English    Türkçe    فارسی   

6
3555-3604

  • از خدا اومید دارم من لبق  ** که رساند حق را در مستحق  3555
  • Tanrı’dan tatlı dillerle dilerim ve umarım ki hakkı, müstahak olana ulaştırır.
  • دو قضیه‌ی دیگر او را شرح داد  ** لب به ذکر آن نخواهم بر گشاد 
  • Bu sözlerden sonra Kethüdaya iki şey daha anlattı ki onları anlatmak için ağzımı açmayacağım.
  • تا بماند دو قضیه سر و راز  ** هم نگردد مثنوی چندین دراز 
  • Hem o iki şey sır olarak kalsın, hem de Mesnevi o kadar uzamasın artık.
  • برجهید از خواب انگشتک‌زنان  ** گه غزل‌گویان و گه نوحه‌کنان 
  • Kethüda sıçrayıp ellerini çırparak uyandı. Gâh gazel okumaktaydı, gâh bağırıp ağlamakta.
  • گفت مهمان در چه سوداهاستی  ** پای‌مردا مست و خوش بر خاستی 
  • Konuk, ne sevdalardasın dedi. Ey kethuda, sarhoş ve güzel bir halde kalktın.
  • تا چه دیدی خواب دوش ای بوالعلا  ** که نمی‌گنجی تو در شهر و فلا  3560
  • Gece rüyada ne gördün ey ulu er? Ne gördün de böyle şehre de sığamıyorsun, ovaya da.
  • خواب دیده پیل تو هندوستان  ** که رمیدستی ز حلقه‌ی دوستان 
  • Filin rüyada Hindistan’ı mı gördü de böyle dostların halkasından kaçtın?
  • گفت سوداناک خوابی دیده‌ام  ** در دل خود آفتابی دیده‌ام 
  • Kethuda, güzel bir rüya gördüm dedi. Gönlüme doğmuş bir güneş gördüm.
  • خواب دیدم خواجه‌ی بیدار را  ** آن سپرده جان پی دیدار را 
  • O uyanık muhtesibi, o sevgiliye ulaşmak için can vereni gördüm.
  • خواب دیدم خواجه‌ی معطی المنی  ** واحد کالالف ان امر عنی 
  • İstekleri veren, bir iş için çağrılınca bin kişiye bedel olan efendiyi gördüm.
  • مست و بی‌خود این چنین بر می‌شمرد  ** تا که مستی عقل و هوشش را ببرد  3565
  • Sarhoş ve kendisinden geçmiş bir halde böyle sayıp dökerken nihayet sarhoşluk, aklını, fikrini aldı.
  • در میان خانه افتاد او دراز  ** خلق انبه گرد او آمد فراز 
  • Evin ortasına upuzun düştü. Halk, başına üşüştü.
  • با خود آمد گفت ای بحر خوشی  ** ای نهاده هوش‌ها در بیهشی 
  • Bir müddet sonra kendisine gelince dedi ki: Ey iyilik, güzellik denizi, ey akılları kendisinden geçiren!
  • خواب در بنهاده‌ای بیداریی  ** بسته‌ای در بی‌دلی دلداریی 
  • Uyanıklıkta uyku veren, gönülsüzlük âleminde gönül alıcılığı bağışlayan!
  • توانگری پنهان کنی در ذل فقر  ** طوق دولت بسته اندر غل فقر 
  • Aşağılık yoksullukta bir gönül zenginliği verir.Devlet boyunduruğunu da yoksulluk zinciri edersin.
  • ضد اندر ضد پنهان مندرج  ** آتش اندر آب سوزان مندرج  3570
  • Zıddı, zıddın içine kor, yakıcı suya ateş hararetini verirsin.
  • روضه اندر آتش نمرود درج  ** دخل‌ها رویان شده از بذل و خرج 
  • Nemrud’ un ateşinde bahçe gizlidir, harcamakla ihsan etmekle gelir artar.
  • تا بگفته مصطفی شاه نجاح  ** السماح یا اولی النعمی رباح 
  • Bunun içindir ki o kurtuluş padişahı Mustafa, “ Ey nimet sahipleri, cömertlik kazançtır, kârdır” demiştir.
  • ما نقص مال من الصدقات قط  ** انما الخیرات نعم المرتبط 
  • Mal, sadakayla katiyen azalmaz. Hayırlarda bulunmak, malı zâyi etmez, kaybolmaktan kurtarır.
