English    Türkçe    فارسی   

4
2961-3010

  • من نخواهم رحمتی جز زخم شاه ** من نخواهم غیر آن شه را پناه
  • Padişahın kahrından başka bir rahmet istemem, ondan başka kimseye sığınamam.
  • غیر شه را بهر آن لا کرده‌ام ** که به سوی شه تولا کرده‌ام
  • Ben, padişaha yüz tutmuş, onu sevmiş, ondan başkasını yok bilmişim!
  • گر ببرد او به قهر خود سرم ** شاه بخشد شصت جان دیگرم
  • Kahrı ile başımı kesse bile bana altmış tane can bağışlar!
  • کار من سربازی و بی‌خویشی است ** کار شاهنشاه من سربخشی است
  • Benim işim başımla oynamak, arlıktan geçmektir... padişahımın işi de baş bağışlamaktır.
  • فخر آن سر که کف شاهش برد ** ننگ آن سر کو به غیری سر برد 2965
  • Padişahın eliyle kesilen başa ne mutlu... yazıklar olsun ondan başkasına eğilen başa !
  • شب که شاه از قهر در قیرش کشید ** ننگ دارد از هزاران روز عید
  • Padişah kahreder de geceyi zift gibi karanlık bir hale sokarsa gece, öyle bir yüce dereceye erer ki binlerce bayram günü olmadan bile arlanır!
  • خود طواف آنک او شه‌بین بود ** فوق قهر و لطف و کفر و دین بود
  • Padişahı gören kimsenin padişahın etrafında dönmesi kahrın da üstündedir, lûtfun da; küfürden de üstündür, dinden de!
  • زان نیامد یک عبارت در جهان ** که نهانست و نهانست و نهان
  • Buna ait âlemde bir söz yoktur... gizlidir, gizlidir gizli!
  • زانک این اسما و الفاظ حمید ** از گلابه‌ی آدمی آمد پدید
  • Çünkü bu güzel ve temiz adlarla sözler, Âdem kirmanından zuhur etti.
  • علم الاسما بد آدم را امام ** لیک نه اندر لباس عین و لام 2970
  • “Allemel’esma” Âdem’e imamdı, fakat ayın lâm elbisesi ile değil!
  • چون نهاد از آب و گل بر سر کلاه ** گشت آن اسمای جانی روسیاه
  • Âdem başına sudan,topraktan bir külâh koyunca o cana ait adların yüzü karardı.
  • که نقاب حرف و دم در خود کشید ** تا شود بر آب و گل معنی پدید
  • Suyla topraktan mâna zuhur etsin diye cana ait adlar, harf ve nefes nikabiyle yüzlerini örttüler.
  • گرچه از یک وجه منطق کاشف است ** لیک از ده وجه پرده و مکنف است
  • Söz, gerçi bir bakımdan mânayı açar ama on bakımdan da örter, gizler!
  • گفتن خلیل مر جبرئیل را علیهماالسلام چون پرسیدش کی الک حاجة خلیل جوابش داد کی اما الیک فلا
  • Halil’e Cebrail aleyhisselâm’ın “Hacetin var mı? Diye sorması,onun da “Var..var ama senden değil“ diye cevap vermesi
  • من خلیل وقتم و او جبرئیل ** من نخواهم در بلا او را دلیل
  • Ben, zamanın Halil’iyim, o da Cebrail’dir. Bela çağında onun kılavuzluğunu istemem ben!
  • او ادب ناموخت از جبریل راد ** که بپرسید از خیل حق مراد 2975
  • O, Halil’e şefaat eden Cebrail’den edep öğrenmedi mi ki? Cebrail Tanrı Halil’ine
  • که مرادت هست تا یاری کنم ** ورنه بگریزم سبکباری کنم
  • “Muradın var mı? Söyle de yardım edeyim... yoksa derhal çekip gideyim”... deyince
  • گفت ابراهیم نی رو از میان ** واسطه زحمت بود بعد العیان
  • İbrahim, “hayır... sen aradan çık. Hakikat meydana çıktıktan sonra vasıta zahmettir” dedi.
