English    Türkçe    فارسی   

6
953-1002

  • بعد از آن صدیق پیش مصطفی  ** گفت حال آن بلال با وفا 
  • Sıddıyk bunun üzerine Mustafa’nın yanına gelip vefalı Bilâl’in halini anlattı.
  • کان فلک‌پیمای میمون‌بال چست  ** این زمان در عشق و اندر دام تست 
  • Dedi ki: O felekleri ölçen çevik ve kutlu kanatlı Bilâl, şimdi senin aşkına düşmüş, senin tuzağına tutulmuştur.
  • باز سلطانست زان جغدان برنج  ** در حدث مدفون شدست آن زفت‌گنج  955
  • Padişahın doğanıyken o kuzgunlardan zahmetlere uğramada. O ağır define, pislik içine gömülmüş.
  • جغدها بر باز استم می‌کنند  ** پر و بالش بی‌گناهی می‌کنند 
  • Baykuşlar, doğana sitem etmedeler. Suçsuz olduğu halde kanatlarını yolmadalar.
  • جرم او اینست کو بازست و بس  ** غیر خوبی جرم یوسف چیست پس 
  • Suçu ancak doğan oluşu. Yusuf’un güzellikten başka ne suçu var ki?
  • جغد را ویرانه باشد زاد و بود  ** هستشان بر باز زان زخم جهود 
  • Baykuşun yeri yurdu yıkık yerlerdir. Onun için doğana kâfirce kızmadalar.
  • که چرا می یاد آری زان دیار  ** یا ز قصر و ساعد آن شهریار 
  • Neden o diyarı hatırlıyorsun? Neden padişahın köşkünü, bileğini anıyorsun?
  • در ده جغدان فضولی می‌کنی  ** فتنه و تشویش در می‌افکنی  960
  • Baykuşların köyünde gevezelik ediyor, buraya bir kargaşalıktır salıyorsun.
  • مسکن ما را که شد رشک اثیر  ** تو خرابه خوانی و نام حقیر 
  • Feleğin üstündeki esir bile, yuvamıza haset ederken sen oraya yıkık yer diyor, orayı hor görüyorsun.
  • شید آوردی که تا جغدان ما  ** مر ترا سازند شاه و پیشوا 
  • Deli oldun galiba ki baykuşların seni padişah ve başbuğ yapmaları hevesine kapıldın.
  • وهم و سودایی دریشان می‌تنی  ** نام این فردوس ویران می‌کنی 
  • Vehme, sevdaya kapılıp dönmede, dolaşmada, bu cennete virane adını takmadasın.
  • بر سرت چندان زنیم ای بد صفات  ** که بگویی ترک شید و ترهات 
  • Kötü huylu herif, bu delilik, bu saçma fikirler, kafadan çıkıncaya kadar kafana vuracağız senin.
  • پیش مشرق چارمیخش می‌کنند  ** تن برهنه شاخ خارش می‌زنند  965
  • Bu sözlerle onu doğuya karşı çarmıha geriyorlar, elbiselerini soyup çıplak vücudunu diken dallarıyla dövüyorlar.
  • از تنش صد جای خون بر می‌جهد  ** او احد می‌گوید و سر می‌نهد 
  • Bedeninden yüzlerce kan ırmağı fışkırmada. Öyle olduğu halde “Ahad” diyerek baş koymada.
  • پندها دادم که پنهان دار دین  ** سر بپوشان از جهودان لعین 
  • Dinini gizle, melûn kâfirlerden sırrını sakla diye öğütler verdim.
  • عاشق است او را قیامت آمدست  ** تا در توبه برو بسته شدست 
  • Fakat o âşık, kıyamete ulaşmış... Ona tövbe kapısı kapanmış.
  • عاشقی و توبه یا امکان صبر  ** این محالی باشد ای جان بس سطبر 
  • Hem âşıklık, hem tövbe, hem de sabretme imkânı. Bu, pek imkânsız bir şeydir canım efendim.
