English    Türkçe    فارسی   

1
2507-2531

  • Ahmaklar onu tek ve zayıf gördüler. Hiç padişahın dostu olan zayıf olur mu?
  • ابلهانش فرد دیدند و ضعیف ** کی ضعیف است آن که با شه شد حریف‌‌
  • Ahmaklar, "O, ancak bir tek kişiden ibaret!” dediler. Vay âkıbeti düşünmeyen!
  • ابلهان گفتند مردی بیش نیست ** وای آن کاو عاقبت اندیش نیست‌‌
  • His gözünün Salih Peygamber’i ve devesini hakîr görmesi… Ulu Tanrı, bir orduyu helâk etmek isterse, düşmanları, galip olsalar bile onlara hor ve pek az gösterir “ Ve yukallilüküm fî a’yünihim liyakdiyallahu ermen kâne mef’ûlâ “
  • حقیر و بی‌‌خصم دیدن دیده‌‌های حس صالح و ناقه‌‌ی صالح را، چون خواهد که حق لشکری را هلاک کند در نظر ایشان حقیر نماید خصمان را و اندک اگر چه غالب باشد آن خصم و يقللکم فی أعينهم ليقضي الله أمرا کان مفعولا
  • Salih’in devesi görünüşte deveydi, o zâlim kavim, bilgisizlik yüzünden deveyi kestiler.
  • ناقه‌‌ی صالح به صورت بد شتر ** پی بریدندش ز جهل آن قوم مر
  • Su için deveye düşman olduklarından kendileri, mezara su ve ekmek oldular. ( helâk olup mezarı doyurdular). 2510
  • از برای آب چون خصمش شدند ** نان کور و آب کور ایشان بدند
  • Tanrı devesi, ırmaktan buluttan su içmekteydi. Onlar, Hakk’ın suyunu Hak’tan esirgediler.
  • ناقة الله آب خورد از جوی و میغ ** آب حق را داشتند از حق دریغ‌‌
  • Salih’in devesi, salih kişilerin cisimleri gibidir; onlar kötülerin helâki için tuzaktır.
  • ناقه‌‌ی صالح چو جسم صالحان ** شد کمینی در هلاک طالحان‌‌
  • Neticede” Tanrı devesinden ve içeceğinden çekinin” hükmü, o ümmeti ne dertlere uğrattı, onları nasıl helâk etti!
  • تا بر آن امت ز حکم مرگ و درد ** ناقة الله و سقیاها چه کرد
  • Tanrı kahrının şahnesi, bir devenin kanına diyet olarak onlardan bütün bir şehri diledi.
  • شحنه‌‌ی قهر خدا ز یشان بجست ** خونبهای اشتری شهری درست‌‌
  • Ruh, Salih gibidir,ten de deveye benzer. Ruh vuslattadır ten ihtiyaç içindedir. 2515
  • روح همچون صالح و تن ناقه است ** روح اندر وصل و تن در فاقه است‌‌
  • Temiz ruha zarar vermenin imkânı yoktur. Tanrı yaralanmaz.
  • روح صالح قابل آفات نیست ** زخم بر ناقه بود بر ذات نیست‌‌
  • Böyle ruha sahip olanlara kimse galip gelemez. Zarar gelse bile sedefe gelir, inciye değil.
  • کس نیابد بر دل ایشان ظفر ** بر صدف آمد ضرر نی بر گهر
  • Temiz ruha zarar vermenin imkânı yoktur. Tanrı’nın nuru, kâfirlere mağlup olmaz.
  • روح صالح قابل آزار نیست ** نور یزدان سغبه‌‌ی کفار نیست‌‌
  • Can, toprağa mensup cisme, kötü kişiler, incitsinler de Tanrı imtihanını görsünler diye ulaştı, bu yüzden cisimle bağdaştı, birleşti.
  • حق از آن پیوست با جسمی نهان ** تاش آزارند و بینند امتحان‌‌
  • Canı inciten kişinin, bu incitmenin Tanrı’yı incitme olduğundan haberi yoktur. Bilmiyor ki bu küpün suyu ırmak suyu ile birleşmiştir. 2520
  • بی‌‌خبر کآزار این آزار اوست ** آب این خم متصل با آب جوست‌‌
  • Tanrı bütün âleme penah olsun diye bir cisme alâka bağlamıştır.
  • ز آن تعلق کرد با جسمی اله ** تا که گردد جمله عالم را پناه‌‌
  • Tanrı velisinin cisim devesine kul ol ki Salih Peygamberle kapı yoldaşı olasın.
  • ناقه‌‌ی جسم ولی را بنده باش ** تا شوی با روح صالح خواجه‌‌تاش‌‌
  • Salih peygamber, “ Madem ki haset ettiniz, bu işi yaptınız… üç gün sonra Tanrı’dan azap erişecek.
  • گفت صالح چون که کردید این حسد ** بعد سه روز از خدا نقمت رسد
  • Ondan üç gün sonra da can alıcı Tanrı’dan başka bir âfet gelecek ki onun üç alâmeti vardır:
  • بعد سه روز دگر از جان ستان ** آفتی آید که دارد سه نشان‌‌
  • Hepinizin yüzünüzün rengi değişir. Birbirinize bakınca yüzlerinizi türlü türlü renklerde görürsünüz. 2525
  • رنگ روی جمله تان گردد دگر ** رنگ رنگ مختلف اندر نظر
  • İlk günlerde yüzleriniz safran gibi sararır; ikinci günü erguvan gibi kızarır.
  • روز اول رویتان چون زعفران ** در دوم رو سرخ همچون ارغوان‌‌
  • Üçüncü günü yüzleriniz tamamı ile kararır, ondan sonra da Tanrı’nın kahrı gelir, çatar.
  • در سوم گردد همه روها سیاه ** بعد از آن اندر رسد قهر اله‌‌
  • Eğer bu tehdide benden delil isterseniz devenin yavrusunu daha doğru kovalayın!
  • گر نشان خواهید از من زین وعید ** کره‌‌ی ناقه به سوی که دوید
  • Eğer tutabilirseniz derdinize çare bulunur. Tutamazsanız ümit kuşu uzaktan kaçtı, gitti!” dedi.
  • گر توانیدش گرفتن چاره هست ** ور نه خود مرغ امید از دام جست‌‌
  • Kimse yavruya erişmedi; dağlar arasına dalıp kayboldu. 2530
  • کس نتانست اندر آن کره رسید ** رفت در کهسارها شد ناپدید
  • Salih dedi ki: “Gördünüz mü Tanrı’nın bu kazası nasıl geldi? Artık ümidin boynunu vurdu.”
  • گفت دیدید آن قضا مبرم شده ست ** صورت اومید را گردن زده ست‌‌