English    Türkçe    فارسی   

5
2633-2682

  • باز بفرستادت آن شیر عرین  ** سوی من از مکر ای بس القرین 
  • Yine o aç aslan hileyle seni bana yolladı değil mi a kötü arkadaş?
  • حق ذات پاک الله الصمد  ** که بود به مار بد از یار بد 
  • Herkesin, kendisine muhtaç olduğu ihtiyacı bulunmayan pâk Tann'nın zatına and olsun ki kötü yılan bile kötü arkadaştan yeğdir.
  • مار بد جانی ستاند از سلیم  ** یار بد آرد سوی نار مقیم  2635
  • Çünkü kötü yılan, insanın yalnız canını alır. Kötü arkadaşsa insanı cehenneme sürer, orasını adama durak eder.
  • از قرین بی‌قول و گفت و گوی او  ** خو بدزدد دل نهان از خوی او 
  • İnsanın, düşüp kalktığı adamla konuşa görüşe, huyiyle huylanır. Gönül arkadaşının huyunu kapar.
  • چونک او افکند بر تو سایه را  ** دزدد آن بی‌مایه از تو مایه را 
  • O sana gölge saldı mı mayasız olduğu için senin mayanı çalar.
  • عقل تو گر اژدهایی گشت مست  ** یار بد او را زمرد دان که هست 
  • Aklın, sarhoş bir ejderha bile olsa kötü arkadaş, bil ki zümrüttür.
  • دیده‌ی عقلت بدو بیرون جهد  ** طعن اوت اندر کف طاعون نهد 
  • Aklının gözünü çıkarır, kör eder. Onun kınaması, seni taunun eline teslim eder.
  • جواب گفتن روبه خر را 
  • Tilkinin eşeğe cevap vermesi
  • گفت روبه صاف ما را درد نیست  ** لیک تخییلات وهمی خورد نیست  2640
  • Tilki dedi ki: Bizim safımızda tortu yoktur. Fakat vehme gelen hayallerde, küçümsenecek şeyler değildir.
  • این همه وهم توست ای ساده‌دل  ** ورنه بر تو نه غشی دارم نه غل 
  • Ey sâf ve bön adam, bütün bunlar, senin vehmindir. Yoksa sana karşı hiçbir gıllügişim yok.
  • از خیال زشت خود منگر به من  ** بر محبان از چه داری س ظن 
  • Kötü hayaline kapılıp bana bakma. Dostlara karşı neden kötü zanda bulunuyorsun?
  • ظن نیکو بر بر اخوان صفا  ** گرچه آید ظاهرا زیشان جفا 
  • Sâf kardeşler hakkında iki zanda bulun. Zahiren onlardan cefa bile görsen haklarında kötü düşünceye kapılma.
  • این خیال و وهم بد چون شد پدید  ** صد هزاران یار را از هم برید 
  • Bu kötü hayal, bu kötü zan, meydana çıktı mı yüz binlerce dostu birbirinden ayırır.
  • مشفقی گر کرد جور و امتحان  ** عقل باید که نباشد بدگمان  2645
  • Seni esirgeyen biri, sana cevreder, seni sınarsa hakkında kötü zanna düşmemek gerektir. Akıl kârı budur.
  • خصاه من بدرگ نبودم زشت‌اسم  ** آنک دیدی بد نبد بود آن طلسم 
  • Hele ben hiç kötü değilim. Adım kötüye çıkmış ama aldırma. O gördüğüm aslan değildi, tılsımdı.
  • ور بدی بد آن سگالش قدرا  ** عفو فرمایند یاران زان خطا 
  • O uğradığın şey kötü bile olduysa yine dostlar, o hatayı affederler.
  • عالم وهم و خیال طمع و بیم  ** هست ره‌رو را یکی سدی عظیم 
  • Vehim ve tamahla korku âlemi, yolcuya pek büyük bir settir.
  • نقشهای این خیال نقش‌بند  ** چون خلیلی را که که بد شد گزند 
  • Bu nakışlar, bu hayal suretleri, dağ gibi Halil'e bile zarar verdi.
  • گفت هذا ربی ابراهیم راد  ** چونک اندر عالم وهم اوفتاد  2650
  • Cömert İbrahim bile vehim âlemine düşünce : "Bu, benim rabbimdir" dedi.
  • ذکر کوکب را چنین تاویل گفت  ** آن کسی که گوهر تاویل سفت 
  • Tevil incisini delen o zat, yıldızı görünce böyle dedi işte.
  • عالم وهم و خیال چشم‌بند  ** آنچنان که را ز جای خویش کند 
  • Gözleri bağlayan vehim ve hayal âlemi, öyle bir dağı bile yerinden oynattı.
  • تا که هذا ربی آمد قال او  ** خربط و خر را چه باشد حال او 
  • O bile "Bu, benim rabbimdir" dedi. Artık, eşeği ne hale kor, bir düşün!
  • غرق گشته عقلهای چون جبال  ** در بحار وهم و گرداب خیال 
  • Dağ gibi akıllar bile vehim deniziyle hayal girdabına gark olur.
  • کوهها را هست زین طوفان فضوح  ** کو امانی جز که در کشتی نوح  2655
  • Bu kötülük tufanı, dağlan bile aşarken Nuh gemisine binenlerden başka kim aman bulur?
  • زین خیال ره‌زن راه یقین  ** گشت هفتاد و دو ملت اهل دین 
  • Yakîn yolunun bekçisi olan bu hayal yüzünden din ehli, tam yetmiş iki fırka oldu.
  • مرد ایقان رست از وهم و خیال  ** موی ابرو را نمی‌گوید هلال 
  • Yalnız yakîn eri, vehim ve hayalden kurtulur. Kaşının kılını yeni ay sanmaz.
