English    Türkçe    فارسی   

1
2090-2114

  • Sâf bir âleme, can sahrasına vararak tenden ve cihan mihnetinden kurtuldu. 2090
  • گشت آزاد از تن و رنج جهان ** در جهان ساده و صحرای جان‌‌
  • Canı, orada macerasını şöyle terennüm etmekteydi: Beni burada bıraksalardı.
  • جان او آن جا سرایان ماجرا ** کاندر اینجا گر بماندندی مرا
  • Canım bu bahçede, bu bahar çağında ne hoş bir hale gelir, bu ovanın bu gayb lâleliğinin sarhoşu olurdu.
  • خوش بدی جانم در این باغ و بهار ** مست این صحرا و غیبی لاله‌‌زار
  • Başsız, ayaksız seferler eder, dişsiz, dudaksız şekerler yedim.
  • بی‌‌پر و بی‌‌پا سفر می‌‌کردمی ** بی‌‌لب و دندان شکر می‌‌خوردمی‌‌
  • Felek sakinleriyle zahmetsiz, mihnetsiz zikre, dimağsız fikre dalar, onlarla lâtifeler ederdim.
  • ذکر و فکری فارغ از رنج دماغ ** کردمی با ساکنان چرخ لاغ‌‌
  • Gözleri kapalı olarak bir âlem görür; elsiz, avuçsuz güller, reyhanlar devşirirdim... 2095
  • چشم بسته عالمی می‌‌دیدمی ** ورد و ریحان بی‌‌کفی می‌‌چیدمی‌‌
  • Çalgıcı, bir su kuşuydu; bu âlem de bir bal denizi. Bu bal Eyyub Peygamber’in içtiği ve yıkandığı pınardı.
  • مرغ آبی غرق دریای عسل ** عین ایوبی شراب و مغتسل‌‌
  • Eyyub, o pınarda yıkanarak tepeden tırnağa kadar doğu nuru gibi bütün hastalıklardan arındı, pirüpak oldu.
  • که بدو ایوب از پا تا به فرق ** پاک شد از رنجها چون نور شرق‌‌
  • Mesnevi hacım bakımından felekler kadar bile olsa yine bu âlemin, hatta küçük bir cüz’ünü ihata edemezdi.
  • مثنوی در حجم گر بودی چو چرخ ** درنگنجیدی در او زین نیم برخ‌‌
  • Hâlbuki çok geniş olan o yerler gök, darlıktan gönlümü paramparça etti.
  • کان زمین و آسمان بس فراخ ** کرد از تنگی دلم را شاخ شاخ‌‌
  • Bu bir âlemdir ki bana rüyada göründü; açıklığıyla kolumu, kanadımı açtı. 2100
  • وین جهانی کاندر این خوابم نمود ** از گشایش پر و بالم را گشود
  • Bu âlemle bu âlemin yolu meydanda olsaydı dünyada pek az kimse, ancak bir lâhzacık kalırdı.
  • این جهان و راهش ار پیدا بدی ** کم کسی یک لحظه‌‌ای آن جا بدی‌‌
  • İhtiyar çalgıcıya “Burada kalmaya tamah etme, mademki ayağından diken çıkmıştır, haydi git” diye emir gelmekte.
  • امر می‌‌آمد که نی طامع مشو ** چون ز پایت خار بیرون شد برو
  • Canı ise orada, Tanrı’nın rahmet ve ihsanı meydanında “Durakla, bekle” demekteydi.
  • مول مولی می‌‌زد آن جا جان او ** در فضای رحمت و احسان او
  • Hâtif’in rüyada Ömer’e “ Beytülmalden şu kadar mal al, mezarlıkta yatan o adama ver “ demesi
  • در خواب گفتن هاتف مر عمر را رضی الله عنه که چندین زر از بیت المال به آن مرد ده که در گورستان خفته است
  • O sırada Hak Ömer’e bir uyku verdi ki kendini uykudan alamadı.
  • آن زمان حق بر عمر خوابی گماشت ** تا که خویش از خواب نتوانست داشت‌‌
  • “Bu mûtat bir şey değildi. Bu uyku, gayb âleminden geldi. Sebepsiz olamaz” diye taaccüpte kaldı. 2105
  • در عجب افتاد کاین معهود نیست ** این ز غیب افتاد بی‌‌مقصود نیست‌‌
  • Başını koydu, uyudu. Rüyasında hak tarafından bir ses geldi, bu sesi ruhu duydu.
  • سر نهاد و خواب بردش خواب دید ** کامدش از حق ندا جانش شنید
  • O ses öyle bir sesti ki her sesin nağmenin aslıdır. Asıl ses odur, o sesten başka sesler, aksi sedadır.
  • آن ندایی کاصل هر بانگ و نواست ** خود ندا آن است و این باقی صداست‌‌
  • Türk, Kürt, Zenci, Acem, Arap bütün milletler kulağa, dudağa muhtaç olmadan bu sesi anlamışlardır.
  • ترک و کرد و پارسی گو و عرب ** فهم کرده آن ندا بی‌‌گوش و لب‌‌
  • Hattâ Türk, Acem ve Zenci şöyle dursun... o sesi dağlar taşlar bile işitmiştir.
  • خود چه جای ترک و تاجیک است و زنگ ** فهم کرده ست آن ندا را چوب و سنگ‌‌
  • Her dem Tanrı’dan “ Elestü” sesi gelir, cevherlerle arazlar da o sesten var olmaktadırlar. 2110
  • هر دمی از وی همی‌‌آید أ لست ** جوهر و اعراض می‌‌گردند هست‌‌
  • Gerçi bunlardan zâhiren “Belâ” sesi gelmezse de onların yokluktan gelmeleri, var olmaları “Belâ” demeleridir.
  • گر نمی‌‌آید بلی‌‌ ز یشان ولی ** آمدنشان از عدم باشد بلی‌‌
  • Ağacın, taşın anlayışını söyledim ya. Hemen şimdicik bunu anlatan şu hikâyeyi dinle!
  • ز آن چه گفتم من ز فهم سنگ و چوب ** در بیانش قصه‌‌ای هش دار خوب‌‌
  • Cemaat çoğaldı, vâzettiğin zaman mübarek yüzünü göremiyoruz diye Peygamber Sallâllahu Aleyhi vesellem için mimber yaptıkları vakit (evvelce dayanıp vâzettiği) Hannâne direğinin inlemesi ve Peygamber’le sahabenin o iniltiyi işitmeleri, Mustafa Sallâllahu Aleyhi vesselem’in o direkle açıkça sual ve cevabı
  • نالیدن ستون حنانه چون برای پیغامبر علیه السلام منبر ساختند که جماعت انبوه شد گفتند ما روی مبارک تو را به هنگام وعظ نمی‌‌بینیم و شنیدن رسول و صحابه آن ناله را و سؤال و جواب مصطفی صلی الله علیه و اله و سلم با ستون صریح‌‌
  • Hannâne direği, Peygamberin ayrılığı yüzünden akıl sahipleri gibi ağlayıp inliyordu.
  • استن حنانه از هجر رسول ** ناله می‌‌زد همچو ارباب عقول‌‌
  • Peygamber, “Ey direk, ne istiyorsun?” dedi. O da “Canım, ayrılığından kan kesildi.
  • گفت پیغمبر چه خواهی ای ستون ** گفت جانم از فراقت گشت خون‌‌