English    Türkçe    فارسی   

5
779-828

  • گرنه گه خوارست آن گنده‌دهان  ** گویدی کز خوی زاغم وا رهان 
  • O ağzı kokan kuzgun, eğer pislik yemeseydi beni kuzgun huyundan kurtar diye yalvarırdı.
  • مناجات 
  • Münacat
  • ای مبدل کرده خاکی را به زر  ** خاک دیگر را بکرده بوالبشر  780
  • Ey toprağı altına çeviren, bir başka toprağı da insanlar babası yapan Tanrı!
  • کار تو تبدیل اعیان و عطا  ** کار من سهوست و نسیان و خطا 
  • Senin işin, eşyayı olduğu halden çevirmek, ihsan ve lutüflarda bulunmaktır, benim işimse yanlışa düşmek, unutmak ve hata etmektir.
  • سهو و نسیان را مبدل کن به علم  ** من همه خلمم مرا کن صبر و حلم 
  • Bilginle yanlışımı noksanı mı döndür. Ben baştan aşağıya kadar sümükten ibaretim, sen beni sabırdan, hilimden ibaret bir hale getir.
  • ای که خاک شوره را تو نان کنی  ** وی که نان مرده را تو جان کنی 
  • Ey çorak toprağı ekmek haline getiren, ey ölü ekmeği canlandıran, can eden.
  • ای که جان خیره را رهبر کنی  ** وی که بی‌ره را تو پیغمبر کنی 
  • Ey şaşırmış cana rehberlik eden, ey yolunu sapıtmışı peygamber yapan!
  • می‌کنی جزو زمین را آسمان  ** می‌فزایی در زمین از اختران  785
  • Yeryüzünün bir cüzünü gök yaparsın. Yeryüzünün neşesini yıldızlarla artırırsın.
  • هر که سازد زین جهان آب حیات  ** زوترش از دیگران آید ممات 
  • Kim bu alemden bir abıhayat elde ederse ölüm, ona başkalarından daha çabuk gelir çatar.
  • دیده‌ی دل کو به گردون بنگریست  ** دید که اینجا هر دمی میناگریست 
  • Kâinata bakan gönül gözü, görür ki burada daima yeniden yeniye bozulup düzelen şeyler var.
  • قلب اعیانست و اکسیری محیط  ** ایتلاف خرقه‌ی تن بی‌مخیط 
  • Şu ten hırkasının iğnesiz, ipliksiz dikilmesinden ve bakırı altın yapan iksirden başka bir şey değildir.
  • تو از آن روزی که در هست آمدی  ** آتشی یا بادی یا خاکی بدی 
  • Sen, var olduğun gün, ya ateştin, ya yel, yahut da toprak.
  • گر بر آن حالت ترا بودی بقا  ** کی رسیدی مر ترا این ارتقا  790
  • Eğer o halde ebediyen kalman mümkün olsaydı hiç sana bu yücelik nasip olur muydu?
  • از مبدل هستی اول نماند  ** هستی بهتر به جای آن نشاند 
  • Tanrı seni değiştirdi. Önceki varlığın kalmadı. Onun yerine sana daha iyi varlık verdi.
  • هم‌چنین تا صد هزاران هستها  ** بعد یکدیگر دوم به ز ابتدا 
  • Böylece yüz binlerce varlığa büründün ki daima ikinci varlık, ilkinden iyidir.
  • از مبدل بین وسایط را بمان  ** کز وسایط دور گردی ز اصل آن 
  • Bunları değiştiren Tanrı’dan gör de vasıtaları bırak. Çünkü vasıtalara kapıldın da aslından uzaklaştın.
  • واسطه هر جا فزون شد وصل جست  ** واسطه کم ذوق وصل افزونترست 
  • Nerede vasıta çoğalırsa ulaşma kaybolur gider.