  • وآنک نور عمرش نبود سند  ** موی ابروی کژی راهش زند 
  • Fakat bir kimseye Ömerin nuru, dayanç olmadıkça onun eğri kaşı yolunu vurur.
  • صد هزاران کشتی با هول و سهم  ** تخته تخته گشته در دریای وهم 
  • Yüz binlerce koskocaman gemi, vehim denizinde paramparça olmuştur.
  • کمترین فرعون چست فیلسوف  ** ماه او در برج وهمی در خسوف  2660
  • Bunların en aşağısı akıllı ve filozof Firavun'dur. Onun ayı da vehim burcunda tutulup gitti.
  • کس نداند روسپی‌زن کیست آن  ** وانک داند نیستش بر خود گمان 
  • Hiç kimse orospu kadın kimdir bilmez. Bilen, o kadını iyice tanıyan da hakkında şüpheye düşmez.
  • چون ترا وهم تو دارد خیره‌سر  ** از چه گردی گرد وهم آن دگر 
  • Vehmin, seni şaşkın bir hale getirdiyse nede öbür vehmin etrafında dönüp dolaşırsın?
  • عاجزم من از منی خویشتن  ** چه نشستی پر منی تو پیش من 
  • Ben kendi benliğimden âciz kaldım. Sen neden benlikle dolu bir halde önümde duruyorsun?
  • بی‌من و مایی همی‌جویم به جان  ** تا شوم من گوی آن خوش صولجان 
  • Canla başla benlikten, varlıktan kurtulmayı istiyorum ki onun o güzelim savlicanına top olayım.
  • هر که بی‌من شد همه من‌ها خود اوست  ** دوست جمله شد چو خود را نیست دوست  2665
  • Kim benliğinden kurtulursa bütün benlikler onun olur. Kendisine dost olmadığı için herkese dost kesilir.
  • آینه بی‌نقش شد یابد بها  ** زانک شد حاکی جمله نقشها 
  • Nakışsız bir ayna haline gelir, değer kazanır| Çünkü bütün nakışları aksettirir.
  • حکایت شیخ محمد سررزی غزنوی قدس الله سره 
  • Tanrı sırrını kutlu etsin, Gazneli Şeyh Muhammed-i Serrezi'nin hikâyesi
  • زاهدی در غزنی از دانش مزی  ** بد محمد نام و کفیت سررزی 
  • Gazne'de bilgiler emen bir zahit vardı. Adı Muhammed'di, Künyesi Serrezi.
  • بود افطارش سر رز هر شبی  ** هفت سال او دایم اندر مطلبی 
  • Her gece üzüm çotuğunun ucunu yer, onunla iftar ederdi. Yedi yıl bu haldeydi.
  • بس عجایب دید از شاه وجود  ** لیک مقصودش جمال شاه بود 
  • Varlık padişahından birçok şaşılacak şeyler gördü. Fakat maksadı padişahın cemalini görmekti.
  • بر سر که رفت آن از خویش سیر  ** گفت بنما یا فتادم من به زیر  2670
  • O kendine doymuş er, bir dağ başına çıktı. Dedi ki: Ya bana kendini göster, yahut kendimi dağdan atacağım.
  • گفت نامد مهلت آن مکرمت  ** ور فرو افتی نمیری نکشمت 
  • Tanrı dedi ki: O ihsanın zamanı gelmedi. Kendini atarsan da ölmezsin, ben seni öldürmem.
  • او فرو افکند خود را از وداد  ** در میان عمق آبی اوفتاد 
  • Şeyh, iştiyakından kendisini o yüce dağdan derin bir suya attı.
  • چون نمرد از نکس آن جان‌سیر مرد  ** از فراق مرگ بر خود نوحه کرد 
  • O canına doymuş er ölmedi. Ölümden kurtulduğuna feryadetmeğe başladı.
  • کین حیات او را چو مرگی می‌نمود  ** کار پیشش بازگونه گشته بود 
  • Çünkü bu yaşayış ona ölüm gibi görünmedeydi. İş onca tersineydi.
  • موت را از غیب می‌کرد او کدی  ** ان فی موتی حیاتی می‌زدی  2675
  • O, gayb âleminden ölüm istiyor, hayatım ölümümdedir deyip duruyordu.
  • موت را چون زندگی قابل شده  ** با هلاک جان خود یک دل شده 
  • Ölümü, hayat gibi kabul etmede, helakine gönül vermedeydi.
  • سیف و خنجر چون علی ریحان او  ** نرگس و نسرین عدوی جان او 
  • Ali gibi kılıçla hançer, ona reyhan kesilmiş, nerkisle nesrin, canına düşman olmuştu.
  • بانگ آمد رو ز صحرا سوی شهر  ** بانگ طرفه از ورای سر و جهر 
  • Açıklıktan da ileri, gizlilikten de ileri bir duyulmamış ses geldi: Yürü, ovayı bırak, şehire git!
  • گفت ای دانای رازم مو به مو  ** چه کنم در شهر از خدمت بگو 
  • Dedi ki: Ey kıldan kıla bütün gizliliklerimi bilen Tanrı, şehirde ne yapayım? Söyle.
  • گفت خدمت آنک بهر ذل نفس  ** خویش را سازی تو چون عباس دبس  2680
  • Tanrı dedi ki: Nefsini alçaltma için Abbas-ı Debs gibi rüsvay ol, dilen.
  • مدتی از اغنیا زر می‌ستان  ** پس به درویشان مسکین می‌رسان 
  • Bir müddet zenginlerden para topla, yoksullara dağıt.
  • خدمتت اینست تا یک چند گاه  ** گفت سمعا طاعة ای جان‌پناه 
  • Bir müddet hizmetin budur. Şeyh, baş üstüne ey canımın sığındığı Tann dedi.