English    Türkçe    فارسی   

6
2506-2555

  • ای دلیلت گنده‌تر پیش لبیب  ** در حقیقت از دلیل آن طبیب 
  • Senin delilin hakikatte hekimin delilinden daha kokmuştur.
  • چون دلیلت نیست جز این ای پسر  ** گوه می‌خور در کمیزی می‌نگر 
  • Oğul, senin delilin bundan başka bir şey değilse pislik ye, sidiğe bak dur.
  • ای دلیل تو مثال آن عصا  ** در کفت دل علی عیب العمی 
  • Delilin, asâya benzer senin. Elindedir de körlüğünden göremediğin şeyleri, güya onunla anlarsın.
  • غلغل و طاق و طرنب و گیر و دار  ** که نمی‌بینم مرا معذور دار 
  • Bu gürültüyü, bu kap tutu göremiyorum, beni mazur tut diyorsun âdeta.
  • منادی کردن سید ملک ترمد کی هر کی در سه یا چهار روز به سمرقند رود به فلان مهم خلعت و اسپ و غلام و کنیزک و چندین زر دهم و شنیدن دلقک خبر این منادی در ده و آمدن به اولاقی نزد شاه کی من باری نتوانم رفتن 
  • Tirmiz padişahı Seyyid’in “ Kim filân işi görmek üzere Semerkand’a üç yahut dört günde gidebilirse ona elbise, at, köle ce cariyeyle şu kadar altın vereceğim” diye tellâl çağırtması, köyde bulunan Delkak’ın bunu duyup “Ben gidemem, bu iş benim işim değil” diye padişaha müracaat etmesi
  • سید ترمد که آنجا شاه بود  ** مسخره‌ی او دلقک آگاه بود  2510
  • Delkak, Tirmiz’de padişah olan Seyyid’in her şeyi bilen akıllı bir maskarasıydı.
  • داشت کاری در سمرقند او مهم  ** جست‌الاقی تا شود او مستتم 
  • Padişahın Semerkant’da mühim bir işi vardı. O işi derhal yapıp gelecek bir adam aradı.
  • زد منادی هر که اندر پنج روز  ** آردم زانجا خبر بدهم کنوز 
  • “Beş günde oraya gidip gelecek ve bana haber getirecek olana hazineler vereceğim” diye tellal çağırttı.
  • دلقک اندر ده بد و آن را شنید  ** بر نشست و تا بترمد می‌دوید 
  • Delkak, köydeydi. Bunu duyunca eşeğine bindi. Tirmiz’e doğru koşturmaya başladı.
  • مرکبی دو اندر آن ره شد سقط  ** از دوانیدن فرس را زان نمط 
  • Öyle koşturuyordu ki eşek sakatlandı. Ata bindi at da çatladı.
  • پس به دیوان در دوید از گرد راه  ** وقت ناهنگام ره جست او به شاه  2515
  • Nihayet yol tozlarına bulanmış bir halde Tirmiz’e gelip divana girdi. Vakitsiz olmakla beraber padişahın huzuruna girmek istedi.
  • فجفجی در جمله‌ی دیوان فتاد  ** شورشی در وهم آن سلطان فتاد 
  • Divana bir fısıltıdır düştü. Padişah da vehimlendi âdeta.
  • خاص و عام شهر را دل شد ز دست  ** تا چه تشویش و بلا حادث شدست 
  • Şehrin ileri gelenleri de ürktüler, geri kalanları da. Acaba diyorlardı, ne fitne ne kötülük çıktı?
  • یا عدوی قاهری در قصد ماست  ** یا بلایی مهلکی از غیب خاست 
  • Kuvvetli bir düşman mı kast etti bize, yoksa kaza ve kaderden helâk edici bir felakete mi uğradık?
  • که ز ده دلقک به سیران درشت  ** چند اسپی تازی اندر راه کشت 
  • Ne oldu da Delkak, köyden kalktı, böyle aceleyle yola düştü, yolda birkaç tane Arap atını çatlattı?
