ** صیقلی کن صیقلی کن صیقلی
  • Sen de görünüşte kapkara bir demire benzersin ama kendini cilala, cilala!
  • تا دلت آیینه گردد پر صور ** اندرو هر سو ملیحی سیمبر 2470
  • Bu suretle de gönlün, suretlerle dolu bir ayna kesilsin; ona her cihetten gümüş bedenli bir güzel aksetsin!
  • آهن ار چه تیره و بی‌نور بود ** صیقلی آن تیرگی از وی زدود
  • Demir gerçi karadır, nursuzdur... Fakat cilalamak, ondaki karalığı giderir.
  • صیقلی دید آهن و خوش کرد رو ** تا که صورتها توان دید اندرو
  • Demir cilalanır, yüzünü güzelleştirir. Bu suretle suretler onda görünebilir.
  • گر تن خاکی غلیظ و تیره است ** صیقلش کن زانک صیقل گیره است
  • Topraktan yaratılan beden kabadır, karadır ama cila kabul eder, onu cilala!
  • تا درو اشکال غیبی رو دهد ** عکس حوری و ملک در وی جهد
  • Cilala da onda gayb şekilleri yüz göstersin. Huri ve melek akisleri görünsün!
  • صیقل عقلت بدان دادست حق ** که بدو روشن شود دل را ورق 2475
  • Allah, bil ki sana bir akıl cilâsı vermiştir... Onunla gönül yaprağı arınır, aydınlanır.
  • صیقلی را بسته‌ای ای بی‌نماز ** وآن هوا را کرده‌ای دو دست باز
  • A binamaz, cilâlanmayı bırakmışsın da heva ve hevesinin iki elini de açmışsın!
  • گر هوا را بند بنهاده شود ** صیقلی را دست بگشاده شود
  • Heva ve heves kapandı mı cilacının eli açılır.
  • آهنی که آیینه غیبی بدی ** جمله صورتها درو مرسل شدی
  • Gayb aynası olan demirde bütün suretler görünür.
  • تیره کردی زنگ دادی در نهاد ** این بود یسعون فی الارض الفساد
  • İçini kararttın, paslattın, işte "Yeryüzünde fesada çalışırlar" ayetinin manası budur!
  • تاکنون کردی چنین اکنون مکن ** تیره کردی آب را افزون مکن 2480
  • Şimdiye kadar böyle hareket ettin durdun, artık böyle harekette bulunma. Suyu kararttın, daha ziyade karartma!
  • بر مشوران تا شود این آب صاف ** واندرو بین ماه و اختر در طواف
  • Bulandırma da bu su durulsun. O suyun içinde ay ve yıldızları tavaf eder gör!
  • زانک مردم هست هم‌چون آب جو ** چون شود تیره نبینی قعر او
  • Çünkü insan, ırmak suyuna benzer. Bulandı mı artık onun dibini göremezsin!
  • قعر جو پر گوهرست و پر ز در ** هین مکن تیره که هست او صاف حر
  • Irmağın dibi incilerle, mercanlarla dopdolu. Sakın bulandırma, o saf ve durudur.
  • جان مردم هست مانند هوا ** چون بگرد آمیخت شد پرده‌ی سما
  • İnsanların canı havaya benzer. Tozla karıştı mı gökyüzünde perde olur, gökyüzünü göstermez.
  • مانع آید او ز دید آفتاب ** چونک گردش رفت شد صافی و ناب 2485
  • Güneşin görünmesine mâni olur... Fakat tozu gitti mi saf ve parlak bir hale gelir.
  • با کمال تیرگی حق واقعات ** می‌نمودت تا روی راه نجات
  • Canın kapkara olmakla beraber Allah, kurtuluş yolunu bulasın diye sana rüyalar göstermiştir.
  • باز گفتن موسی علیه‌السلام اسرار فرعون را و واقعات او را ظهر الغیب تابخبیری حق ایمان آورد یا گمان برد
  • Musa aleyhisselâm'ın Firavun'un sırlarını söylemesi, Allah’ın bildiğine inanması yahut hiç olmazsa galiba biliyor diye şüpheye düşmesi için gaybdan haber vererek gördüğü rüyaları söylemesi