English    Türkçe    فارسی   

6
2669-2718

  • پنج وقت آمد نماز و رهنمون  ** عاشقان را فی صلاة دائمون 
  • Namaz ve yol gösteren ibadet, beş vakit olarak farz edildi. Fakat âşıklar daima namazdadır.
  • نه به پنج آرام گیرد آن خمار  ** که در آن سرهاست نی پانصد هزار  2670
  • Ve sarhoşluk o başlardaki mahmurluk, ne beş vakitle yatışır, ne beş yüz bin vakitle.
  • نیست زر غبا وظیفه‌ی عاشقان  ** سخت مستسقیست جان صادقان 
  • “Beni az ziyaret et” sözü âşıklara göre değildir. Doğru özlü âşıkların canı, pek susuzdur.
  • نیست زر غبا وظیفه‌ی ماهیان  ** زانک بی‌دریا ندارند انس جان 
  • “Beni az ziyaret et “sözü, balıklara göre değildir. Çünkü onların canları, deniz olmadıkça hiçbir şeyle ünsiyet edemez.
  • آب این دریا که هایل بقعه‌ایست  ** با خمار ماهیان خود جرعه‌ایست 
  • Bu denizin suyu pek korkunçtur ama balıkların mahmurluğuna göre bir yudumcuktur.
  • یک دم هجران بر عاشق چو سال  ** وصل سالی متصل پیشش خیال 
  • Âşığa bir an ayrılık, bir yıl gibi gelir. Bir yıllık vuslat bile onca bir hayalden ibarettir.
  • عشق مستسقیست مستسقی‌طلب  ** در پی هم این و آن چون روز و شب  2675
  • Aşk susuzdur, susuzu arar. Bunlar, geceyle gündüz gibi birbirinin ardına düşmüşlerdir.
  • روز بر شب عاشقست و مضطرست  ** چون ببینی شب برو عاشق‌ترست 
  • Gündüz geceye âşıktır, onsuz olamaz. Fakat bakarsan görürsün ki gece, ona, ondan ziyade âşıktır.
  • نیستشان از جست‌وجو یک لحظه‌ایست  ** از پی همشان یکی دم ایست نیست 
  • Onlar,birbirlerini aramadan bir lâhza bile durmazlar. Daima, birbirlerinin ardından koşup dururlar.
  • این گرفته پای آن آن گوش این  ** این بر آن مدهوش و آن بی‌هوش این 
  • Bu onun ayağına yapışmıştır. O, bunun kulağına. Bu, ona hayrandır, o, buna âşık.
  • در دل معشوق جمله عاشق است  ** در دل عذرا همیشه وامق است 
  • Sevgilinin gönlünce herkes âşıktır, herkesi âşık görür o. Azra'nın gönlünde daima Vamık vardır.
  • در دل عاشق به جز معشوق نیست  ** در میانشان فارق و فاروق نیست  2680
  • Âşığın gönlünde de sevgiliden başka kimse yoktur. Onların aralarında ne az, ne çok fark edici bir şey olamaz, onları birbirinden ayıracak kimse bulunamaz.
  • بر یکی اشتر بود این دو درا  ** پس چه زر غبا بگنجد این دو را 
  • Bu iki çan bir devededir. Artık buraya “Az ziyaret et” sözü nasıl sığar?
  • هیچ کس با خویش زر غبا نمود  ** هیچ کس با خود به نوبت یار بود 
  • Hiç kimse,kendisine “Beni az ziyaret et” der mi? Hiç kimse kendisine nöbetle zamanla dost olur mu?
  • آن یکیی نه که عقلش فهم کرد  ** فهم این موقوف شد بر مرگ مرد 
  • Bu birlik aklın alacağı şey değildir. Bunu anlamak, insanın ölümüne bağlıdır.
  • ور به عقل ادراک این ممکن بدی  ** قهر نفس از بهر چه واجب شدی 
  • Eğer bu, akılla anlaşılsaydı, insanın nefsini öldürmesi neden vacip olurdu ki?
  • با چنان رحمت که دارد شاه هش  ** بی‌ضرورت چون بگوید نفس کش  2685
  • Akıllar padişahı, bu kadar merhametliyken nasıl olur da zaruretsiz olarak insana “Kendini öldür” der?
  • مبالغه کردن موش در لابه و زاری و وصلت جستن از چغز آبی 
  • Farenin, kurbağaya pek çok yalvarması ve arada bir vasıta bulmak için sızlanması
  • گفت کای یار عزیز مهرکار  ** من ندارم بی‌رخت یک‌دم قرار 
  • Fare dedi ki: Ey merhametli, sevgili dost, ben seni görmedikçe bir an bile karar edemiyorum.
  • روز نور و مکسب و تابم توی  ** شب قرار و سلوت و خوابم توی 
  • Gündüzün nurum, kazancım, ışığım sensin; geceleyin kararım, neşem, uykum sen.