  • توبه کردم و عشق هم‌چون اژدها  ** توبه وصف خلق و آن وصف خدا  970
  • Tövbe bir kurtçağızdır, aşksa bir ejderhaya benzer. Tövbe, halkın sıfatıdır, aşksa Allah sıfatı.
  • عشق ز اوصاف خدای بی‌نیاز  ** عاشقی بر غیر او باشد مجاز 
  • Aşk, kimseye niyazı ve ihtiyacı olmayan Allah’nın vasıflarındandır.Ondan başkasına âşık olma, geçici bir hevestir.
  • زانک آن حسن زراندود آمدست  ** ظاهرش نور اندرون دود آمدست 
  • Çünkü mecazi aşk, altınlarla bezenmiş bir güzelliktir. Görünüşü nurdur, fakat içi dumandır.
  • چون رود نور و شود پیدا دخان  ** بفسرد عشق مجازی آن زمان 
  • Nur gitti de duman meydana çıktı mı mecazi aşk, derhal soğur, donar.
  • وا رود آن حسن سوی اصل خود  ** جسم ماند گنده و رسوا و بد 
  • O güzellik aslına gider, beden kokmuş rüsvay, kötü bir halde kalır.
  • نور مه راجع شود هم سوی ماه  ** وا رود عکسش ز دیوار سیاه  975
  • Ayın nuru da aya döndü mü duvardaki aksi gider, o duvar simsiyah kesilir.
  • پس بماند آب و گل بی آن نگار  ** گردد آن دیوار بی مه دیووار 
  • O nakış, o boya gitti mi su ve toprak kalır. Ay olmayınca o duvar şeytan gibi bir hale düşer.
  • قلب را که زر ز روی او بجست  ** بازگشت آن زر بکان خود نشست 
  • Kalp altının yüzünden altını gidince, o altın, kendi madenine dönünce,
  • پس مس رسوا بماند دود وش  ** زو سیه‌روتر بماند عاشقش 
  • Kepaze bakır, duman gibi kala kalır. Bu yüzden de ona âşık olanın yüzü kararır.
  • عشق بینایان بود بر کان زر  ** لاجرم هر روز باشد بیشتر 
  • Gözlülerse altın madenine âşık olurlar. Aşkları, her gün biraz daha artar.
  • زانک کان را در زری نبود شریک  ** مرحبا ای کان زر لاشک فیک  980
  • Çünkü altın madenine altınlıkta ortak yoktur. Merhaba ey şüphesiz, hilesiz altın madeni!
  • هر که قلبی را کند انباز کان  ** وا رود زر تا بکان لامکان 
  • Kim kalp bir akçayı altın madenine ortak ederse asıl altın, mekânsızlık madenine gitti mi,
  • عاشق و معشوق مرده ز اضطراب  ** مانده ماهی رفته زان گرداب آب 
  • Âşık da ıstırabından ölür, mâşuk da. İkisi de âdeta suyu çekilmiş girdaptaki balığa döner.
  • عشق ربانیست خورشید کمال  ** امر نور اوست خلقان چون ظلال 
  • Allah’ya ait olan aşk, yücelik güneşidir. Halk da gölge gibi onun nurunun emrindedir.
  • مصطفی زین قصه چون خوش برشکفت  ** رغبت افزون گشت او را هم بگفت 
  • Mustafa, bu vakayı duyunca hoş bir surette ferahladı, neşelendi Ebubekir’de bu hali görünce söz söylemeye iştahlandı.
  • مستمع چون یافت هم‌چون مصطفی  ** هر سر مویش زبانی شد جدا  985
  • Mustafa gibi bir dinleyici duyunca her kılı, ayrı bir dil oldu.
  • مصطفی گفتش که اکنون چاره چیست  ** گفت این بنده مر او را مشتریست 
  • Mustafa dedi ki: Peki, ne çaresi var şimdi? Ebubekir ben ona müşteriyim dedi...
  • هر بها که گوید او را می‌خرم  ** در زیان و حیف ظاهر ننگرم 
  • Efendisi ne isterse zarara ziyana bakmadan alacağım.
