English    Türkçe    فارسی   

5
958-1007

  • چون بدید آن چشمهای پرخمار  ** که کند عقل و خرد را بی‌قرار 
  • Aklı fikri kararsız hale getiren o mahmur gözleri görünce,
  • وآن صفای عارض آن دلبران  ** که بسوزد چون سپند این دل بر آن 
  • Şu gönlü çöre otu gibi yakıp kavuran dilberlerin yüzlerini seyredince neşelendi.
  • رو و خال و ابرو و لب چون عقیق  ** گوییا حق تافت از پرده‌ی رقیق  960
  • Yüz. ben, kaş. Akik gibi dudaklar. Sanki ince bir perdeden Tanrı parlamış.
  • دید او آن غنج و برجست سبک  ** چون تجلی حق از پرده‌ی تنک 
  • Şeytan, incecik perdeden Tanrı tecelli etmiş gibi o işveyi görünce derhal yerinden sıçrayıp oynamaya koyuldu.
  • تفسیر خلقنا الانسان فی احسن تقویم ثم رددناه اسفل سافلین و تفسیر و من نعمره ننکسه فی الخلق 
  • “İnsanı en güzel bir sıfatla yarattık.Sonra onu aşağılıkların en aşağısına reddettik” ayetiyle “Kimi yaşatır, ömrünün uzun edersek onu kocaltır, güzelliğini ve kuvvetini azaltırız” ayetinin tefsiri
  • آدم حسن و ملک ساجد شده  ** هم‌چو آدم باز معزول آمده 
  • Adem güzellik timsaliydi, melek ona secde etmişti. Fakat Adem, bu güzellikten düşünce, dedi ki:
  • گفت آوه بعد هستی نیستی  ** گفت جرمت این که افزون زیستی 
  • Eyvah, varlıktan sonra yokluğa düştüm. Tanrı dedi ki: Cürmün şu: Fazla yaşadın.
  • جبرئیلش می‌کشاند مو کشان  ** که برو زین خلد و از جوق خوشان 
  • Cebrail, onu perçeminden tutup güzeller bölüğünden ve şu cennetten çık dedi.
  • گفت بعد از عز این اذلال چیست  ** گفت آن دادست و اینت داوریست  965
  • Adem yücelikten sonra bu aşağılık nedir? dedi. Cebrail dedi ki: O lütuftu bu da kahır.
  • جبرئیلا سجده می‌کردی به جان  ** چون کنون می‌رانیم تو از جنان 
  • Adem, ey Cebrail dedi, canla, gönülle secde etmiştin. Şimdi nasıl beni cennetlerden sürüyorsun?
  • حله می‌پرد ز من در امتحان  ** هم‌چو برگ از نخ در فصل خزان 
  • Güz mevsiminde ağaçların yaprakları nasıl dökülürse benden de bir sınama yüzünden şu güzelim elbiseler uçmakta.
  • آن رخی که تاب او بد ماه‌وار  ** شد به پیری هم‌چو پشت سوسمار 
  • Parıltısı aya benzeyen yüz, ihtiyarlıkta kertenkele sırtına döner.
  • وان سر و فرق گش شعشع شده  ** وقت پیری ناخوش و اصلع شده 
  • Parıl,parıl parlayan o saç, o baş, ihtiyarlık çağında berbat bir hale gelir, tepedeki saçlar dökülür, insan kele benzer.
  • وان قد صف در نازان چون سنان  ** گشته در پیری دو تا هم‌چون کمان  970
  • O naz ve edalarla salınan ve mızrak gibi dümdüz olan boy, kocalıkta bükülür, yay gibi iki kat olur.
  • رنگ لاله گشته رنگ زعفران  ** زور شیرش گشته چون زهره‌ی زنان 
  • Lale rengindeki yüz safrana benzer. Aslan gibi kuvvetliyken gücü, kuvveti kesilir, gibi takatsiz bir hale gelir.
  • آنک مردی در بغل کردی به فن  ** می‌بگیرندش بغل وقت شدن 
  • Güreşte hileyle bir pehlivanı koltuğuna alıp yere yıkarken şimdi yol yürümek üzere onu koltuklarlar, onun koltuğuna girerler.
