English    Türkçe    فارسی   

6
3646-3695

  • حسن حق بینند اندر روی حور  ** هم‌چو مه در آب از صنع غیور 
  • Güneşte Tanrı güzelliğini görür âşıklar. Gayret sahibi Tanrı’nın sanatıyla nasıl ay, suya vurur da suda görünürse güneşte de hak görünür.
  • غیرتش بر عاشقی و صادقیست  ** غیرتش بر دیو و بر استور نیست 
  • Fakat Tanrı’nın bu gayreti, âşık ve sadık kişileredir, şeytanla hayvana tecelli etmez o.
  • دیو اگر عاشق شود هم گوی برد  ** جبرئیلی گشت و آن دیوی بمرد 
  • Şeytan bile âşık olsa topu çeler. Bir cebrail kesilir, şeytanlığı ölür.
  • اسلم الشیطان آنجا شد پدید  ** که یزیدی شد ز فضلش بایزید 
  • Bu makamda “ Şeytanım, benim elimde Müslüman oldu” sırrı belirir. Yezid’lik Tanrı ihsanıyla kalmaz, Yezit, Bayazıt olur.
  • این سخن پایان ندارد ای گروه  ** هین نگه دارید زان قلعه وجوه  3650
  • Ey kavim bu sözün sonu gelmez. Siz, o kaleye insan resimlerinden sakının!
  • هین مبادا که هوستان ره زند  ** که فتید اندر شقاوت تا ابد 
  • Olmaya ki heves yolunuzu kessin, ebedî bir kötülüğe düşesiniz.
  • از خطر پرهیز آمد مفترض  ** بشنوید از من حدیث بی‌غرض 
  • Tehlikeden sakınmak farzdır. Benden bu garezsiz sözü duyun!
  • در فرج جویی خرد سر تیز به  ** از کمین‌گاه بلا پرهیز به 
  • Kurtuluş arıyorsan aklın sağlam ve keskin olması, belâ pususundan çekinmek yeğdir.”
  • گر نمی‌گفت این سخن را آن پدر  ** ور نمی‌فرمود زان قلعه حذر 
  • Babaları bu sözleri söylemeseydi, o kaleden çekinin demeseydi.
  • خود بدان قلعه نمی‌شد خیلشان  ** خود نمی‌افتاد آن سو میلشان  3655
  • O kaleye gitmek akıllarına bile gelmeyecekti. Gönülleri o tarafa akmayacaktı bile.
  • کان نبد معروف بس مهجور بود  ** از قلاع و از مناهج دور بود 
  • Çünkü tanınmış bir kale değildi. O, pek ıssız bir yerdeydi. Kalelerden, yolardan uzaktaydı.
  • چون بکرد آن منع دلشان زان مقال  ** در هوس افتاد و در کوی خیال 
  • Fakat babaları gitmeyin deyince bu sözden hevese, hayale düştüler.
  • رغبتی زین منع در دلشان برست  ** که بباید سر آن را باز جست 
  • Bu men edilme yüzünden gönüllerinde bir rağbettir uyandı, onun sırrını mutlaka öğrenmek gerek dediler.
  • کیست کز ممنوع گردد ممتنع  ** چونک الانسان حریص ما منع 
  • Men edilen şeye gitmeyin, yapmayın denen şeyi yapmayan kimdir? İnsan men edildiği şeye haristir.
  • نهی بر اهل تقی تبغیض شد  ** نهی بر اهل هوا تحریض شد  3660
  • Bir şeyi yapma demek, iyi ve Tanrı’dan çekinir kişileri o şeye yanaştırmaz ama hava ve hamasîne uyanları o tarafa sürer, götürür.
  • پس ازین یغوی به قوما کثیر  ** هم ازین یهدی به قلبا خبیر 
  • Şu halde bu yapmayın sözü, birçok kişileri azdırır. Birçok kalbi uyanık kişilerde bununla doğru yola gitmiş olurlar.