  • کو اسیر الله فی الارض آمدست  ** سخره‌ی خشم عدو الله شدست 
  • Çünkü o yeryüzünde Allah esiri olmuş, Allah düşmanlarının hışmına uğramış.
  • وصیت کردن مصطفی علیه‌السلام صدیق را رضی الله عنه کی چون بلال را مشتری می‌شوی هر آینه ایشان از ستیز بر خواهند در بها فزود و بهای او را خواهند فزودن مرا درین فضیلت شریک خود کن وکیل من باش و نیم بها از من بستان 
  • Mustafa aleyhisselâm’ın , Sıddıyk’a -Allah razı olsun -Bilâl’e müşteri olunca mutlaka inatlarından pahalıya satacaklardır,beni de bu fazilette kendine ortak et, vekilim ol, yarı parasını benden al demesi
  • مصطفی گفتش کای اقبال‌جو  ** اندرین من می‌شوم انباز تو 
  • Mustafa dedi ki: Ey devlet arayan, bu hususta ben de sana ortağım.
  • تو وکیلم باش نیمی بهر من  ** مشتری شو قبض کن از من ثمن  990
  • Vekilim ol, müşteri olup onu al, yarı parasını ben de sana ortağım.
  • گفت صد خدمت کنم رفت آن زمان  ** سوی خانه‌ی آن جهود بی‌امان 
  • Ebubekir ,baş üstüne deyip derhal amansız kâfirin evine gitti.
  • گفت با خود کز کف طفلان گهر  ** پس توان آسان خریدن ای پدر 
  • Kendi kendine çocukların elindeki inciyi almak kolaydır diyordu.
  • عقل و ایمان را ازین طفلان گول  ** می‌خرد با ملک دنیا دیو غول 
  • Yol yanıltan Şeytan, dünya malına karşılık bu ahmak çocukların aklını, imanını satın alır ya.
  • آنچنان زینت دهد مردار را  ** که خرد زیشان دو صد گلزار را 
  • Leşe o kadar ziynet verir ki karşılık olarak onlardan iki yüz tane gül bahçesi satın alır.
  • آن‌چنان مهتاب پیماید به سحر  ** کز خسان صد کیسه برباید به سحر  995
  • Büyü yapar da o kadar ay ışığı gösterir ki aşağılık adamlardan yüzlerce keseyi kapar.
  • انبیاشان تاجری آموختند  ** پیش ایشان شمع دین افروختند 
  • Peygamberler, onlara alışveriş etmeyi öğrettiler, onların önünde din mumunu yaktılar.
  • دیو و غول ساحر از سحر و نبرد  ** انبیا را در نظرشان زشت کرد 
  • Fakat şeytan ve yol yanıltan büyücü, hileyle, büyüyle peygamberleri onlara çirkin gösterdi.
  • زشت گرداند به جادویی عدو  ** تا طلاق افتد میان جفت و شو 
  • Düşman büyü yaparak karı ile kocayı birbirine çirkin gösterir, nihayet aralarına ayrılık düşer.
  • دیده‌هاشان را به سحر می‌دوختند  ** تا چنین جوهر به خس بفروختند 
  • Onların gözlerini büyüyle kapattılar da böyle değerli bir inciyi aşağılık kişiye sattılar.
  • این گهر از هر دو عالم برترست  ** هین بخر زین طفل جاهل کو خرست  1000
  • 1000.Bu inci, iki âlemden de üstündür. Gel de hemen şu eşek gibi bir şeyden anlamayan çocuktan satın al.
  • پیش خر خرمهره و گوهر یکیست  ** آن اشک را در در و دریا شکیست 
  • Eşeğe göre katır boncuğu ile inci birdir. O eşek ,zaten inciyle denizin vücudunda şüphe eder.
  • منکر بحرست و گوهرهای او  ** کی بود حیوان در و پیرایه‌جو 
  • O denizi de inkâr eder, incilerini de. Hiç hayvan, inciyi süsü püsü arar mı?