English    Türkçe    فارسی   

6
2603-2652

  • زخم در معنی فتد از خوی بد  ** چوب بر گرد اوفتد نه بر نمد 
  • Vurmak, hakikatte kötü huyadır. Kilim dövülmez, tozu dövülür.
  • بزم و زندن هست هر بهرام را  ** بزم مخلص را و زندان خام را 
  • Meclis de var, zindan da. Her ikisi de lâzım. Meclis ihlas sahibi olana, zindan ham kişiye.
  • شق باید ریش را مرهم کنی  ** چرک را در ریش مستحکم کنی  2605
  • Yarayı deşmek lazım. Deşeceğin yerde üstüne merhem korsan pisliği kökleştirmiş olursun.
  • تا خورد مر گوشت را در زیر آن  ** نیم سودی باشد و پنجه زیان 
  • Yaranın altındaki eti yer. Yarı faydası olsa elli tane ziyanı olur.
  • گفت دلقک من نمی‌گویم گذار  ** من همی‌گویم تحریی بیار 
  • Delkak, beni bırak demiyorum dedi, işi ara, sor, tahkik et diyorum.
  • هین ره صبر و تانی در مبند  ** صبر کن اندیشه می‌کن روز چند 
  • Sabır yolunu kapama, acele etme. Sabret de birkaç gün düşün.
  • در تانی بر یقینی بر زنی  ** گوش‌مال من بایقانی کنی 
  • Bu düşünce esnasında bir şeye iyice karar verirsin de kulağımı bilerek çekersin.
  • در روش یمشی مکبا خود چرا  ** چون همی‌شاید شدن در استوا  2610
  • Neden yürüyüşte “Yüzü üstünde sürünme” sözü söylenir? Daima doğru yürümek gerekken yüzüstü sürünme neden?
  • مشورت کن با گروه صالحان  ** بر پیمبر امر شاورهم بدان 
  • İyi kişilerle danış, görüş. Peygamber “İşlerini meşveretle yapar onlar” dedi, bunu böyle bil!
  • امرهم شوری برای این بود  ** کز تشاور سهو و کژ کمتر رود 
  • İşleri meşveretle yapmak, şunun içindir: Meşveretten hata ve eğrilik, az meydana gelir.
  • این خردها چون مصابیح انورست  ** بیست مصباح از یک روشن‌ترست 
  • Bu akıllar, aydın kandillere benzer. Elbette yirmi kandil bir kandilden daha ziyade aydınlık verir.
  • بوک مصباحی فتد اندر میان  ** مشتعل گشته ز نور آسمان 
  • Belki aralarına gökyüzünün nurundan yanmış bir kandil düşüverir.
  • غیرت حق پرده‌ای انگیختست  ** سفلی و علوی به هم آمیختست  2615
  • Tanrı gayreti, ortaya bir perde salmıştır. Aşağılık ve yücelik âlemine mensup olanları birbirine karıştırmış, karmıştır.
  • گفت سیروا می‌طلب اندر جهان  ** بخت و روزی را همی‌کن امتحان 
  • “Yürüyün âlemi gezin” demiştir. Sen de gez, dolaş da bahtını, rızkını sınaya dur.
  • در مجالس می‌طلب اندر عقول  ** آن چنان عقلی که بود اندر رسول 
  • Meclislerde, peygamber de bulunan akıl gibi bir akıl ara.
  • زانک میراث از رسول آنست و بس  ** که ببیند غیبها از پیش و پس 
  • Çünkü peygamberden, miras kalan ancak odur. Bu akıl, gaypları önden de görür, arttan da.
  • در بصرها می‌طلب هم آن بصر  ** که نتابد شرح آن این مختصر 
  • Bu kısa kesilen kitapta anlatılmasına imkan bulunmayan gözü de gözler arasında ara.
  • بهر این کردست منع آن با شکوه  ** از ترهب وز شدن خلوت به کوه  2620
  • İşte o azametli peygamber, rahipliği, dağlara çekilip yalnızca ibadet etmeyi bunun için menetmiştir.