  • بهر این دنیاست مرسل رابطه ** مومنان را زانک هست او واسطه
  • Peygamber bu dünya için kulları Tanrıya ulaştıran bir bağdır. Çünkü o müminlerle Tanrı arasında bir vasıtadır.
  • هر دل ار سامع بدی وحی نهان ** حرف و صوتی کی بدی اندر جهان
  • Fakat her gönül, gizli vahyi duyup işitseydi âlemde harf ve sese ne lüzum kalırdı?
  • گرچه او محو حقست و بی‌سرست ** لیک کار من از آن نازکترست 2980
  • Gerçi o, Tanrıdan mahvolmuştur, başsızdır... fakat benim işim ondan da ince!
  • کرده‌ی او کرده‌ی شاهست لیک ** پیش ضعفم بد نماینده‌ست نیک
  • Onun yaptığı iş Tanrı işidir, ben ona göre zayıfım... doğru, fakat bu iş, yine bana pek kötü görünmede!
  • آنچ عین لطف باشد بر عوام ** قهر شد بر نازنینان کرام
  • Halka lûtfun ta kendisi olan şey, yüce ve nazenin erlere kahırdır.
  • بس بلا و رنج می‌باید کشید ** عامه را تا فرق را توانند دید
  • Şu halde halk, zahmet ve belâlar çekmeli de aradaki farkı görüp anlamalı!
  • کین حروف واسطه ای یار غار ** پیش واصل خار باشد خار خار
  • Ey hakikî dost, mânayı anlamaya vasıta olan bu harfler, mânaya erişmiş adama göre dikendir, hordur hakîrdir!
  • بس بلا و رنج بایست و وقوف ** تا رهد آن روح صافی از حروف 2985
  • Öyleyse saf ruhun harflerden kurtulması için pek çok belâlar çekmesi, pek anlayışlı olması lâzımdır.
  • لیک بعضی زین صدا کرتر شدند ** باز بعضی صافی و برتر شدند
  • Fakat bazıları bu sesten büsbütün sağır kesilirler, bazıları ise daha yücedir, daha üstün olurlar!
  • هم‌چو آب نیل آمد این بلا ** سعد را آبست و خون بر اشقیا
  • Bu belâ Nil ırmağına benzer, iyilere sudur, kötülere kan!
  • هر که پایان‌بین‌تر او مسعودتر ** جدتر او کارد که افزون دید بر
  • Kim, sonu daha fazla görürse daha kutludur... daha ciddiyetle işe sarılır, ekin eker de daha fazla meyve toplar.
  • زانک داند کین جهان کاشتن ** هست بهر محشر و برداشتن
  • Çünkü bilir ki bu ekim dünyası, mahşere hazırlanmak, ahirette burada ektiğini toplamak, devşirmek için yaratılmıştır.
  • هیچ عقدی بهر عین خود نبود ** بلک از بهر مقام ربح و سود 2990
  • Hiçbir bağlantı yoktur ki yalnız o bağ için bağlansın... o bağlantı, bir ticaret elde etmek, bir kâr kazanmak içindir.
  • هیچ نبود منکری گر بنگری ** منکری‌اش بهر عین منکری
  • Dikkat edersen görürsün ki hiçbir münkirin inkârı, sırf inkâr için değildir...
  • بل برای قهر خصم اندر حسد ** یا فزونی جستن و اظهار خود
  • Hasedinden düşmanı kahretmek, yahut üstün olmayı dilemek, kendini göstermek içindir.
  • وآن فزونی هم پی طمع دگر ** بی‌معانی چاشنی ندهد صور
  • O üstünlük isteği de başka bir tamahladır... hâsılı mânalar olmadıkça suretlerin bir lezzeti olamaz!
  • زان همی‌پرسی چرا این می‌کنی ** که صور زیتست و معنی روشنی
  • İşte onun için “Neden bunu yapıyorsun?” diye sorarsın... çünkü suretler zeytin yağıdır mâna ışık.