  • کی رمد از نی حمام آشنا  ** بل رمد زان نی حمامات هوا 
  • Alışkın güvercin kamışlardan kaçar mı hiç? O kamışlardan alışmamış, yabani güvercinler kaçar.
  • پس بگفتندش که خدمتها کنیم  ** بر سمعنا و اطعناها تنیم 
  • Şehzadeler de hizmetlerde bulunuruz, dediğin gibi hareket ederiz baş üstüne.
  • رو نگردانیم از فرمان تو  ** کفر باشد غفلت از احسان تو 
  • Buyruğundan dışarı çıkmayız. Senin lûtuf ve ihsanından gaflet etmek, küfürdür dediler.
  • لیک استثنا و تسبیح خدا  ** ز اعتماد خود بد از ایشان جدا  3665
  • Fakat kendilerine güvendiklerinden Tanrı izin verirse demediler. Tanrı’yı anmadılar bile.
  • ذکر استثنا و حزم ملتوی  ** گفته شد در ابتدای مثنوی 
  • Bu Tanrı izin verirse demek, bu kat, kat tedbir ve ihtiyat, Mesnevinin başlangıcında anlatıldı.
  • صد کتاب ار هست جز یک باب نیست  ** صد جهت را قصد جز محراب نیست 
  • Yüz tane kitap olsa hepsi de bir baptan ibarettir. Yüz tarafta da bir tek mihraba dönülür.
  • این طرق را مخلصی یک خانه است  ** این هزاران سنبل از یک دانه است 
  • Bu yolların hepsi de tek bir eve çıkar. Bu binlerce başak, bir tek tohumdan meydana gelmiştir.
  • گونه‌گونه خوردنیها صد هزار  ** جمله یک چیزست اندر اعتبار 
  • Çeşit, çeşit yüz binlerce yemekler vardır. Fakat yemek olmak bakımından hepside bir şeydir.
  • از یکی چون سیر گشتی تو تمام  ** سرد شد اندر دلت پنجه طعام  3670
  • Bir tanesini yedin de tamamıyla doydun mu elli tane yemek olsa hepsinden soğursun.
  • در مجاعت پس تو احول دیده‌ای  ** که یکی را صد هزاران دیده‌ای 
  • Fakat açken şaşılığın tutar, bir yemeği yüz bin yemek görürsün.
  • گفته بودیم از سقام آن کنیز  ** وز طبیبان و قصور فهم نیز 
  • O halayığın hastalığını, doktorların ahvalini, kusurlarını, anlayışsızlıklarını söylemiştik ya.
  • کان طبیبان هم‌چو اسپ بی‌عذار  ** غافل و بی‌بهره بودند از سوار 
  • Hekimler, yularsız atlara benziyorlardı. Üstlerindekinden haberleri bile yoktu.
  • کامشان پر زخم از قرع لگام  ** سمشان مجروح از تحویل گام 
  • Damakları, gemden yaralanmıştı, tırnakları yol yürümeden incinmişti.
  • ناشده واقف که نک بر پشت ما  ** رایض و چستیست استادی‌نما  3675
  • Öyle olduğu halde üstümüzdeki hünerini gösteren bir binici demiyorlardı, haberleri yoktu bundan.
  • نیست سرگردانی ما زین لگام  ** جز ز تصریف سوار دوست‌کام 
  • Demiyorlardı ki bu perişanlığımız gemden değil. Üstümüzdeki sevgili süvariden.
  • ما پی گل سوی بستان‌ها شده  ** گل نموده آن و آن خاری بده 
  • Gül devşirmek için bahçeye gitti. Gül göründü bize ama meğerse dikenmiş diyen yoktu.
  • هیچ‌شان این نی که گویند از خرد  ** بر گلوی ما کی می‌کوبد لگد 
  • Hiçbiri, aklını başına alıp da bizim boğazımızı kim tekmeliyor demedi gitti.
