English    Türkçe    فارسی   

6
3160-3209

  • بلک باید دل سوی بی‌سوی بست  ** نحس این سو عکس نحس بی‌سو است  3160
  • Hattâ gönlü, mekânsızlık mekânına bağlamak gerek. Burada zuhur eden yomsuzluk, o mekânsızlık âleminin bir aksinden ibarettir.
  • داد داد حق شناس و بخششش  ** عکس آن دادست اندر پنج و شش 
  • Vergiyi Tanrı vergisi, ihsanı Tanrı ihsanı bil. Çünkü bu aksi, beş duygu âlemiyle altı cihet âlemine veren odur.
  • گر بود داد خسان افزون ز ریگ  ** تو بمیری وآن بماند مردریگ 
  • Aşağılık kimselerin ihsanı, kumdan artık bile olsa yine sen ölürsün, o vergiler senden arda kalır.
  • عکس آخر چند پاید در نظر  ** اصل بینی پیشه کن ای کژنگر 
  • Akis, gözde ne kadar kalabilir ki? Ey eğri gören, aslı görmeyi kendine hüner yap.
  • حق چو بخشش کرد بر اهل نیاز  ** با عطا بخشیدشان عمر دراز 
  • Tanrı, yalvarıp yakaranlara ihsanda bulundu mu onlara ihsan ettiği şeylerle beraber uzun bir ömür bağışlar.
  • خالدین شد نعمت و منعم علیه  ** محیی الموتاست فاجتازوا الیه  3165
  • Nimeti de ebedîdir onun, nimet ettiği de ebedîlik verir. O, ölüleri bile diriltir, ona baş vurun!
  • داد حق با تو در آمیزد چو جان  ** آنچنان که آن تو باشی و تو آن 
  • Tanrı, lûtfetti mi o lûtuf, can gibi sana karışır, seninle bir olur. Âdeta sen o olursun, o, sen olur.
  • گر نماند اشتهای نان و آب  ** بدهدت بی این دو قوت مستطاب 
  • Sende ekmek ve suya iştah yoksa bu ikisi de olmaksızın sana tertemiz bir rızk verir yine.
  • فربهی گر رفت حق در لاغری  ** فربهی پنهانت بخشد آن سری 
  • Semizliğin gittiyse Tanrı, gayb âleminden lûtfeder, sana zayıflıkta bir gizli semizlik, şişmanlık verir.
  • چون پری را قوت از بو می‌دهد  ** هر ملک را قوت جان او می‌دهد 
  • O peri ve cine kokuyu gıda etmiş, meleklere can gıdası vermiştir.
  • جان چه باشد که تو سازی زو سند  ** حق به عشق خویش زنده‌ت می‌کند  3170
  • Can nedir ki ona dayanıyorsun? Tanrı kendi aşkı ile seni diriltir.
  • زو حیات عشق خواه و جان مخواه  ** تو ازو آن رزق خواه و نان مخواه 
  • Ondan aşk diriliği iste, can isteme. O rızkı iste, ekmek dileme.
  • خلق را چون آب دان صاف و زلال  ** اندر آن تابان صفات ذوالجلال 
  • Halkı su gibi arı duru bil. O suya akseden, ululuk ıssı Tanrı’nın sıfatlarıdır.
  • علمشان و عدلشان و لطفشان  ** چون ستاره‌ی چرخ در آب روان 
  • Onların bilgileri, adaletleri, lûtufları akar suya aksetmiş yıldıza benzer.
  • پادشاهان مظهر شاهی حق  ** فاضلان مرآت آگاهی حق 
  • Padişahlar, Tanrı saltanatına mazhardır; bilgi sahipleri, Tanrı bilgisinin aynasıdır.
  • قرنها بگذشت و این قرن نویست  ** ماه آن ماهست آب آن آب نیست  3175
  • Zamanlar geçti gitti. Bu yeni bir zaman. Ay, o ay ama su, o su değil.