  • این خود آثار غم و پژمردگیست  ** هر یکی زینها رسول مردگیست 
  • Bu ancak gam alametidir, pörsüme nişanesidir. Bunların her biri, ölüm elçisidir.
  • تفسیر اسفل سافلین الا الذین آمنوا و عملوا الصالحات فلهم اجر غیر مومنون 
  • “Onu aşağılıkların en aşağısına reddettik. Ancak inanan ve iyilikte bulunanlar müstesna. Onlara sonu olmıyan ve kesilmeyen ecir vardır” ayetinin tefsiri
  • لیک گر باشد طبیبش نور حق  ** نیست از پیری و تب نقصان و دق 
  • Fakat bir adamın hekimi Tanrı nuru olursa ona kocalıktan, hararetten bir noksan gelmez.
  • سستی او هست چون سستی مست  ** که اندر آن سستیش رشک رستمست  975
  • Onun gevşekliği, sarhoşun gevşekliği gibidir. O gevşeklikte bile güçlü kuvvetlidir, Rüstem bile ona haset eder.
  • گر بمیرد استخوانش غرق ذوق  ** ذره ذره‌ش در شعاع نور شوق 
  • Ölürse kemikleri zevke gark olur, zerre,zerre bütün varlığı, şevk ışığına dalar.
  • وآنک آنش نیست باغ بی‌ثمر  ** که خزانش می‌کند زیر و زبر 
  • Fakat nuru olmayan kişi, meyvesiz bağdır. Güz onu alt üst eder.
  • گل نماند خارها ماند سیاه  ** زرد و بی‌مغز آمده چون تل کاه 
  • Gülü kalmaz, kara,kara dikenleri kalır. Saman yığını gibi sararır, mahsulsüz bir hale gelir.
  • تا چه زلت کرد آن باغ ای خدا  ** که ازو این حله‌ها گردد جدا 
  • Tanrım o bağ ne kusurda bulundu ki o güzelim elbiselerden ayrıldı?
  • خویشتن را دید و دید خویشتن  ** زهر قتالست هین ای ممتحن  980
  • Kendisini gördü. Kendisini görmek, öldürücü bir zehirdir ey sınanan kişi kendine gel!
  • شاهدی کز عشق او عالم گریست  ** عالمش می‌راند از خود جرم چیست 
  • Aşkından alemin ağlayıp inlediği güzeli, ne suçu var ki herkes kendinden uzaklaştırır.
  • جرم آنک زیور عاریه بست  ** کرد دعوی کین حلل ملک منست 
  • Suçu şu: Süsü, püsü iğretidir. Öyle olduğu halde bu elbiseler benimdir diye davaya kalkışır.
  • واستانیم آن که تا داند یقین  ** خرمن آن ماست خوبان دانه‌چین 
  • Onu alalım da yakinen bilsin, harman bizimdir, güzellerse tanesini toplarlar.
  • تا بداند کان حلل عاریه بود  ** پرتوی بود آن ز خورشید وجود 
  • Bilsin ki o süs, püs iğretidir. O varlık güneşinin bir ışığıdır.
  • آن جمال و قدرت و فضل و هنر  ** ز آفتاب حسن کرد این سو سفر  985
  • O güzellik, kudret, fazilet ve hüner, güzellik güneşindendir, bu tarafa gelmiş vurmuştur.
  • باز می‌گردند چون استارها  ** نور آن خورشید ازین دیوارها 
  • O güneşin ışığı, yıldızlar gibi yine şu vurduğu duvarlardan çekilir gider.
  • پرتو خورشید شد وا جایگاه  ** ماند هر دیوار تاریک و سیاه 
  • Güneşin ışığı gitti mi her duvar, kapkara, karanlık bir halde kala kalır.
  • آنک کرد او در رخ خوبانت دنگ  ** نور خورشیدست از شیشه‌ی سه رنگ 
  • Güzellerin yüzünde insanı hayran eden nur, üç renkli camdan vuran güneşin ışığıdır.
  • شیشه‌های رنگ رنگ آن نور را  ** می‌نمایند این چنین رنگین بما 
  • Renk,renk camlar o nuru bize çeşit renkli göstermededir.
