English    Türkçe    فارسی   

1
1577-1601

  • Şükür yahut şikâyetle feryat edince yere, göğe zelzeleler düşsün!
  • چون بنالد زار بی‌‌شکر و گله ** افتد اندر هفت گردون غلغله‌‌
  • Her demde ona Tanrı’dan yüz mektup, yüz haberci erişsin; o bir kere “Ya Rabbi” deyince Hak’tan altmış kere “Lebbeyk” sesi gelsin!
  • هر دمش صد نامه صد پیک از خدا ** یا ربی زو شصت لبیک از خدا
  • Hatası, Tanrı indinde ibadetten daha iyi olsun; küfrüne nispetle bütün halkın imanı değersiz kalsın!
  • زلت او به ز طاعت نزد حق ** پیش کفرش جمله ایمانها خلق‌‌
  • Öyle kişiye her nefeste hususi miraç vardır. Tanrı, onun tacının üstüne yüzlerce hususi taç koyar. 1580
  • هر دمی او را یکی معراج خاص ** بر سر تاجش نهد صد تاج خاص‌‌
  • Cismi topraktadır, Canı Lâmekân Âleminde, O Lâmekân Âlemi, saliklerin vehimlerinden üstündür. (vehimlere sığmaz.)
  • صورتش بر خاک و جان بر لامکان ** لامکانی فوق وهم سالکان‌‌
  • O Lâmekân Âlemi, vehmine gelen bir âlem olmadığı gibi hayaline de doğmaz. (ne idrak edebilirsin, ne tahayyül !)
  • لامکانی نه که در فهم آیدت ** هر دمی در وی خیالی زایدت‌‌
  • Cennetteki ırmak, nasıl cennettekilerin hükmüne tâbi ise mekân âlemiyle Lâmekân Âlemi de, o âlemin hükmüne tâbidir.
  • بل مکان و لامکان در حکم او ** همچو در حکم بهشتی چارجو
  • Bu ilâhî akıl kuşlarına ait olan bahsi kısa kes, bu sözden yüzünü çevir, sükût et! Doğrusunu, Tanrı daha iyi bilir.
  • شرح این کوته کن و رخ زین بتاب ** دم مزن و الله اعلم بالصواب‌‌
  • Dostlar biz yine kuş, tacir ve Hindistan hikâyesine dönelim: 1585
  • باز می‌‌گردیم ما ای دوستان ** سوی مرغ و تاجر و هندوستان‌‌
  • Tacir, Hindistan’daki dudulara, dudusundan selam götürmeyi kabul etti.
  • مرد بازرگان پذیرفت این پیام ** کاو رساند سوی جنس از وی سلام‌‌
  • Tâcirin, kırda Hindistan dudularını görüp onlara dudusundan haber götürmesi
  • دیدن خواجه طوطیان هندوستان را در دشت و پیغام رسانیدن از آن طوطی‌‌
  • Hindistan uçlarına varınca kırda birkaç dudu gördü.
  • چون که تا اقصای هندوستان رسید ** در بیابان طوطی چندی بدید
  • Atını durdurup seslendi, dudunun selâmını ve kendisine emanet ettiği sözleri söyledi.
  • مرکب استانید پس آواز داد ** آن سلام و آن امانت باز داد
  • O dudulardan birisi, bir hayli titredi ve düşüp öldü, nefesi kesildi.
  • طوطیی ز آن طوطیان لرزید بس ** اوفتاد و مرد و بگسستش نفس‌‌
  • Tâcir, bu haberi verdiğinden dolayı pişman oldu, dedi ki: “Bir cana kıydım, 1590
  • شد پشیمان خواجه از گفت خبر ** گفت رفتم در هلاک جانور
  • Bu dudu, olsa olsa o duducağızın akrabası olacak, galiba bunların cisimleri iki, canları bir.
  • این مگر خویش است با آن طوطیک ** این مگر دو جسم بود و روح یک‌‌
  • Bu işi neye yaptım, o haberi neye verdim? Bu münasebetsiz sözle biçareyi yaktım, yandırdım.”
  • این چرا کردم چرا دادم پیام ** سوختم بی‌‌چاره را زین گفت خام‌‌
  • Bu dil, çakmak taşıyla çakmak demiri gibidir. Dilden çıkan da ateşe benzer.
  • این زبان چون سنگ و هم آهن‌‌وش است ** و آن چه بجهد از زبان چون آتش است‌‌
  • Manasız yere gâh hikâye yoluyla, gâh laf olsun diye çakmak taşıyla demirini birbirine vurma!
  • سنگ و آهن را مزن بر هم گزاف ** گه ز روی نقل و گاه از روی لاف‌‌
  • Zira ortalık karanlıktır, her tarafta pamuk dolu. Pamuk arasında kıvılcım nasıl durur? 1595
  • ز آن که تاریک است و هر سو پنبه زار ** در میان پنبه چون باشد شرار
  • Zalim onlardır ki gözlerini kapamışlar, söyledikleri sözlerle bütün âlemi yakmışlardır.
  • ظالم آن قومی که چشمان دوختند ** ز آن سخنها عالمی را سوختند
  • Bir söz, bir âlemi yıkar, ölmüş tilkileri aslan eder.
  • عالمی را یک سخن ویران کند ** روبهان مرده را شیران کند
  • Canlar aslen İsâ nefeslidir; bir anda yara, bir anda merhem olurlar.
  • جانها در اصل خود عیسی دمند ** یک زمان زخمند و گاهی مرهمند
  • Canlardan perde kalkaydı; her canın sözü, Mesih'i’ sözü gibi tesir ederdi.
  • گر حجاب از جانها برخاستی ** گفت هر جانی مسیح آساستی‌‌
  • Şeker gibi söz söylemek istersen sabret, haris olma , bu helvayı yeme! 1600
  • گر سخن خواهی که گویی چون شکر ** صبر کن از حرص و این حلوا مخور
  • Feraset sahiplerinin iştahları sabradır, onlar sabretmek isterler. Helva ise, çocukların istediği şeydir.
  • صبر باشد مشتهای زیرکان ** هست حلوا آرزوی کودکان‌‌