  • عدل آن عدلست و فضل آن فضل هم  ** لیک مستبدل شد آن قرن و امم 
  • Adalet, o adalet. Bilgi de, o bilgi. Fakat o zamanlarda gelip geçen ümmetler, geldiler geçtiler.
  • قرنها بر قرنها رفت ای همام  ** وین معانی بر قرار و بر دوام 
  • Ey akıllı er, zamanlar, zamanların üstüne geldi; hepsi be birer birer bir teviye gelip geçti. Fakat şu mânalar, daimi ve hep o.
  • آن مبدل شد درین جو چند بار  ** عکس ماه و عکس اختر بر قرار 
  • O arktaki su kaç kere değişti. Fakat ayın aksiyle yıldızların aksi hep var.
  • پس بنااش نیست بر آب روان  ** بلک بر اقطار عرض آسمان 
  • Çünkü yapısı, su üstüne kurulmamış, gökyüzü sahasında onlar.
  • این صفتها چون نجوم معنویست  ** دانک بر چرخ معانی مستویست  3180
  • Bu sıfatlar, bil ki mâna yıldızları gibi mâna göklerindedir.
  • خوب‌رویان آینه‌ی خوبی او  ** عشق ایشان عکس مطلوبی او 
  • Güzeller, onun güzelliğinin aynası. Onlardaki aşk, onun istemesinin aksi.
  • هم به اصل خود رود این خد و خال  ** دایما در آب کی ماند خیال 
  • Bu göz kaş, bu boy pos, daima aslına gider durur. Suya akseden hayal, kalır mı hiç?
  • جمله تصویرات عکس آب جوست  ** چون بمالی چشم خود خود جمله اوست 
  • Bütün tasvirler, ırmak suyundaki akislerdir. Gökyüzünü ovdun mu görürsün ki hepsi de o.
  • باز عقلش گفت بگذار این حول  ** خل دوشابست و دوشابست خل 
  • Derken o garibin aklı dedi ki: Şu şaşılığı bırak. Sirke pekmezdir, pekmez de sirke.
  • خواجه را چون غیر گفتی از قصور  ** شرم‌دار ای احول از شاه غیور  3185
  • O muhtesibi, noksanın yüzünden ayrı bildin. Gayretli padişahlardan utan a şaşı!
  • خواجه را که در گذشتست از اثیر  ** جنس این موشان تاریکی مگیر 
  • Havanın üstündeki esîrden bile ileri gitmiş olan zatı şu karanlıklarda oturan farelerden sayma.
  • خواجه‌ی جان بین مبین جسم گران  ** مغز بین او را مبینش استخوان 
  • Onu can olarak gör, ağır cisim olarak görme. Onu beyin gör, kemik olarak görme.
  • خواجه را از چشم ابلیس لعین  ** منگر و نسبت مکن او را به طین 
  • Ona melun iblisin gözü ile bakma, onu toprağa mensup sayma.
  • همره خورشید را شب‌پر مخوان  ** آنک او مسجود شد ساجد مدان 
  • Güneşle yoldaş olana yarasa deme. Kendisine secde edileni secde eder bilme.
  • عکس‌ها را ماند این و عکس نیست  ** در مثال عکس حق بنمودنیست  3190
  • Bu da akislere benzer ama akis değildir. Akis suretinde Tanrı’nın görünüşüdür bu.
  • آفتابی دید او جامد نماند  ** روغن گل روغن کنجد نماند 
  • O, bir güneş görmüştür, cansız ve donmuş bir halde kalmamıştır. Şırlağan yağı, gül yağı olmuştur; şırlağan yağı kalmamıştır.
  • چون مبدل گشته‌اند ابدال حق  ** نیستند از خلق بر گردان ورق 
  • Tanrı Abdâl’i de, fâni varlıklarını değiştirdiler mi artık halktan değildirler, çevir bu yaprağı.
