English    Türkçe    فارسی   

1
1690-1714

  • Nitekim posta güvercinleri, gönderilen mektupları, yine uçtukları şehre getirirler. 1690
  • چون کبوترهای پیک از شهرها ** سوی شهر خویش آرد بهرها
  • Dudunun, duduların hareketlerini duyması ve kafeste ölümü, tacirin ona ağlaması
  • شنیدن آن طوطی حرکت آن طوطیان و مردن آن طوطی در قفس و نوحه‌‌ی خواجه بر وی‌‌
  • Dudu, o dudunun yaptığını işitince titredi, düştü, kaskatı oldu.
  • چون شنید آن مرغ کان طوطی چه کرد ** پس بلرزید اوفتاد و گشت سرد
  • Sahibi, onun böyle düştüğünü görünce yerinden sıçradı, külâhını yere vurdu.
  • خواجه چون دیدش فتاده همچنین ** بر جهید و زد کله را بر زمین‌‌
  • Onu, bu renkte, bu halde görerek yerinden fırlayıp yakasını yırttı.
  • چون بدین رنگ و بدین حالش بدید ** خواجه بر جست و گریبان را درید
  • Dedi ki: “ Ey güzel ve hoş nağmeli dudu! Sana ne oldu, niçin bu hale geldin?
  • گفت ای طوطی خوب خوش حنین ** این چه بودت این چرا گشتی چنین‌‌
  • Vah yazık, benim güzel sesli kuşum! Vah yazık, benim gönüldeşim, sırdaşım. 1695
  • ای دریغا مرغ خوش آواز من ** ای دریغا هم دم و هم راز من‌‌
  • Yazık, benim güzel nağmeli kuşum; ruhumun neşesi, bahçem, çiçeğim!
  • ای دریغا مرغ خوش الحان من ** راح روح و روضه و ریحان من‌‌
  • Süleyman’ın böyle kuşu olsaydı hiç başka kuşlarla uğraşır mıydı?
  • گر سلیمان را چنین مرغی بدی ** کی خود او مشغول آن مرغان شدی‌‌
  • Vah yazık; ucuz bulduğum kuştan ne çabuk ayrıldım!
  • ای دریغا مرغ کارزان یافتم ** زود روی از روی او بر تافتم‌‌
  • Ey dil, sen bana çok ziyan veriyorsun! Söyleyen sen olduktan sonra ben sana ne diyeyim?
  • ای زبان تو بس زیانی بر وری ** چون تویی گویا چه گویم من ترا
  • Ey dil, sen hem ateşsin, hem harman! Ne vakte kadar harmanı ateşe vereceksin? 1700
  • ای زبان هم آتش و هم خرمنی ** چند این آتش در این خرمن زنی‌‌
  • Can, ne dersen onu yapmakla beraber gizlice yine senin elinden feryat etmektedir.
  • در نهان جان از تو افغان می‌‌کند ** گر چه هر چه گویی‌‌اش آن می‌‌کند
  • Ey dil, sen hem bitmez tükenmez bir hazinesin; hem dermanı olmayan bir dertsin!
  • ای زبان هم گنج بی‌‌پایان تویی ** ای زبان هم رنج بی‌‌درمان تویی‌‌
  • Hem kuşlara çalınan ıslık, yapılan hilesin; hem yalnızlık ve ayrılık zamanının enisisin!
  • هم صفیر و خدعه‌‌ی مرغان تویی ** هم انیس وحشت هجران تویی‌‌
  • Ey aman bilmez! Bana hiç aman vermiyorsun. Sen, yayını beni öldürmek için kurmuşsun.
  • چند امانم می‌‌دهی ای بی‌‌امان ** ای تو زه کرده به کین من کمان‌‌
  • İşte benim kuşumu uçurdun. Zulüm ve sitem otlağında az otla! 1705
  • نک بپرانیده ای مرغ مرا ** در چراگاه ستم کم کن چرا
  • Ya bana cevap ver, yahut insafa gel, yahut da bana neşe ve sevinç sebeplerinden birini an!
  • یا جواب من بگو یا داد ده ** یا مرا ز اسباب شادی یاد ده‌‌
  • Eyvah benim karanlığı yakıp mahfeden nurum; eyvah, benim gündüzü aydınlatan sabahım!
  • ای دریغا نور ظلمت سوز من ** ای دریغا صبح روز افروز من‌‌
  • Vah benim güzel uçan; tâ sondan başlangıca kadar uçup gelen kuşum!
  • ای دریغا مرغ خوش پرواز من ** ز انتها پریده تا آغاز من‌‌
  • Cahil insan ilelebet mihnete âşıktır. Kalk, “Fî kebed” e kadar “Lâ uksimü” yü oku!
  • عاشق رنج است نادان تا ابد ** خیز لا أقسم بخوان تا فی کبد
  • Senin yüzünü gördüm de mihnetten kurtuldum; senin ırmağında köpükten, tortudan arındım. 1710
  • از کبد فارغ بدم با روی تو ** وز زبد صافی بدم در جوی تو
  • Bu eyvah demeler, bu acınmalar onu görmek, peşin ve elde olan kendi varlığından kesilmek hayaliyledir.
  • این دریغاها خیال دیدن است ** وز وجود نقد خود ببریدن است‌‌
  • (Bu kuşun ölümüne sebep) Tanrı’nın gayreti (kıskanması) idi. Hakk’ın hükmüne çare bulunmaz. Nerede bir gönül ki Tanrı’nın hükmünden yüz parça olmamış olsun!
  • غیرت حق بود و با حق چاره نیست ** کو دلی کز حکم حق صد پاره نیست‌‌
  • Gayret (kıskançlık) de her şeyden gayrı olan; vasfı söze ve sese sığmayan Tanrı gayretidir (kendisinden başka her şeyi kıskanır).
  • غیرت آن باشد که او غیر همه ست ** آن که افزون از بیان و دمدمه ست‌‌
  • Ah keşke gözyaşım deniz olsaydı da o güzel dilberimin yoluna saçaydım!
  • ای دریغا اشک من دریا بدی ** تا نثار دل بر زیبا بدی‌‌