  • جوشش و افزونی زر در زکات  ** عصمت از فحشا و منکر در صلات 
  • Altın zekât vermekle coşar, fazlalaşır. İnsanı kötülükten, fenalıktan kurtaran namazdır.
  • آن زکاتت کیسه‌ات را پاسبان  ** وآن صلاتت هم ز گرگانت شبان  3575
  • Zekât vermen keseni korur. Namazın da seni kurtlardan kurtarır, çobanlık eder sana.
  • میوه‌ی شیرین نهان در شاخ و برگ  ** زندگی جاودان در زیر مرگ 
  • Tatlı meyve; dalların, yaprakların arasında gizlidir. Ebedî yaşayış, ölümün içindedir.
  • زبل گشته قوت خاک از شیوه‌ای  ** زان غذا زاده زمین را میوه‌ای 
  • Gübre, bir suretle toprağın gıdası olmuş yer, o gıda ile bir meyve doğurmuştur.
  • درعدم پنهان شده موجودیی  ** در سرشت ساجدی مسجودیی 
  • Varlık, yoklukta gizlenmiştir. Secde edilme de secde etmede mevcuttur.
  • آهن و سنگ از برونش مظلمی  ** اندرون نوری و شمع عالمی 
  • Demirle taş, görünüşte karanlıktır. Fakat iç âlemde nurdur âlemin ışığıdır.
  • درج در خوفی هزاران آمنی  ** در سواد چشم چندان روشنی  3580
  • Korkuda yüzlerce eminlik gizli. Gözün karasında bunca aydınlık var.
  • اندرون گاو تن شه‌زاده‌ای  ** گنج در ویرانه‌ای بنهاده‌ای 
  • Beden öküzünün içinde şehzade var. Defineyi bir yıkık yere gömmüşsün.
  • تا خری پیری گریزد زان نفیس  ** گاو بیند شاه نی یعنی بلیس 
  • Bu suretle de bir kart eşek, o güzelim defineyi anlamasın, ondan kaçsın; yani iblis, öküzü görsün, padişahı görmesin diyorsun.
  • حکایت آن پادشاه و وصیت کردن او سه پسر خویش را کی درین سفر در ممالک من فلان جا چنین ترتیب نهید و فلان جا چنین نواب نصب کنید اما الله الله به فلان قلعه مروید و گرد آن مگردید 
  • Bir padişah , üç oğluna “ Ülkenin filân yerini şu tarzda düşüp koşun, filân yere şu çeşit hâkimler tâyin edin.Yalnız amanın, Tanrı hakkiyçin filân kaleye gitmeyin, onun etrafında dolaşmayın” diye vasiyette bulundu.
  • بود شاهی شاه را بد سه پسر  ** هر سه صاحب‌فطنت و صاحب‌نظر 
  • Bir padişahın üç oğlu vardı. Üçü de anlayışlı, görgülüydü.
  • هر یکی از دیگری استوده‌تر  ** در سخا و در وغا و کر و فر 
  • Her biri, öbürlerinden daha değerli, cömertlikte yiğitlikte, savaş eri olmada öbürlerinden üstündü.
  • پیش شه شه‌زادگان استاده جمع  ** قرة العینان شه هم‌چون سه شمع  3585
  • Şehzadeler, padişahın tapısında toplandılar. Âdeta padişahın iki gözünün nuru üç tane mumdular.
  • از ره پنهان ز عینین پسر  ** می‌کشید آبی نخیل آن پدر 
  • Babanın ağaca benzeyen vücudu, gizli bir yol vasıtasıyla oğul’ un iki gözünden su alır, gıdalanır.
  • تا ز فرزند آب این چشمه شتاب  ** می‌رود سوی ریاض مام و باب 
  • Oğuldan coşan bu kaynak ananın, babanın bahçelerine kadar akar gider.
  • تازه می‌باشد ریاض والدین  ** گشته جاری عینشان زین هر دو عین 
  • Anayla babanın gönül ve hayat bahçeleri bu suretle yeşerir, tazeleşir. Onun gözleri, bu iki ırmak yüzünden yaşarır, gözyaşı döker.
  • چون شود چشمه ز بیماری علیل  ** خشک گردد برگ و شاخ آن نخیل 
  • Kaynak hastalanıp kötüleşirse o ağacın dalları, yaprakları da kurur.
  • خشکی نخلش همی‌گوید پدید  ** که ز فرزندان شجر نم می‌کشید  3590
  • O ağaç kurumaya başlar, çünkü oğulun vücudundan sulanıyor, gıdalanıyordu.