  • از مروت باشد ار شادم کنی  ** وقت و بی‌وقت از کرم یادم کنی 
  • Beni sevindir, vakitli vakitsiz kerem eder anarsın lûtfedersin.
  • در شبان‌روزی وظیفه‌ی چاشتگاه  ** راتبه کردی وصال ای نیک‌خواه 
  • Ey iyiliğimi isteyen, buluşmak için yirmi dört saatte bir kuşluk çağını tâyin ettin.
  • پانصد استسقاستم اندر جگر  ** با هر استسقا قرین جوع البقر  2690
  • Fakat ciğerim yanıyor, beş yüz kere susuzum, her susuzluğumda bir öküz açlığı var âdeta.
  • بی‌نیازی از غم من ای امیر  ** ده زکات جاه و بنگر در فقیر 
  • Benim derdimden haberin bile yok. Mevkiinin zekâtını ver de bu yoksula bir bak.
  • این فقیر بی‌ادب نا درخورست  ** لیک لطف عام تو زان برترست 
  • Bu bîedep yoksul, buna lâyık değil ama senin umumî lûtfun, bundan çok üstün.
  • می‌نجوید لطف عام تو سند  ** آفتابی بر حدثها می‌زند 
  • Herkese lûtfetmektesin. Lûtfetmen için bir lüzuma hacet yok. Güneş, pisliklere de vurur.
  • نور او را زان زیانی نابده  ** وان حدث از خشکیی هیزم شده 
  • Fakat nuruna bir ziyan gelmez. O pislik, onun hararetiyle kurur, odun haline gelir.
  • تا حدث در گلخنی شد نور یافت  ** در در و دیوار حمامی بتافت  2695
  • Bu yüzden de bir külhana girer, nurlanır, hamamın kapısını duvarını kızdırır, parlatır.
  • بود آلایش شد آرایش کنون  ** چون برو بر خواند خورشید آن فسون 
  • Pisken bezenir, nurlanır. Çünkü güneş, ona öyle bir afsun okumuştur işte.
  • شمس هم معده‌ی زمین را گرم کرد  ** تا زمین باقی حدثها را بخورد 
  • Güneş yeryüzünün içini de kızdırır da artakalan pislikleri yer.
  • جزو خاکی گشت و رست از وی نبات  ** هکذا یمحو الاله السیات 
  • Bu pislikler, bu suretle toprağın cüzü olur, ondan otlar biter. İşte Tanrı da kötülükleri iyiliklere böyle çevirir.
  • با حدث که بترینست این کند  ** کش نبات و نرگس و نسرین کند 
  • Güneş en kötü şey olan pisliğe bunu yaparsa yeşilliklere, güllere, nergislere neler yapmaz?
  • تا به نسرین مناسک در وفا  ** حق چه بخشد در جزا و در عطا  2700
  • Bir düşün, Tanrı da ibadet güllerine karşılık ne vefada bulunur, ne mükâfatlar verir, ne ihsanlar eder.
  • چون خبیثان را چنین خلعت دهد  ** طیبین را تا چه بخشد در رصد 
  • Kötülüklere böyle elbiseler verirse temizlere neler bağışlar?
  • آن دهد حقشان که لا عین رات  ** که نگنجد در زبان و در لغت 
  • Tanrı onlara gözlerin görmediği şeyler verir. Dile, lûgata sığmaz lûtuflar eder.
  • ما کییم این را بیا ای یار من  ** روز من روشن کن از خلق حسن 
  • Biz kimiz ki bu derece lûtfu hak edelim? Gel sevgili, güzel huyunla benim günümü de aydınlat.
  • منگر اندر زشتی و مکروهیم  ** که ز پر زهری چو مار کوهیم 
  • Çirkinliğime, kötülüğüme bakma. Dağdaki yılan gibi zehirlerle doluyum ben.
  • ای که من زشت و خصالم جمله زشت  ** چون شوم گل چون مرا او خار کشت  2705
  • Ben çirkinim, huylarım da tamamı ile çirkin. Beni diken olarak dikti, artık ben nasıl gül olabilirim?
  • نوبهار حسن گل ده خار را  ** زینت طاووس ده این مار را 
  • Dikene güldeki güzelliğin ilk baharını ver. Bu yılana tavus güzelliğini sen ihsan et.
  • در کمال زشتیم من منتهی  ** لطف تو در فضل و در فن منتهی 
  • Çirkinliğin son derecesine varmışım ben. Fakat senin lûtfun da ihsan etmede son derecededir.
  • حاجت این منتهی زان منتهی  ** تو بر آر ای حسرت سرو سهی 
  • Bu kötülüğün çirkinliğin son derecesine varmış olan kulun hacetini, son derecede olan lûtfunla reva et ey usul boylu selvilerin bile haset ettikleri güzel!