  • از سبب‌دانی شود کم حیرتت  ** حیرت تو ره دهد در حضرتت  795
  • Şaşkınlığın, her şeyi sebepten bilmendendir. Halbuki hayret, sana o tapıya yol açar.
  • این بقاها از فناها یافتی  ** از فنااش رو چرا برتافتی 
  • Bu varlıkları yokluklardan buldun. Öyleyse neden yokluktan yüz çevirdin?
  • زان فناها چه زیان بودت که تا  ** بر بقا چفسیده‌ای ای نافقا 
  • O yokluktan ne ziyana uğradın ki varlığa yapıştın a yer faresi!
  • چون دوم از اولینت بهترست  ** پس فنا جو و مبدل را پرست 
  • Madem ki ikinci evvelkinden daha iyidir, yokluğu ara, insanı halden hale değiştirene tap.
  • صد هزاران حشر دیدی ای عنود  ** تاکنون هر لحظه از بدو وجود 
  • A inatçı, varlığa düştüğün demden beri şimdiye kadar her lahza yüz binlerce haşir gördün.
  • از جماد بی‌خبر سوی نما  ** وز نما سوی حیات و ابتلا  800
  • Haberin yokken cemad aleminden yetişip gelişen nebat alemine geldin. Nebat aleminden de hayat ve iptila alemine düştün.
  • باز سوی عقل و تمییزات خوش  ** باز سوی خارج این پنج و شش 
  • Sonra tekrar güzelim akıl ve temyiz alemine gider, bu beş duyguyla altı cihet aleminden kurtulursun.
  • تا لب بحر این نشان پایهاست  ** پس نشان پا درون بحر لاست 
  • Bu ayak izleri, deniz kıyısına kadar gider. Sonra deniz içinde ayak izleri yok olur biter.
  • زانک منزلهای خشکی ز احتیاط  ** هست دهها و وطنها و رباط 
  • Çünkü kuruluk menzillerinde ihtiyat için köyler vardır, yurtlar vardır, konaklar vardır.
  • باز منزلهای دریا در وقوف  ** وقت موج و حبس بی‌عرصه و سقوف 
  • Deniz konakları da durup dinlenmeyen, sahası ve tavanı olmayan dalgalanmalardır.
  • نیست پیدا آن مراحل را سنام  ** نه نشانست آن منازل را نه نام  805
  • O menzillerin nişanesi adı sanı yoktur.
  • هست صد چندان میان منزلین  ** آن طرف که از نما تا روح عین 
  • Nebat aleminden sırf ruh alemine kadar her iki konak arasında bunlar gibi yüzlerce konak vardır.
  • در فناها این بقاها دیده‌ای  ** بر بقای جسم چون چفسیده‌ای 
  • Yokluklarda bu varlığı gördün de nasıl beden varlığına böyle yapıştın?
  • هین بده ای زاغ این جان باز باش  ** پیش تبدیل خدا جانباز باش 
  • Kendine gel ey kuzgun, kendine gel de şu canı ver, doğan kuşu ol. Tanrı’nın halden hale döndürmesi karşısında canınla başınla oyna.
  • تازه می‌گیر و کهن را می‌سپار  ** که هر امسالت فزونست از سه پار 
  • Yeniyi al, eskiyi bırak. Çünkü her yılın, geçen üç yıldan daha artıştır daha üstün.
  • گر نباشی نخل‌وار ایثار کن  ** کهنه بر کهنه نه و انبار کن  810
  • Hurma fidanı gibi ihsan sahibi olamazsam var, eskiyi eskiye kat ambarına yığ!
  • کهنه و گندیده و پوسیده را  ** تحفه می‌بر بهر هر نادیده را 
  • O eski, kokmuş ve pörsümüş şeyi körlere hediye et.
  • آنک نو دید او خریدار تو نیست  ** صید حقست او گرفتار تو نیست 
  • Yeniyi gören seni almaz. O Tanrı’ya av olur, sana tutulmaz.