  • ورنه این گفتن چرا از بهر چیست ** چونک صورت بهر عین صورتیست 2995
  • Değilse bu “Neden” sözü neden? Çünkü suret, ancak o suret için olsaydı “Neden bunu yapıyorsun?” diye sormazdın ki!
  • این چرا گفتن سال از فایده‌ست ** جز برای این چرا گفتن بدست
  • Bu “Neden” diye sormak, bir şey öğrenmek içindir... bundan başka bir suretle neden diye sormak kötüdür.
  • از چه رو فایده‌ی جویی ای امین ** چون بود فایده این خود همین
  • Ey emin adam, bunun faydası, sırrı bundan ibaretse neden hikmetini arıyorsun ya!
  • پس نقوش آسمان و اهل زمین ** نیست حکمت کان بود بهر همین
  • Göğün ve yer ehlinin suretleri, ancak bu suretler için yaratılmışsa bunda bir hikmet yoktur ki!
  • گر حکیمی نیست این ترتیب چیست ** ور حکیمی هست چون فعلش تهیست
  • Bir hikmet sahibi yoksa bu tertip nedir... bir hikmet sahibi varsa işi nasıl boş ve abes olabilir?
  • کس نسازد نقش گرمابه و خضاب ** جز پی قصد صواب و ناصواب 3000
  • Doğru, yanlış, bir şey düşünmeksizin ne kimse hamama bir resim yapar, ne bir yeri boyar!
  • مطالبه کردن موسی علیه‌السلام حضرت را کی خلقت خلقا اهلکتهم و جواب آمدن
  • Musa aleyhisselâm’ın Tanrı’ya “Neden halkı yarattın,sonrada onları helak adiyorsun?” diye sorması ve Tanrı’nın cevabı
  • گفت موسی ای خداوند حساب ** نقش کردی باز چون کردی خراب
  • Musa dedi ki: Ey soru hesap gününün sahibi Tanrı, yapıp düzdün, neden yine bozar yıkarsın?
  • نر و ماده نقش کردی جان‌فزا ** وانگهان ویران کنی این را چرا
  • Cana, canlar katan erler, dişiler yaratırsın... sonra bunları yıkar, mahvedersin; neden?
  • گفت حق دانم که این پرسش ترا ** نیست از انکار و غفلت وز هوا
  • Tanrı dedi ki: Bu suali inkâr yüzünden, yahut gafletle ve nefsine uyarak sormuyorsun, biliyorum.
  • ورنه تادیب و عتابت کردمی ** بهر این پرسش ترا آزردمی
  • Yoksa hoş görmez, gazap eder, bu soru yüzünden seni incitirdim.
  • لیک می‌خواهی که در افعال ما ** باز جویی حکمت و سر بقا 3005
  • Fakat bizim işlerimizdeki hikmetleri, varlık sırlarını araştırıyorsun...
  • تا از آن واقف کنی مر عام را ** پخته گردانی بدین هر خام را
  • Bunu bilip sonra da halka bildirmek ve her ham kişiyi bu suretle olgunlaştırmak istiyorsun.
  • قاصدا سایل شدی در کاشفی ** بر عوام ار چه که تو زان واقفی
  • Sen bunu biliyorsun ama halka da bildirmek için sormaktasın.
  • زآنک نیم علم آمد این سال ** هر برونی را نباشد آن مجال
  • Çünkü bu sual yarı bilgidir. Hiç bilmeyen, bu bilgiden dışarıda kalan bu soruyu soramaz.
  • هم سال از علم خیزد هم جواب ** هم‌چنانک خار و گل از خاک و آب
  • Sual de bilgiden doğar, cevap da... nitekim diken de toprakla sudan biter, gül de!
  • هم ضلال از علم خیزد هم هدی ** هم‌چنانک تلخ و شیرین از ندا 3010
  • Hem sapıklık bilgiden olur, hem doğru yolu buluş... nitekim acı da rutubetten hâsıl olur, tatlı da!