  • تا نگردد فوت این نوع التقا  ** کان نظر بختست و اکسیر بقا 
  • İnsanlar birbirleri ile buluşsunlar diye bunu kaldırmıştır. Çünkü böyle bir göze sahip adamın bakışı bahttır, ebedilik iksiridir.
  • در میان صالحان یک اصلحیست  ** بر سر توقیعش از سلطان صحیست 
  • Temiz kişiler arasında tertemiz biri vardır ki padişah, onun fermanının üstüne “Şah” çekmiştir.
  • کان دعا شد با اجابت مقترن  ** کفو او نبود کبار انس و جن 
  • Onun duası, icabet edilir. İnsanların, cinlerin en ulularının içinde bile ona eşit yoktur.
  • در مری‌اش آنک حلو و حامض است  ** حجت ایشان بر حق داحض است 
  • Onunla inada girişen, ister tatlı olsun, ister ekşi; Tanrı’ya karşı hiçbir delili yoktur.
  • که چو ما او را به خود افراشتیم  ** عذر و حجت از میان بر داشتیم  2625
  • Çünkü biz onu yücelttik... Özrü, delili ortadan kaldırdık.
  • قبله را چون کرد دست حق عیان  ** پس تحری بعد ازین مردود دان 
  • Tanrı, kıbleyi ortaya apaçık bir surette çıkardı mı bil ki artık kıble aramak abestir.
  • هین بگردان از تحری رو و سر  ** که پدید آمد معاد و مستقر 
  • Kendine gel, araştırmadan yüz çevir, başını döndürüp durma artık. Döneceğin yer ve konaklayacağın mekân, meydanda işte.
  • یک زمان زین قبله گر ذاهل شوی  ** سخره‌ی هر قبله‌ی باطل شوی 
  • Bu kıbleden bir an gafil oldun mu her batıl kıblenin maskarası oldun gitti.
  • چون شوی تمییزده را ناسپاس  ** بجهد از تو خطرت قبله‌شناس 
  • Sana temyiz verene hamd etmezsen kıbleyi tanıma kabiliyetini kaybedersin.
  • گر ازین انبار خواهی بر و بر  ** نیم‌ساعت هم ز همدردان مبر  2630
  • Bu ambardan bir şey elde etmek, bir ihsana uğramak niyetindeysen seninle hemdert olanlardan bir an bile ayrılma.
  • که در آن دم که ببری زین معین  ** مبتلی گردی تو با بس القرین 
  • Çünkü bu yardımcıdan ayrıldığın an kötü bir arkadaşın derdine uğrarsın.
  • حکایت تعلق موش با چغز و بستن پای هر دو به رشته‌ای دراز و بر کشیدن زاغ موش را و معلق شدن چغز و نالیدن و پشیمانی او از تعلق با غیر جنس و با جنس خود ناساختن 
  • Farenin kurbağayla arkadaş olması, ayaklarını uzun bir iple bağlamaları, karganın fareyi yakalaması kurbağanın da ona bağlı olarak havalanması, feryat ve figana başlaması, kendi cinsinden olmayan bir hayvanla dost olduğuna pişman olması
  • از قضا موشی و چغزی با وفا  ** بر لب جو گشته بودند آشنا 
  • Tesadüf bu ya, bir fare, vefalı bir kurbağa ile su başında tanıştılar.
  • هر دو تن مربوط میقاتی شدند  ** هر صباحی گوشه‌ای می‌آمدند 
  • Her ikisi de bir buluşma zamanı tayin ettiler. Her sabah bir bucaktan çıkıyorlar,
  • نرد دل با هم‌دگر می‌باختند  ** از وساوس سینه می‌پرداختند 
  • Birbirleri ile gönül tavlası, oynuyorlar, gönüllerini vesveseden arıtıyorlardı.
  • هر دو را دل از تلاقی متسع  ** هم‌دگر را قصه‌خوان و مستمع  2635
  • Bu buluşmadan ikisinin de gönlü ferahlıyor, birbirlerine hikâyeler anlatıyorlar, birini söylediğini öbürü dinliyordu.