  • چون نماند شیشه‌های رنگ‌رنگ  ** نور بی‌رنگت کند آنگاه دنگ  990
  • Renk,renk camlar kalmadı mı, o vakitler seni renksiz nur hayran eder.
  • خوی کن بی‌شیشه دیدن نور را  ** تا چو شیشه بشکند نبود عمی 
  • Nuru, camsız görmeyi adet edin de cam kırılınca kör kalmayasın.
  • قانعی با دانش آموخته  ** در چراغ غیر چشم افروخته 
  • Öğrenilmiş, bellenmiş bilgiye kani olmuş, gözünü başkasının nuru ile aydınlatmışsın.
  • او چراغ خویش برباید که تا  ** تو بدانی مستعیری نی‌فتا 
  • O da, o ışığı iğreti aldığını bilesin diye senden mumunu kapıverir.
  • گر تو کردی شکر و سعی مجتهد  ** غم مخور که صد چنان بازت دهد 
  • Fakat sen şükreder, çalışıp çabalarsan gam yeme. Sana bunun gibi yüzlercesini verir.
  • ور نکردی شکر اکنون خون گری  ** که شدست آن حسن از کافر بری  995
  • Şükretmiyorsan artık kan ağla. Çünkü o güzellik kafirden ayrılmıştır.
  • امة الکفران اضل اعمالهم  ** امة الایمان اصلح بالهم 
  • Küfre ümmet olanların işleri borçtur. İmana ümmet olanların kalpleri temizdir, özleri halistir.
  • گم شد از بی‌شکر خوبی و هنر  ** که دگر هرگز نبیند زان اثر 
  • Şükür etmeyenden güzellikte kaybolur, hüner ve sanat da. Artık bir daha ondan bir eser bile göremez.
  • خویشی و بی‌خویشی و سکر وداد  ** رفت زان سان که نیاردشان به یاد 
  • Akrabalık akraba olmayış, şükür ve sevgi, öyle bir gider ki bir daha aklına bile gelmez.
  • که اضل اعمالهم ای کافران  ** جستن کامست از هر کام‌ران 
  • Ey kafirler, “Yaptıkları işledikleri boştur” ayeti, her murada erişmiş kişinin elinden o muradın, o maksadın çıkıp gitmesidir.
  • جز ز اهل شکر و اصحاب وفا  ** که مریشان راست دولت در قفا  1000
  • Yalnız şükür ehliyle vefa sahiplerinin elde ettikleri kaybolmaz. Çünkü devlet, onların arkalarındadır.
  • دولت رفته کجا قوت دهد  ** دولت آینده خاصیت دهد 
  • Elden giden devlet, nereden kuvvet verecek? İnsana kuvvet ve kudret, gelecek devletten gelir.
  • قرض ده زین دولت اندر اقرضوا  ** تا که صد دولت ببینی پیش رو 
  • “Borç verin” emrine uy da bu devletten borç ver. Bu suretle önünde yüzlerce devlet görürsün.
  • اندکی زین شرب کم کن بهر خویش  ** تا که حوض کوثری یابی به پیش 
  • Bu içilen şeyden, biraz iç de önünde kevser havuzunu bulasın.
  • جرعه بر خاک وفا آنکس که ریخت  ** کی تواند صید دولت زو گریخت 
  • Vefa toprağına bir yudumcuk döken kişiden devlet avı, nasıl olur da kaçabilir?
  • خوش کند دلشان که اصلح بالهم  ** رد من بعد التوی انزالهم  1005
  • Tanrı, onları gönüllerini hoş eder. “Özleri doğrulmuştur halistir” Tanrı, onlara ihsan ettikleri şeyleri, o şeyler mahvolup bittikten sonra yine ihsan eder.
  • ای اجل وی ترک غارت‌ساز ده  ** هر چه بردی زین شکوران باز ده 
  • Ey ecel, ey köyü yağmalayan , bu şükreden kullardan ne aldıysan geri ver der.
  • وا دهد ایشان بنپذیرند آن  ** زانک منعم گشته‌اند از رخت جان 
  • Ecel verir, verir ama onu kabul etmezler. Çünkü can nimetleriyle nimetlenmişlerdir.