  • قبله‌ی وحدانیت دو چون بود  ** خاک مسجود ملایک چون شود 
  • Birlik kıblesi, nasıl olur da iki olur? Toprak, nasıl olur da meleklerin secde ettikleri bir şey olabilir?
  • چون درین جو دیدعکس سیب مرد  ** دامنش را دید آن پر سیب کرد 
  • Adam, bu ırmakta elma aksini gördü ama bu görüşü de, eteğini elmayla doldurdu.
  • آنچ در جو دید کی باشد خیال  ** چونک شد از دیدنش پر صد جوال  3195
  • Bu görüşü, yüzlerce çuvalı elmayla doldurdu. Artık, ırmakta gördüğü, nasıl olur da hayal olur?
  • تن مبین و آن مکن کان بکم و صم  ** کذبوا بالحق لما جائهم 
  • Ten görme de o sağır ve dilsizler gibi kendilerine doğru bir şey söylenince inkâr edenlerden olma.
  • ما رمیت اذ رمیت احمد بدست  ** دیدن او دیدن خالق شدست 
  • O zat, “Attığın vakit sen atmadın, Tanrı attı” sırrına mazhar olmuştur. Onun gürüşü, Tanrı görüşüdür.
  • خدمت او خدمت حق کردنست  ** روز دیدن دیدن این روزنست 
  • Ona hizmet Tanrı’ya hizmettir. Gündüzü görmek, bu pencereyi görmektir.
  • خاصه این روزن درخشان از خودست  ** نی ودیعه‌ی آفتاب و فرقدست 
  • Hele şu pencere yok mu? O, kendinden parlamadadır. Ondaki nur, güneşin, yahut Ferkad yıldızının eğreti nuru değildir.
  • هم از آن خورشید زد بر روزنی  ** لیک از راه و سوی معهود نی  3200
  • O pencereye vuran nur da yine o güneştendir ama bilinen yoldan, bilinen taraftan gelmemiştir o.
  • در میان شمس و این روزن رهی  ** هست روزنها نشد زو آگهی 
  • Bu pencereyle güneş arasında öyle bir yol vardır ki başka pencereler, o yolu bilmez.
  • تا اگر ابری بر آید چرخ‌پوش  ** اندرین روزن بود نورش به جوش 
  • Bir bulut gelse de güneşi örtse güneşin nuru bu pencereden köpürür, çağlar.
  • غیر راه این هوا و شش جهت  ** در میان روزن و خور مالفت 
  • Bu pencereyle güneş arasında şu havayla altı cihetten başka bir yoldan bir ülfet, bir ünsiyet vardır.
  • مدحت و تسبیح او تسبیح حق  ** میوه می‌روید ز عین این طبق 
  • Onu övmek, onu tesbih etmek, Tanrı’yı övmek, Tanrı’yı tesbih etmektir. Bu tabağın meyvesi, kendiliğinden biter.
  • سیب روید زین سبد خوش لخت لخت  ** عیب نبود گر نهی نامش درخت  3205
  • Bu sebepten salkım salkım elmalar biter. Bu sepete ağaç adını taksan hiç yanlış olmaz.
  • این سبد را تو درخت سیب خوان  ** که میان هر دو راه آمد نهان 
  • Bu sepete elma ağacı de. İkisinin arasında gizli bir yol var zaten.
  • آنچ روید از درخت بارور  ** زین سبد روید همان نوع از ثمر 
  • Meyve veren bir ağaçtan ne biterse aynen bu sepetten de biter, bu sepet de o çeşit meyveleri verir.
  • پس سبد را تو درخت بخت بین  ** زیر سایه‌ی این سبد خوش می‌نشین 
  • Şu halde artık sepeti baht ağacı gör de bu sepetin gölgesinde bir hoşça otur.
  • نان چو اطلاق آورد ای مهربان  ** نان چرا می‌گوییش محموده خوان 
  • Ekmek, insana mülâyemet verince ey sevgili dost, artık neden ona ekmek dersin? Mahmude de.