  • آن طبیبان آن‌چنان بنده‌ی سبب  ** گشته‌اند از مکر یزدان محتجب 
  • Hekimler, sebebe kul kesilmişler, Tanrı hilesini görememişlerdi.
  • گر ببندی در صطبلی گاو نر  ** باز یابی در مقام گاو خر  3680
  • Bir ahıra öküz bağlasan, sonra öküzün yerinde bir eşeği bağlı bulsan,
  • از خری باشد تغافل خفته‌وار  ** که نجویی تا کیست آن خفیه کار 
  • Bu işi gizlice kim yaptı diye araştırmaz, uykudaymış gibi gaflet edersen bu, eşekliktir.
  • خود نگفته این مبدل تا کیست  ** نیست پیدا او مگر افلاکیست 
  • Kendi kendine “ Bunu değiştiren kim? Görünmüyor ama acaba göktekilerden biri mi yaptı bu işi” demiyorsun ha?
  • تیر سوی راست پرانیده‌ای  ** سوی چپ رفتست تیرت دیده‌ای 
  • Oku dosdoğru sağ tarafa attın, gördün ki sola gitti!
  • سوی آهویی به صیدی تاختی  ** خویش را تو صید خوکی ساختی 
  • Bir ceylân avlamak için at sürdün, domuza av oldun!
  • در پی سودی دویده بهر کبس  ** نارسیده سود افتاده به حبس  3685
  • Kazanç için kâr elde etmeye koştun, kâr şöyle dursun, hapse girdin.
  • چاهها کنده برای دیگران  ** خویش را دیده فتاده اندر آن 
  • Başkaları için kuyu kazdın, bir de gördün ki o kuyuya sen düşmüşsün.
  • در سبب چون بی‌مرادت کرد رب  ** پس چرا بدظن نگردی در سبب 
  • Görüyorsun ki Tanrı, sebeplere el attın ama seni muradına eriştirmedi. Peki neden sebepler hakkında bir kötü zanna düşmedin?
  • بس کسی از مکسبی خاقان شده  ** دیگری زان مکسبه عریان شده 
  • Niceler, kazançla padişah kesildiler, niceler de kazanç peşinde çırçıplak kaldılar.
  • بس کس از عقد زنان قارون شده  ** بس کس از عقد زنان مدیون شده 
  • Nice kişi, kadın olarak Kaarun oldu. Nice kişi de kadın yüzünden borçlandı.
  • پس سبب گردان چو دم خر بود  ** تکیه بر وی کم کنی بهتر بود  3690
  • Şu halde sebep, eşeğin kuyruğu gibi oynar, döner durur. Ona pek dayanmazsan daha iyi edersin.
  • ور سبب گیری نگیری هم دلیر  ** که بس آفت‌هاست پنهانش به زیر 
  • Hattâ sebebe yapışırsan bile yiğit olmamalısın ki altında nice tehlikeler gizlidir.
  • سر استثناست این حزم و حذر  ** زانک خر را بز نماید این قدر 
  • İşte bu tedbir ve çekinme “ Tanrı izin verirse” demenin sırrıdır. Çünkü bu kaza ve kader, insana eşeği keçi gösterir.
  • آنک چشمش بست گرچه گربزست  ** ز احولی اندر دو چشمش خربزست 
  • Bir adam, yiğit ve akıllı bile olsa kaza ve kader, onun gözünü bağladı mı şaşkınlığından eşek gözüne keçi görünür.
  • چون مقلب حق بود ابصار را  ** که بگرداند دل و افکار را 
  • Gözleri döndüren Tanrı’dır. Peki gönlü ve fikirleri döndüren kimdir?
  • چاه را تو خانه‌ای بینی لطیف  ** دام را تو دانه‌ای بینی ظریف  3695
  • Kuyuyu lâtif bir ev görürsün, tuzağı zarif bir tane.