English    Türkçe    فارسی   

1
2260-2284

  • Arabın iftiharı, savaş ve ihsandır. Sence Arap içinde yazıda kazınıp yok edilecek bir yanlışa benziyorsun. 2260
  • مر عرب را فخر غزو است و عطا ** در عرب تو همچو اندر خط خطا
  • Ne savaşı? Zaten biz savaşsız öldürülmüş, bitmişiz; yoksulluk kılıcıyla başımız uçurulmuş, gitmiş!
  • چه غزا ما بی‌‌غزا خود کشته‌‌ایم ** ما به تیغ فقر بی‌‌سر گشته‌‌ایم‌‌
  • İhsan nerede? Yoksulluğun etrafında dönüp dolaşarak ağ örmekte, havada uçan sineğin damarını sokup kanını emmekteyiz.
  • چه عطا ما بر گدایی می‌‌تنیم ** مر مگس را در هوا رگ می‌‌زنیم‌‌
  • Hele bize misafir gelsin... Geceleyin uyuyunca elbisesini soymazsam ben de adam değilim!
  • گر کسی مهمان رسد گر من منم ** شب بخسبد قصد دلق او کنم‌‌
  • Muhtaç ve müştak müritlerin yalancı, düzenci dâvacılara aldanmaları ve onları Hakk’a ulaşmış, yüce şeyh sanmaları, veresiyeyi peşinden, hileyle yapılmış çiçeği hakikî, bitmiş ve yeşermiş çiçekten farketmemeleri
  • مغرور شدن مریدان محتاج به مدعیان مزور و ایشان را شیخ و محتشم و واصل پنداشتن و نقل را از نقد فرق نادانستن و بر بسته را از بر رسته‌‌
  • Bundan dolayı bilenler, hikmetle dediler ki: ihsan ve kerem sahiplerine konuk olmak gerek.
  • بهر این گفتند دانایان به فن ** میهمان محسنان باید شدن‌‌
  • Halbuki sen, öyle birisinin müridisin ki hasisliği yüzünden kendisi galip değil, seni nasıl galip edecek? 2265
  • تو مرید و میهمان آن کسی ** کاو ستاند حاصلت را از خسی‌‌
  • Sana nur vermesi şöyle dursun... bilâkis kapkara bir hale koyar.
  • نیست چیره چون ترا چیره کند ** نور ندهد مر ترا تیره کند
  • Kendisinin nuru yok, onunla görüşüp konuşanlar nereden nurlanacak?
  • چون و را نوری نبود اندر قران ** نور کی یابند از وی دیگران‌‌
  • Bu çeşit şeyh, gözü akan ve görmeyen kişiye benzer. Gözüne ilâç çeker ama zararlı ilâçtan başka bir şey çekemez ki.
  • همچو اعمش کو کند داروی چشم ** چه کشد در چشمها الا که یشم‌‌
  • Yoksulluk ve meşakkatta bizim halimiz de böyledir. Bize aldanıp da hiçbir konuk gelmez.
  • حال ما این است در فقر و عنا ** هیچ مهمانی مبا مغرور ما
  • On yıllık kıtlığı mücessem olarak görmedinse gözünü aç da bize bak! 2270
  • قحط ده سال ار ندیدی در صور ** چشمها بگشا و اندر ما نگر
  • Görünüşümüz dâvacı adamların içi gibi gönlü kapkara, fakat dili şâşaalı!
  • ظاهر ما چون درون مدعی ** در دلش ظلمت زبانش شعشعی‌‌
  • Tanrı’dan onda ne bir koku var, ne bir eser. Fakat dâvası Şit’ten de ileri, Âdem’den de!
  • از خدا بویی نه او را نی اثر ** دعویش افزون ز شیث و بو البشر
  • Hattâ ona, Şeytan bile kendisini göstermez. Böyle olduğu halde o “Biz Abdallardanız, hattâ daha ileriyiz “ der durur.
  • دیو ننموده و را هم نقش خویش ** او همی‌‌گوید ز ابدالیم و بیش‌‌
  • Kendisini adam sansınlar diye dervişlerin bir hayli sözünü çalmış çırpmıştır.
  • حرف درویشان بدزدیده بسی ** تا گمان آید که هست او خود کسی‌‌
  • Söz söylerken lâfı Bayezid’den ziyade inceler, onu bile kusurlu bulur. Halbuki onun içyüzünden Yezid arlanır. 2275
  • خرده گیرد در سخن بر بایزید ** ننگ دارد از درون او یزید
  • Gökyüzünün ekmeğinden, sofrasından nasipsizdir. Hak, önüne bir kemik bile atmamıştır.
  • بی‌‌نوا از نان و خوان آسمان ** پیش او ننداخت حق یک استخوان‌‌
  • O ise “Sofrayı yaydım, Hakk’ın vekiliyim, halife oğluyum” diye bağırıp durmaktadır.
  • او ندا کرده که خوان بنهاده‌‌ام ** نایب حقم خلیفه زاده‌‌ام‌‌
  • “ Ey aşağılık sâf kişiler, gelin... gelin de ihsan keremimin sofrasından, kimse mâni olmaksızın yeyin” demektir.
  • الصلا ساده دلان پیچ پیچ ** تا خورید از خوان جودم سیر هیچ‌‌
  • Onlar da onun başına toplanırlar. Nimet ve ihsan istedikçe yalancı şeyh “ Yarın” der. Fakat bir türlü o yarın gelip çatmaz.
  • سالها بر وعده‌‌ی فردا کسان ** گرد آن در گشته فردا نارسان‌‌
  • Âdemoğlunun, az çok sırrı meydana çıkabilmek için uzun zamanlar lâzımdır. 2280
  • دیر باید تا که سر آدمی ** آشکارا گردد از بیش و کمی‌‌
  • Tek duvarın altında define mi var, yoksa yılan karınca ejderha yuvası mı?
  • زیر دیوار بدن گنج است یا ** خانه‌‌ی مار است و مور و اژدها
  • O yalancı şeyhin hiçbir şey olmadığı meydana çıkıncaya kadar tâlibin de ömrü tükenmiş olur: artık anlamanın ne faydası var?
  • چون که پیدا گشت کاو چیزی نبود ** عمر طالب رفت آگاهی چه سود
  • Bazen bir mürit, dâvacı ve yalancı bir şeyhe adamdır diye sadkatle inanır, itikat eder. Bu itikat yüzünden öyle bir makama erişir ki şeyhi, o makamı ruyada bile görmemiştir. Bu suretle müride su ve ateş bile zarar vermez. Halbuki şeyhe zararlıdır. Fakat bu. nadirdir
  • در بیان آن که نادر افتد که مریدی در مدعی مزور اعتقاد به صدق ببندد که او کسی است و بدین اعتقاد به مقامی برسد که شیخش در خواب ندیده باشد و آب و آتش او را گزند نکند و شیخش را گزند کند و لیکن به نادر نادر
  • Fakat nadir olarak tâlibin itikadındaki parlaklık yüzünden şeyhin yalanı tâlibe faydalı olur.
  • لیک نادر طالب آید کز فروغ ** در حق او نافع آید آن دروغ‌‌
  • Şeyhi, can sanır, ceset çıkar ama tâlip, kendi iyi niyeti yüzünden öyle bir makama erişir ki...
  • او به قصد نیک خود جایی رسد ** گر چه جان پنداشت و آن آمد جسد