English    Türkçe    فارسی   

4
926-935

  • Halime, o güzel ses nereden geliyor, kim söylüyor diye araştırmak üzere Mustafa’yı yere bıraktı.
  • مصطفی را بر زمین بنهاد او ** تا کند آن بانگ خوش را جست و جو
  • Her tarafa göz gezdirdi... o sırlar açan, gizli şeyler söyleyen padişah nerede diye her tarafa baktı.
  • چشم می‌انداخت آن دم سو به سو ** که کجا است این شه اسرارگو
  • Yarabbi, böyle yüce bir ses sağdan, soldan gelmede... Fakat söyleyen kim? diyordu.
  • کین چنین بانگ بلند از چپ و راست ** می‌رسد یا رب رساننده کجاست
  • Kimseyi göremeyince şaşırdı, ümidi kesildi, söyleyeni bulamayacağını anladı... Söğüt dalı gibi her tarafı tir tir titriyordu.
  • چون ندید او خیره و نومید شد ** جسم لرزان هم‌چو شاخ بید شد
  • Tekrar o aklı başında olan çocuğu bıraktığı yere döndü... Bir de ne baksın, Mustafa, koyduğu yerde yok! 930
  • باز آمد سوی آن طفل رشید ** مصطفی را بر مکان خود ندید
  • Büsbütün şaşırdı... Konağı dertlerle karardı âdeta!
  • حیرت اندر حیرت آمد بر دلش ** گشت بس تاریک از غم منزلش
  • Şu yana, bu yana koşup bağırmaya, bir tanecik incimi kim aldı benim diye feryat etmeye başladı.
  • سوی منزلها دوید و بانگ داشت ** که کی بر دردانه‌ام غارت گماشت
  • Mekkeliler biz bilmiyoruz... Hatta orada bir çocuk olduğunu bile görmedik dediler.
  • مکیان گفتند ما را علم نیست ** ما ندانستیم که آنجا کودکیست
  • Halime öyle bir feryat edip ağlamaya başladı ki onun ağlamasını görüp başkaları da ağladılar!
  • ریخت چندان اشک و کرد او بس فغان ** که ازو گریان شدند آن دیگران
  • Göğsünü döverek öyle yanık yanık ağlıyordu ki ağlamasına bakıp yıldızlar bile ağlamaya koyuldular! 935
  • سینه کوبان آن چنان بگریست خوش ** که اختران گریان شدند از گریه‌اش
  • Halime’yi, yardım istemek üzere putlara götüren ihtiyar Arap
  • حکایت آن پیر عرب کی دلالت کرد حلیمه را به استعانت به بتان