  • هر کجا باشند جوق مرغ کور  ** بر تو جمع آیند ای سیلاب شور 
  • Ey kara ve tuzlu su, nerede kör kuş varsa bölük, bölük senin başına toplanır.
  • تا فزاید کوری از شورابها  ** زانک آب شور افزاید عمی 
  • Bu suretle de körlükleri artar. Çünkü kara su, körlüğü arttırır.
  • اهل دنیا زان سبب اعمی‌دل‌اند  ** شارب شورابه‌ی آب و گل‌اند  815
  • Dünya ehlinin bu sebeple gönül gözleri kördür; onlar, balçıkla bulanmış su içerler.
  • شور می‌ده کور می‌خر در جهان  ** چون نداری آب حیوان در نهان 
  • Madem ki gizli bir alemde abıhayatın yok, şu halde kara ve tuzlu suyu ver, kötülüğü al bu alemde!
  • با چنین حالت بقا خواهی و یاد  ** هم‌چو زنگی در سیه‌رویی تو شاد 
  • Bu halle bir de varlık istiyor, onu anıyorsun ha. Halbuki sen, zenci gibi kara yüzlü olmakla neşelisin.
  • در سیاهی زنگی زان آسوده است  ** کو ز زاد و اصل زنگی بوده است 
  • Zenci aslından öyle doğduğundan, aslından zenci olduğundan o kara renkten hoşlanır, rahattır.
  • آنک روزی شاهد و خوش‌رو بود  ** گر سیه‌گردد تدارک‌جو بود 
  • Fakat bir gün güzelleşse, güzel yüzlü bir hale gelse de sonra kararsa çaresini aramaya koyulur.
  • مرغ پرنده چو ماند در زمین  ** باشد اندر غصه و درد و حنین  820
  • Uçar kuş, yeryüzünde kalsa derde, eleme düşer, feryat etmeye başlar.
  • مرغ خانه بر زمین خوش می‌رود  ** دانه‌چین و شاد و شاطر می‌دود 
  • Fakat ev kuşu, yeryüzünde güzelce yürür, yem toplar, neşeli bir halde dönüp dolaşır.
  • زآنک او از اصل بی‌پرواز بود  ** وآن دگر پرنده و پرواز بود 
  • Çünkü o aslında uçamaz, öbürü uçucudur.
  • قال النبی علیه‌السلام ارحموا ثلاثا عزیز قوم ذل و غنی قوم افتقر و عالما یلعب به الجهال 
  • Peygamber aleyhisselam “üç kişiye acıyın : bir kavmin aşağı bir hale düşen yücesine, yoksullaşan zenginine, cahillere oyuncak olan bilginine” dedi
  • گفت پیغامبر که رحم آرید بر  ** جان من کان غنیا فافتقر 
  • Peygamber, canım hakkı için dedi, yoksul düşen zengine,
  • والذی کان عزیزا فاحتقر  ** او صفیا عالما بین المضر 
  • Hor hakir bir hale gelen yüceye, yahut da bilgisizlikle şöhret kazanan Mudar kabilesinin arasına düşmüş saf ve temiz alime acıyın.
  • گفت پیغامبر که با این سه گروه  ** رحم آرید ار ز سنگید و ز کوه  825
  • Peygamber dedi ki: Taş ve dağ bile olsanız bu üç bölük halka merhamet edin.
  • آنک او بعد از رئیسی خوار شد  ** وآن توانگر هم که بی‌دینار شد 
  • Çünkü o, başlıkta bulunduktan sonra hor oldu. Öbürü, zenginken yoksul düştü, parasız kaldı.
  • وآن سوم آن عالمی که اندر جهان  ** مبتلی گردد میان ابلهان 
  • Üçüncüsü de, alemde ahmak adamlar arasında belalara uğrayan alimdir.
  • زانک از عزت به خواری آمدن  ** هم‌چو قطع عضو باشد از بدن 
  • Çünkü yücelikten horluğa düşmek, bedenden bir uzvu kesmektir.