  • جمع گشته بر سرای شاه خلق  ** تا چرا آمد چنین اشتاب دلق  2520
  • Halk, padişahın sarayının kapısına toplandı. Bakalım Delkak, böyle acele niçin geldi diye bekliyorlardı.
  • از شتاب او و فحش اجتهاد  ** غلغل و تشویش در ترمد فتاد 
  • Onun acelesinden, o telaşından Tirmiz’de bir gürültüdür koptu.
  • آن یکی دو دست بر زانوزنان  ** وآن دگر از وهم واویلی‌کنان 
  • Biri iki eliyle dizlerini dövüyor, öbürü eyvahlar olsun, başımıza gelenler nedir, diye bağırıyordu.
  • از نفیر و فتنه و خوف نکال  ** هر دلی رفته به صد کوی خیال 
  • Herkes, korkudan, gürültüden bir felaket düşünmede, bir başka çeşit düşünceye kapılmada, yüzlerce hayallere düşmedeydi.
  • هر کسی فالی همی‌زد از قیاس  ** تا چه آتش اوفتاد اندر پلاس 
  • Hırkamıza düşen bu ateş nedir, diye herkes aklınca bir şeyler kuruyordu.
  • راه جست و راه دادش شاه زود  ** چون زمین بوسید گفتش هی چه بود  2525
  • Delkak, huzuruna gitmek istedi. Padişah derhal izin verdi. Yeri öpünce padişah “Ne oldu yahu” dedi.
  • هرکه می‌پرسید حالی زان ترش  ** دست بر لب می‌نهاد او که خمش 
  • Kim, o ekşi suratlı adama bir şey sorduysa parmağını ağzına götürüp sus demekteydi.
  • وهم می‌افزود زین فرهنگ او  ** جمله در تشویش گشته دنگ او 
  • Bu hareketinden halkın, vehmi artıyor, herkes derleniyor, şaşırıp kalıyordu.
  • کرد اشارت دلق که ای شاه کرم  ** یک‌دمی بگذار تا من دم زنم 
  • Delkak, padişahın emri üzerine ey kerem sahibi padişahım dedi, bir an dur da nefes alayım.
  • تا که باز آید به من عقلم دمی  ** که فتادم در عجایب عالمی 
  • Aklım başıma gelsin. Çünkü acayip bir âleme düştüm.
  • بعد یک ساعت که شه از وهم و ظن  ** تلخ گشتش هم گلو و هم دهن  2530
  • Bir an geçti ama padişah da vehme, zanna kapıldı. Boğazı da acıdı, ağzının tadı da kaçtı.
  • که ندیده بود دلقک را چنین  ** که ازو خوشتر نبودش هم‌نشین 
  • Çünkü Delkak’ı hiç böyle görmemişti. Ondan daha hoş bir nedimi yoktu.
  • دایما دستان و لاغ افراشتی  ** شاه را او شاد و خندان داشتی 
  • Daima hikâyeler söyler, lâtifeler eder, padişahı sevindirir, güldürürdü.
  • آن چنان خندانش کردی در نشست  ** که گرفتی شه شکم را با دو دست 
  • Huzurda oturdu mu öyle bir güldürürdü ki padişah, kahkaha atarken iki eliyle karnını tutmaya mecbur olurdu.
  • که ز زور خنده خوی کردی تنش  ** رو در افتادی ز خنده کردنش 
  • Kahkahadan terlere batar, yüzüstü yerlere yıkılırdı.
  • باز امروز این چنین زرد و ترش  ** دست بر لب می‌زند کای شه خمش  2535
  • Bu günse yüzü sapsarıydı, suratı asıktı. Parmağını ağzına götürüp sus padişahım diyordu. Bu ne haldi?
  • وهم در وهم و خیال اندر خیال  ** شاه را تا خود چه آید از نکال 
  • Padişah, ne felâket var acaba diye vehimlendikçe vehimleniyor, hayallendikçe hayalleniyordu.
  • که دل شه با غم و پرهیز بود  ** زانک خوارمشاه بس خون‌ریز بود 
  • Harzemşah, pek zâlimdi, pek kan dökücüydü. Padişahın gönlünde o yüzden zaten gam, gussa vardı.
