English    Türkçe    فارسی   

6
3173-3222

  • علمشان و عدلشان و لطفشان  ** چون ستاره‌ی چرخ در آب روان 
  • Onların bilgileri, adaletleri, lûtufları akar suya aksetmiş yıldıza benzer.
  • پادشاهان مظهر شاهی حق  ** فاضلان مرآت آگاهی حق 
  • Padişahlar, Tanrı saltanatına mazhardır; bilgi sahipleri, Tanrı bilgisinin aynasıdır.
  • قرنها بگذشت و این قرن نویست  ** ماه آن ماهست آب آن آب نیست  3175
  • Zamanlar geçti gitti. Bu yeni bir zaman. Ay, o ay ama su, o su değil.
  • عدل آن عدلست و فضل آن فضل هم  ** لیک مستبدل شد آن قرن و امم 
  • Adalet, o adalet. Bilgi de, o bilgi. Fakat o zamanlarda gelip geçen ümmetler, geldiler geçtiler.
  • قرنها بر قرنها رفت ای همام  ** وین معانی بر قرار و بر دوام 
  • Ey akıllı er, zamanlar, zamanların üstüne geldi; hepsi be birer birer bir teviye gelip geçti. Fakat şu mânalar, daimi ve hep o.
  • آن مبدل شد درین جو چند بار  ** عکس ماه و عکس اختر بر قرار 
  • O arktaki su kaç kere değişti. Fakat ayın aksiyle yıldızların aksi hep var.
  • پس بنااش نیست بر آب روان  ** بلک بر اقطار عرض آسمان 
  • Çünkü yapısı, su üstüne kurulmamış, gökyüzü sahasında onlar.
  • این صفتها چون نجوم معنویست  ** دانک بر چرخ معانی مستویست  3180
  • Bu sıfatlar, bil ki mâna yıldızları gibi mâna göklerindedir.
  • خوب‌رویان آینه‌ی خوبی او  ** عشق ایشان عکس مطلوبی او 
  • Güzeller, onun güzelliğinin aynası. Onlardaki aşk, onun istemesinin aksi.
  • هم به اصل خود رود این خد و خال  ** دایما در آب کی ماند خیال 
  • Bu göz kaş, bu boy pos, daima aslına gider durur. Suya akseden hayal, kalır mı hiç?
  • جمله تصویرات عکس آب جوست  ** چون بمالی چشم خود خود جمله اوست 
  • Bütün tasvirler, ırmak suyundaki akislerdir. Gökyüzünü ovdun mu görürsün ki hepsi de o.
  • باز عقلش گفت بگذار این حول  ** خل دوشابست و دوشابست خل 
  • Derken o garibin aklı dedi ki: Şu şaşılığı bırak. Sirke pekmezdir, pekmez de sirke.
  • خواجه را چون غیر گفتی از قصور  ** شرم‌دار ای احول از شاه غیور  3185
  • O muhtesibi, noksanın yüzünden ayrı bildin. Gayretli padişahlardan utan a şaşı!
  • خواجه را که در گذشتست از اثیر  ** جنس این موشان تاریکی مگیر 
  • Havanın üstündeki esîrden bile ileri gitmiş olan zatı şu karanlıklarda oturan farelerden sayma.
  • خواجه‌ی جان بین مبین جسم گران  ** مغز بین او را مبینش استخوان 
  • Onu can olarak gör, ağır cisim olarak görme. Onu beyin gör, kemik olarak görme.
  • خواجه را از چشم ابلیس لعین  ** منگر و نسبت مکن او را به طین 
  • Ona melun iblisin gözü ile bakma, onu toprağa mensup sayma.
  • همره خورشید را شب‌پر مخوان  ** آنک او مسجود شد ساجد مدان 
  • Güneşle yoldaş olana yarasa deme. Kendisine secde edileni secde eder bilme.
  • عکس‌ها را ماند این و عکس نیست  ** در مثال عکس حق بنمودنیست  3190
  • Bu da akislere benzer ama akis değildir. Akis suretinde Tanrı’nın görünüşüdür bu.
  • آفتابی دید او جامد نماند  ** روغن گل روغن کنجد نماند 
  • O, bir güneş görmüştür, cansız ve donmuş bir halde kalmamıştır. Şırlağan yağı, gül yağı olmuştur; şırlağan yağı kalmamıştır.