  • چون بمیرم فضل تو خواهد گریست  ** از کرم گرچه ز حاجت او بریست 
  • Ben ölürsem yine senin lûtfun, bana gözyaşı döker, kerem sahibisin, buna ihtiyacın yoktur ama yine sen ağlarsın bana.
  • بر سر گورم بسی خواهد نشست  ** خواهد از چشم لطیفش اشک جست  2710
  • Mezarımın başında çok oturursun. O güzel gözlerinden çok yaşlar akar.
  • نوحه خواهد کرد بر محرومیم  ** چشم خواهد بست از مظلومیم 
  • Mahrumiyetime ağlar, mazlumluğuma gözlerini yumup yaş dökersin sen.
  • اندکی زان لطفها اکنون بکن  ** حلقه‌ای در گوش من کن زان سخن 
  • İyisi mi o lûtufların birazcığını şimdi yap. O sözleri, şimdi benim kulağıma küpe et.
  • آنک خواهی گفت تو با خاک من  ** برفشان بر مدرک غمناک من 
  • Toprağıma söyleyeceğin sözleri şu gamla kulağıma saç, şimdi söyle bana.
  • لابه کردن موش مر چغز را کی بهانه میندیش و در نسیه مینداز انجاح این حاجت مرا کی فی التاخیر آفات و الصوفی ابن الوقت و ابن دست از دامن پدر باز ندارد و اب مشفق صوفی کی وقتست او را بنگرش به فردا محتاج نگرداند چندانش مستغرق دارد در گلزار سریع الحسابی خویش نه چون عوام منتظر مستقبل نباشد نهری باشد نه دهری کی لا صباح عند الله و لا مساء ماضی و مستقبل و ازل و ابد آنجا نباشد آدم سابق و دجال مسبوق نباشد کی این رسوم در خطه‌ی عقل جز وی است و روح حیوانی در عالم لا مکان و لا زمان این رسوم نباشد پس او ابن وقتیست کی لا یفهم منه الا نفی تفرقة الا زمنة چنانک از الله واحد فهم شود نفی دوی نی حقیقت واحدی 
  • Farenin “ Bahaneler icadetme. İşi yarına bırakıp savsaklama. Bu hacetimi hemen yerine getir. İleriye atmada âfetler, tehlikeler vardır. Sofi, vakit oğludur. Oğul, babasının eteğinden el çekmez. Sofinin esirgeyici babası olan vakit de onu, yarına bakmaya muhtaç etmez, sağıncılık halka benzemez. O, gelecek zamanı beklemez. Nehre mensuptur, daima oluş halindedir, dehre mensup değildir, zamana mukayyet olmaz. Çünkü “ Tanrı yanında ne sabah vardır, ne akşam.” Geçmiş, gelecek, ezel ve ebed, orada yoktur. Geçmiş Âdem’le gelecek Deccâl oraya sığmaz. Bunlar, aklı cüzi’nin ve hayvanî ruhun sahasındaki şeylerdir. Mekânsızlık ve zamansızlık âleminde bunlar yoktur. Şu halde Tanrı birdir dendi mi, nasıl bir olan hakikatın değil, ikiliğin olmadığı anlaşılırsa sofi, vakit oğludur sözünden de geçmişin, içinde bulunduğumuz zamanın ve gelecek zamanın, ezel ve ebedin yokluğu anlaşılır” diyerek kurbağaya yalvarması.
  • صوفیی را گفت خواجه‌ی سیم‌پاش  ** ای قدمهای ترا جانم فراش 
  • Gümüş paralar veren bir ihsan sahibi, sofinin birine dedi ki: Ey ayaklarının altına canımı döşediğim zat.
  • یک درم خواهی تو امروز ای شهم  ** یا که فردا چاشتگاهی سه درم  2715
  • Ey padişahım! Bugün sana bir kuruş mu vereyim, yoksa yarın kuşluk çağında üç kuruş mu? Hangisini istersin?
  • گفت دی نیم درم راضی‌ترم  ** زانک امروز این و فردا صد درم 
  • Sofi dedi ki: Bugünkü de vaat, yarınki de. Dün yarım kuruş verseydin bugün elimde olsaydı. Buna, bugünkü vereceğin bir kuruştan da daha ziyade sevinirdim, yarın vereceğin yüz kuruştan da.
  • سیلی نقد از عطاء نسیه به  ** نک قفا پیشت کشیدم نقد ده 
  • Peşin sille, veresiye keremden hayırlıdır. İşte kafam önünde, başımı eğiyorum, vur, tek peşin olsun!
  • خاصه آن سیلی که از دست توست  ** که قفا و سیلیش مست توست 
  • Hele sille, senden geldikten sonra hiç gam yemem. Baş da o elin sarhoşudur, sille de.