  • بس شهان آن طرف را کشته بود  ** یا به حیله یا به سطوت آن عنود 
  • O taraflardaki birçok padişahları ya hileyle, ya kuvvetle öldürmüş, yok etmişti o inatçı.
  • این شه ترمد ازو در وهم بود  ** وز فن دلقک خود آن وهمش فزود 
  • Tirmiz padişahı da bundan vehimleniyordu zaten. Delkak’ın halinden vehim büsbütün arttı.
  • گفت زوتر بازگو تا حال چیست  ** این چنین آشوب و شور تو ز کیست  2540
  • Dedi ki: çabuk söyle, ne var? Kimden bu derece perişan oldun?
  • گفت من در ده شنیدم آنک شاه  ** زد منادی بر سر هر شاه‌راه 
  • Delkak cevap verdi: Köyde duydum ki padişah, her ana caddenin başında bir tellal bağırtmış.
  • که کسی خواهم که تازد در سه روز  ** تا سمرقند و دهم او را کنوز 
  • Üç günde Semerkant’a kadar gidecek adama hazineler bağışlatacağım demiş.
  • من شتابیدم بر تو بهر آن  ** تا بگویم که ندارم آن توان 
  • Koşa, koşa aceleyle geldim ki ben de o kudret olmadığını söyleyeyim.
  • این چنین چستی نیاید از چو من  ** باری این اومید را بر من متن 
  • Benden böyle çeviklik gelmez. Hiç olmazsa bunu benden umma!
  • گفت شه لعنت برین زودیت باد  ** که دو صد تشویش در شهر اوفتاد  2545
  • Padişah hay canına lânet olsun dedi, şehre yüzlerce korku saldın.
  • از برای این قدر خام‌ریش  ** آتش افکندی درین مرج و حشیش 
  • A ham herif, bu kadar şey için ota da ateş saldın, otlağa da.
  • هم‌چو این خامان با طبل و علم  ** که الاقانیم در فقر و عدم 
  • Şu davullu, bayraklı hamlar da, biz yokluk yurdundan haberciyiz diye bağırıp dururlar ya!
  • لاف شیخی در جهان انداخته  ** خویشتن را بایزیدی ساخته 
  • Hepsi dünyaya bir şeyhlik lâfıdır atmış, kendisini Beyazıd yerine koymuştur.
  • هم ز خود سالک شده واصل شده  ** محفلی واکرده در دعوی‌کده 
  • Kendi kendine yola girmiş, kendi kendine ulaşmış; bir dava yurdunda meclis kurmuştur.
  • خانه‌ی داماد پرآشوب و شر  ** قوم دختر را نبوده زین خبر  2550
  • Kendi kendisine gelin güvey olan gibi. Kız tarafını hiç bundan haberi yokken güvey evi birbirine girer.
  • ولوله که کار نیمی راست شد  ** شرطهایی که ز سوی ماست شد 
  • İş yarıdan yarıya düzeldi, biz, bize gereken şartları yerine getirdik.
  • خانه‌ها را روفتیم آراستیم  ** زین هوس سرمست و خوش برخاستیم 
  • Evleri süpürdük, bezedik. Bu hevesle âdeta sarhoş olduk, bu işe hoş bir surette giriştik der.
  • زان طرف آمد یکی پیغام نی  ** مرغی آمد این طرف زان بام نی 
  • Fakat o taraftan bir haber geldi mi hayır. O damdan bir kuş uçup bu yana ulaştı mı? Hayır!
  • زین رسالات مزید اندر مزید  ** یک جوابی زان حوالیتان رسید 
  • Bu birbiri üstüne ulanan elçilikler, bu gürültü patırtı üzerine o taraftan size bir cevap geldi mi? Ne gezer?
  • نی ولیکن یار ما زین آگهست  ** زانک از دل سوی دل لا بد رهست  2555
  • Gelmedi ama sevgilimiz biliyor ya. Mutlaka gönülden gönle yol vardır derler.