  • چون مبدل گشته‌اند ابدال حق  ** نیستند از خلق بر گردان ورق 
  • Tanrı Abdâl’i de, fâni varlıklarını değiştirdiler mi artık halktan değildirler, çevir bu yaprağı.
  • قبله‌ی وحدانیت دو چون بود  ** خاک مسجود ملایک چون شود 
  • Birlik kıblesi, nasıl olur da iki olur? Toprak, nasıl olur da meleklerin secde ettikleri bir şey olabilir?
  • چون درین جو دیدعکس سیب مرد  ** دامنش را دید آن پر سیب کرد 
  • Adam, bu ırmakta elma aksini gördü ama bu görüşü de, eteğini elmayla doldurdu.
  • آنچ در جو دید کی باشد خیال  ** چونک شد از دیدنش پر صد جوال  3195
  • Bu görüşü, yüzlerce çuvalı elmayla doldurdu. Artık, ırmakta gördüğü, nasıl olur da hayal olur?
  • تن مبین و آن مکن کان بکم و صم  ** کذبوا بالحق لما جائهم 
  • Ten görme de o sağır ve dilsizler gibi kendilerine doğru bir şey söylenince inkâr edenlerden olma.
  • ما رمیت اذ رمیت احمد بدست  ** دیدن او دیدن خالق شدست 
  • O zat, “Attığın vakit sen atmadın, Tanrı attı” sırrına mazhar olmuştur. Onun gürüşü, Tanrı görüşüdür.
  • خدمت او خدمت حق کردنست  ** روز دیدن دیدن این روزنست 
  • Ona hizmet Tanrı’ya hizmettir. Gündüzü görmek, bu pencereyi görmektir.
  • خاصه این روزن درخشان از خودست  ** نی ودیعه‌ی آفتاب و فرقدست 
  • Hele şu pencere yok mu? O, kendinden parlamadadır. Ondaki nur, güneşin, yahut Ferkad yıldızının eğreti nuru değildir.
  • هم از آن خورشید زد بر روزنی  ** لیک از راه و سوی معهود نی  3200
  • O pencereye vuran nur da yine o güneştendir ama bilinen yoldan, bilinen taraftan gelmemiştir o.
  • در میان شمس و این روزن رهی  ** هست روزنها نشد زو آگهی 
  • Bu pencereyle güneş arasında öyle bir yol vardır ki başka pencereler, o yolu bilmez.
  • تا اگر ابری بر آید چرخ‌پوش  ** اندرین روزن بود نورش به جوش 
  • Bir bulut gelse de güneşi örtse güneşin nuru bu pencereden köpürür, çağlar.
  • غیر راه این هوا و شش جهت  ** در میان روزن و خور مالفت 
  • Bu pencereyle güneş arasında şu havayla altı cihetten başka bir yoldan bir ülfet, bir ünsiyet vardır.
  • مدحت و تسبیح او تسبیح حق  ** میوه می‌روید ز عین این طبق 
  • Onu övmek, onu tesbih etmek, Tanrı’yı övmek, Tanrı’yı tesbih etmektir. Bu tabağın meyvesi, kendiliğinden biter.
  • سیب روید زین سبد خوش لخت لخت  ** عیب نبود گر نهی نامش درخت  3205
  • Bu sebepten salkım salkım elmalar biter. Bu sepete ağaç adını taksan hiç yanlış olmaz.
  • این سبد را تو درخت سیب خوان  ** که میان هر دو راه آمد نهان 
  • Bu sepete elma ağacı de. İkisinin arasında gizli bir yol var zaten.
  • آنچ روید از درخت بارور  ** زین سبد روید همان نوع از ثمر 
  • Meyve veren bir ağaçtan ne biterse aynen bu sepetten de biter, bu sepet de o çeşit meyveleri verir.
  • پس سبد را تو درخت بخت بین  ** زیر سایه‌ی این سبد خوش می‌نشین 
  • Şu halde artık sepeti baht ağacı gör de bu sepetin gölgesinde bir hoşça otur.
  • نان چو اطلاق آورد ای مهربان  ** نان چرا می‌گوییش محموده خوان 
  • Ekmek, insana mülâyemet verince ey sevgili dost, artık neden ona ekmek dersin? Mahmude de.
