English    Türkçe    فارسی   

3
4357-4366

  • Altınları gömmekte, sonra yine gelip çuvallara, torbalara doldurarak dışarıya götürmekteydi.
  • دفن می‌کرد و همی آمد بزر ** با جوال و توبره بار دگر
  • O canıyla oynayan er, gerisin geriye çekilip kaçan korkakların rağmine definelerine sahip oldu.
  • گنجها بنهاد آن جانباز از آن ** کوری ترسانی واپس خزان
  • Her kör ve hakikatten uzak kalmış altına tapan kişinin hatırına bu hikâyeyi duyunca derhal zahiri altın gelir.
  • این زر ظاهر بخاطر آمدست ** در دل هر کور دور زرپرست
  • Çocuklar saksıları kırar, o kırık parçalara altın adını takar eteklerine koyarlar. 4360
  • کودکان اسفالها را بشکنند ** نام زر بنهند و در دامن کنند
  • Oyun oynarken o parçalara altın adını taktın ya… Artık ne vakit altın desen çocuğun aklına saksı kırıkları gelir.
  • اندر آن بازی چو گویی نام زر ** آن کند در خاطر کودک گذر
  • Fakat erlerin kastettikleri altın ne o altındır, ne bu altın. Onlar üstüne, Allah’ın adı basılmış hakikî altını kastederler. O altın, ne kesada uğrar, ne ziyana… Ebedî ve daimîdir.
  • بل زر مضروب ضرب ایزدی ** کو نگردد کاسد آمد سرمدی
  • O altın, öyle bir altındır ki bu zahirî altın, parlaklığını ondan almış, kadir ve kıymeti ondan bulmuştur.
  • آن زری کین زر از آن زر تاب یافت ** گوهر و تابندگی و آب یافت
  • Gönül, o altından ganileşir… Parlaklık ve aydınlıkta aydan bile üstündür.
  • آن زری که دل ازو گردد غنی ** غالب آید بر قمر در روشنی
  • O mescit, bir mumdu, adamda pervane… O pervane huylu, âdeta canıyla oynamaktaydı. 4365
  • شمع بود آن مسجد و پروانه او ** خویشتن در باخت آن پروانه‌خو
  • Ateş, kanadını yaktı ama daha güzel kanat ihsan etti. O ateşe atılma, âşıka pek kutlu geldi, pek!
  • پر بسوخت او را ولیکن ساختش ** بس مبارک آمد آن انداختش