  • ای بسا کاریز پنهان هم‌چنین  ** متصل با جانتان یا غافلین 
  • Nice böyle gizli su yolları vardır ki ey gafiller, sizin canınıza ulanmıştır
  • ای کشیده ز آسمان و از زمین  ** مایه‌ها تا گشته جسم تو سمین 
  • Gökten, yerden nice sular çektin de vücudun böyle semirdi.
  • عاریه‌ست این کم همی‌باید فشارد  ** کانچ بگرفتی همی‌باید گزارد 
  • Fakat bu iğretidir. Az, az sıkıştırmak gerek. Çünkü elde edilenin bırakılması lâzım.
  • جز نفخت کان ز وهاب آمدست  ** روح را باش آن دگرها بیهدست 
  • Yalnız Tanrı’nın “Âdem’e ruhumdan ruh üfürdüm” dediği varlık yok mu? O kalır işte. Sen de ruha bak, başkaları beyhudedir.
  • بیهده نسبت به جان می‌گویمش  ** نی بنسبت با صنیع محکمش  3595
  • Fakat bu beyhude sözünü, cana, ruha nispetle söylüyorum, her şeyi sağlam bir surette yapan sanatkâra, Tanrı’ya nispetle değil ha!
  • بیان استمداد عارف از سرچشمه‌ی حیات ابدی و مستغنی شدن او از استمداد و اجتذاب از چشمه‌های آبهای بی‌وفا کی علامة ذالک التجافی عن دار الغرور کی آدمی چون بر مددهای آن چشمه‌ها اعتماد کند در طلب چشمه‌ی باقی دایم سست شود کاری ز درون جان تو می‌باید کز عاریه‌ها ترا دری نگشاید یک چشمه‌ی آب از درون خانه به زان جویی که آن ز بیرون آید 
  • Ârif, ebedî hayat kaynağından yardım diler vefasız suların çeşmelerinden bir şey dilemez, onlara yüz tutmaz ve aldırış bile etmez. Bunun nişanesi de “ Şu gurur , şu aldanma yurdu olan dünyadan çekinmektir.” Kim, bu fâni kaynaklara dayanır, güvenirse ebedî kaynağı adam akıllı ayıramaz. Canında bir iş gerek Yoksa bu iğreti şeylerden bir kapı açılmaz. Evin içindeki bir tek çeşme Dışardan gelen ırmaktan yeğdir
  • حبذا کاریز اصل چیزها  ** فارغت آرد ازین کاریزها 
  • Her şeyin aslı olan kaynak coşar da seni bu su yollarına muhtaç etmezse ne mutlu!
  • تو ز صد ینبوع شربت می‌کشی  ** هرچه زان صد کم شود کاهد خوشی 
  • Sen, yüzlerce kaynaktan su içmedesin. O yüz kaynaktan ne kadarı azalırsa sendeki hoşluk da o kadar azalır.
  • چون بجوشید از درون چشمه‌ی سنی  ** ز استراق چشمه‌ها گردی غنی 
  • Fakat içerden bir güzelim kaynak coştu mu seni başka kaynakları gözlemekten kurtarır.
  • قرةالعینت چو ز آب و گل بود  ** راتبه‌ی این قره درد دل بود 
  • Gözünün nuru, balçıktan oldu mu onun sana vereceği şey de ancak gönül derdinden ibarettir.
  • قلعه را چون آب آید از برون  ** در زمان امن باشد بر فزون  3600
  • Kaleye dışardan su gelirse emniyet ve barış zamanında iyidir ama
  • چونک دشمن گرد آن حلقه کند  ** تا که اندر خونشان غرقه کند 
  • Düşman geldi de kaleyi çevirdi, kaledekiler kanlarına, battılar mı
  • آب بیرون را ببرند آن سپاه  ** تا نباشد قلعه را زانها پناه 
  • Düşman askeri, dışardan gelen suyu keser, kaledekilerin o suya güvenmemelerini temin eder.
  • آن زمان یک چاه شوری از درون  ** به ز صد جیحون شیرین از برون 
  • İşte o zaman kale içindeki bir acı kuyu dışarıdaki, yüz tatlı ırmaktan daha iyidir.
  • قاطع الاسباب و لشکرهای مرگ  ** هم‌چو دی آید به قطع شاخ و برگ 
  • Sebepleri kesen ecel ve ölüm askeri de kış gibi dalları, yaprakları kesmeye gelir.