  • رازگویان با زبان و بی‌زبان  ** الجماعه رحمه را تاویل دان 
  • Gâh baş diliyle, gâh hal diliyle sırlarını ortaya koyuyorlar. “Topluluk rahmettir” sözünü tevil diyorlardı.
  • آن اشر چون جفت آن شاد آمدی  ** پنج ساله قصه‌اش یاد آمدی 
  • O kötü mahlûk, kurbağa ile eş oldu mu neşeleniyor, beş yıllık vakaları hatırlıyordu.
  • جوش نطق از دل نشان دوستیست  ** بستگی نطق از بی‌الفتیست 
  • Sözün coşması, ulanıp gitmesi, dostluk nişanesidir. Söz söyleyememekte ülfetsizliktendir.
  • دل که دلبر دید کی ماند ترش  ** بلبلی گل دید کی ماند خمش 
  • Gönül, dilberi gördü mü nasıl olur da suratı ekşi bir halde kalır? Bülbül, gül görür de nasıl susar?
  • ماهی بریان ز آسیب خضر  ** زنده شد در بحر گشت او مستقر  2640
  • Kızarmış balık bile, Hızır’ın himmetiyle dirildi, denize sıçradı, orada karar kıldı.
  • یار را با یار چون بنشسته شد  ** صد هزاران لوح سر دانسته شد 
  • Sevgili, sevgilisiyle beraber oturdu mu yüz binlerce sır levhini bilir.
  • لوح محفوظ است پیشانی یار  ** راز کونینش نماید آشکار 
  • Sevgilinin alnı Levhi mahfuzdur. Dost, onun alnından iki âlemin sırrını da apaçık görür.
  • هادی راهست یار اندر قدوم  ** مصطفی زین گفت اصحابی نجوم 
  • Dost kudümiyle âdeta yol kılavuzudur. Mustafa, bunun için, “Sahabem yıldıza benzer” demiştir.
  • نجم اندر ریگ و دریا رهنماست  ** چشم اندر نجم نه کو مقتداست 
  • Yıldız çölde de kılavuzdur, denizde de. Yıldıza göz dik, o kılavuzdur, yol gösterir.
  • چشم را با روی او می‌دار جفت  ** گرد منگیزان ز راه بحث و گفت  2645
  • Gözünü onun yüzüne eş et. Onunla bahse girişmeye kalkma, bu çeşit hareketlerle toz koparma.
  • زانک گردد نجم پنهان زان غبار  ** چشم بهتر از زبان با عثار 
  • Çünkü o tozla yıldız, görünmez olur. Halbuki göz, sürçen dilden elbette daha iyidir.
  • تا بگوید او که وحیستش شعار  ** کان نشاند گرد و ننگیزد غبار 
  • Yalnız Tanrı’dan vahiy alan kişi söylerse o başka. Çünkü o toz koparmaz, tozu yatıştırır.
  • چون شد آدم مظهر وحی و وداد  ** ناطقه‌ی او علم الاسما گشاد 
  • Âdem, vahiy ve sevgiye mazhar olunca sözü “Allemel esmâ” sırrını açtı.
  • نام هر چیزی چنانک هست آن  ** از صحیفه‌ی دل روی گشتش زبان 
  • Her şeyin adı nasılsa öylece gönül sahifesinden diline aktı, her şeyi bildirdi.
  • فاش می‌گفتی زبان از ریتش  ** جمله را خاصیت و ماهیتش  2650
  • Her şeyi gönül gözü görmüştü, onun için hepsinin hassasını ve mahiyetini apaçık söylüyordu.
  • آنچنان نامی که اشیا را سزد  ** نه چنانک حیز را خواند اسد 
  • Her şeye lâyık olan adı söyledi, puşta aslan demedi.
  • نوح نهصد سال در راه سوی  ** بود هر روزیش تذکیر نوی 
  • Nuh da tam dokuz yüz yıl doğru yolda vaaz etti. Her gün yeni bir öğüt verdi.