English    Türkçe    فارسی   

1
3986-3995

  • Bana kelime-i şahadeti söyle, bende söyleyeyim ki seni zamanın en yücesi gördüm” dedi.
  • عرضه کن بر من شهادت را که من ** مر ترا دیدم سرافراز زمن‌‌
  • Onlar beraber akrabasından, kavminden elli kişiye yakın kimse de âşıkçasına dine yüz tuttular, müslüman oldular.
  • قرب پنجه کس ز خویش و قوم او ** عاشقانه سوی دین کردند رو
  • Ali, ilim kılıcıyla bu kadar boğazı, bu kadar halkı kılıçtan kurtardı.
  • او به تیغ حلم چندین حلق را ** وا خرید از تیغ و چندین خلق را
  • Hilim kılıcı, demir kılıçtan daha keskin, hattâ yüzlerce ordudan daha galip, daha üstündür.
  • تیغ حلم از تیغ آهن تیزتر ** بل ز صد لشکر ظفر انگیزتر
  • Yazıklar olsun ki iki lokmacık yendi de bu yüzden fikir çoşkunluğu dondu, yatıştı. 3990
  • ای دریغا لقمه‌‌ای دو خورده شد ** جوشش فکرت از آن افسرده شد
  • Bir buğday tanesi, Âdem Peygamberin güneşinin tutulmasına... Arzın, güneş ile ay arasına girmesi, dolunayın kararmasına sebep oldu.
  • گندمی خورشید آدم را کسوف ** چون ذنب شعشاع بدری را خسوف‌‌
  • İşte sana gönlün letafeti! Bir avuç balçıktan (bir iki lokma ekmekten) ay darmadağın bir hale gelmekte!
  • اینت لطف دل که از یک مشت گل ** ماه او چون می‌‌شود پروین گسل‌‌
  • Ekmek manevi olursa yenmesinde fayda var. Fakat bildiğimiz ekmeğin faydası yok, kalbi daraltıyor.
  • نان چو معنی بود خوردش سود بود ** چون که صورت گشت انگیزد جحود
  • Manevi ekmek, yeşil diken gibi... deve yiyince yüz türlü fayda, yüzlerce lezzet bulmakta.
  • همچو خار سبز کاشتر می‌‌خورد ** ز ان خورش صد نفع و لذت می‌‌برد
  • Fakat yeşilliği gitti de kurudu mu, onu çölde deve yiyince; 3995
  • چون که آن سبزیش رفت و خشک گشت ** چون همان را می‌‌خورد اشتر ز دشت‌‌