  • خاک ره چون چشم روشن کرد و جان  ** خاک او را سرمه بین و سرمه دان  3210
  • Yoldaki toprak göze ve cana parlaklık verirse o toprağı sürme gör, sürme bil.
  • چون ز روی این زمین تابد شروق  ** من چرا بالا کنم رو در عیوق 
  • O nur, bu topraktan çıkıp parlarken artık ben ne diye başımı göğe kaldırayım?
  • شد فنا هستش مخوان ای چشم‌شوخ  ** در چنین جو خشک کی ماند کلوخ 
  • O yok oldu, ey küstâh, ona var deme. Böyle bir ırmakta hiç kuru toprak kalır mı?
  • پیش این خورشید کی تابد هلال  ** با چنان رستم چه باشد زور زال 
  • Bu güneşin önünde yeni ay parlayabilir, yahut böyle bir Rüstem’e karşı Zâl’in kuvveti para eder mi?
  • طالبست و غالبست آن کردگار  ** تا ز هستی‌ها بر آرد او دمار 
  • Tanrı da diler ve üstündür o. Nihayet varlıkların kökünü kazır, hepsini yok eder.
  • دو مگو و دو مدان و دو مخوان  ** بنده را در خواجه‌ی خود محو دان  3215
  • İki deme, iki bilme, iki çağırma. Kulu efendisinde yok olmuş bil.
  • خواجه هم در نور خواجه‌آفرین  ** فانیست و مرده و مات و دفین 
  • Efendi de efendiyi yaratanın nurunda yok olmuş, ölüp gitmiş gömülmüştür.
  • چون جدا بینی ز حق این خواجه را  ** گم کنی هم متن و هم دیباجه را 
  • Bu efendiyi Tanrı’dan ayrı bildin mi metni de kaybedersin, dibaceyi de.
  • چشم و دل را هین گذاره کن ز طین  ** این یکی قبله‌ست دو قبله مبین 
  • Gözünü gönlünü topraktan çevir. Bu, bir tek kıbledir, iki kıble görme.
  • چون دو دیدی ماندی از هر دو طرف  ** آتشی در خف فتاد و رفت خف 
  • İki gördün mü iki taraftan kalırsın. Pabuca bir ateştir düşer, pabuç da yanar gider.
  • مثل دوبین هم‌چو آن غریب شهر کاش عمر نام کی از یک دکانش به سبب این به آن دکان دیگر حواله کرد و او فهم نکرد کی همه دکان یکیست درین معنی کی به عمر نان نفروشند هم اینجا تدارک کنم من غلط کردم نامم عمر نیست چون بدین دکان توبه و تدارک کنم نان یابم از همه دکان‌های این شهر و اگر بی‌تدارک هم‌چنین عمر نام باشم ازین دکان در گذرم محرومم و احولم و این دکان‌ها را از هم جدا دانسته‌ام 
  • İki gören, kaş şehrindeki garibe benzer. Adı Ömer’di. Bu sebeple onu, bir dükkândan öbür dükkâna gönderiyorlardı. Bütün dükkânların, Ömer’e ekmek satmamak bakımından bir olduğunu anlamıyordu. Ben yanlış söyledim, adını Ömer değil diyeyim de tövbe edeyim, şu dükkâna varır böyle dersem yalnız o dükkândan değil, bütün dükkânlardan ekmek alabilirim.. Fakat böyle demez de yine adım Ömer kalırsa bu dükkândan başka yere başvursam da faydasız. Hepsinden de mahrum kalırım. Çünkü şaşıyım, bu dükkânları birbirinden ayrı sandım demedi.
  • گر عمر نامی تو اندر شهر کاش  ** کس بنفروشد به صد دانگت لواش  3220
  • Kâş şehrinde adın Ömer olursa yüz kuruş versen kimse sana lavaş satmaz.
  • چون به یک دکان بگفتی عمرم  ** این عمر را نان فروشید از کرم 
  • Bir dükkâna gidip ben Ömer’im kerem edin de bu Ömer’e ekmek satın dedin mi.
  • او بگوید رو بدان دیگر دکان  ** زان یکی نان به کزین پنجاه نان 
  • Dükkâncı der ki: yürü öbür dükkâna git oradaki bir ekmek buradaki elli ekmekten iyidir.