English    Türkçe    فارسی   

1
2527-2551

  • Üçüncü günü yüzleriniz tamamı ile kararır, ondan sonra da Tanrı’nın kahrı gelir, çatar.
  • در سوم گردد همه روها سیاه ** بعد از آن اندر رسد قهر اله‌‌
  • Eğer bu tehdide benden delil isterseniz devenin yavrusunu daha doğru kovalayın!
  • گر نشان خواهید از من زین وعید ** کره‌‌ی ناقه به سوی که دوید
  • Eğer tutabilirseniz derdinize çare bulunur. Tutamazsanız ümit kuşu uzaktan kaçtı, gitti!” dedi.
  • گر توانیدش گرفتن چاره هست ** ور نه خود مرغ امید از دام جست‌‌
  • Kimse yavruya erişmedi; dağlar arasına dalıp kayboldu. 2530
  • کس نتانست اندر آن کره رسید ** رفت در کهسارها شد ناپدید
  • Salih dedi ki: “Gördünüz mü Tanrı’nın bu kazası nasıl geldi? Artık ümidin boynunu vurdu.”
  • گفت دیدید آن قضا مبرم شده ست ** صورت اومید را گردن زده ست‌‌
  • Devenin yavrusu nedir? Salih? Peygamberin gönlü. Onun hatırını ele alın, onun isteğini yerine getirin.
  • کره‌‌ی ناقه چه باشد خاطرش ** که بجا آرید ز احسان و برش‌‌
  • Onun gönlünü alırsanız azaptan kurtuldunuz; yoksa, pişman olduğunuzun, ümitsizliğe düştüğünüzün günüdür.
  • گر بجا آید دلش رستید از آن ** ور نه نومیدید و ساعد را گزان‌‌
  • Salih’ten bu bulanık vâdi duydukları gibi azaba göz dikip beklemeye başladılar.
  • چون شنیدند این وعید منکدر ** چشم بنهادند و آن را منتظر
  • Birinci gün yüzlerinin sarardığını gördüler.Ümitsizlikle soğuk soğuk ah etmeye başladılar. 2535
  • روز اول روی خود دیدند زرد ** می‌‌زدند از ناامیدی آه سرد
  • İkinci günü hepsinin yüzü kızardı. Artık ümit ve tövbe nöbeti kayboldu.
  • سرخ شد روی همه روز دوم ** نوبت اومید و توبه گشت گم‌‌
  • Üçüncü gün hepsinin yüzü kapkara kesildi. Salih Peygamberin hükmü: cenksiz, cidalsiz doğru çıktı.
  • شد سیه روز سوم روی همه ** حکم صالح راست شد بی‌‌ملحمه‌‌
  • Hepsi de ümitsiz bir hale gelince kuşlar gibi ayaklarını altlarına alıp iki dizlerinin üstlerine çöktüler.
  • چون همه در ناامیدی سر زدند ** همچو مرغان در دو زانو آمدند
  • Cibril-i Emin, bu diz çökmeyi Peygambere “Câsimîn” âyetini getirerek Kur’an’da anlattı.
  • در نبی آورد جبریل امین ** شرح این زانو زدن را جاثمین‌‌
  • Sana diz çökmeyi öğrettikleri ve seni bu çeşit diz çökmeden korkuttukları vakit, yani belâ gelmeden diz çök! 2540
  • زانو آن دم زن که تعلیمت کنند ** وز چنین زانو زدن بیمت کنند
  • Salih’in kavmi, Tanrı kahrının zahmını beklediler: o kahır ve azap da gelip o şehri yok etti.
  • منتظر گشتند زخم قهر را ** قهر آمد نیست کرد آن شهر را
  • Salih, halvetten çıkıp şehre doğru gitti; gördü ki şehir duman ve ateş içinde.
  • صالح از خکوت بسوی شهر رفت ** شهر دید اندر میان دود و نفت
  • Onların hâk ile yeksân olmuş cüzülerinden bile feryat ve figanlarını duyuyordu; feryat duyulmaktaydı ama ortada feryat eden yok!
  • ناله از اجزای ایشان می‌‌شنید ** نوحه پیدا نوحه گویان ناپدید
  • Kemiklerinden iniltiler, sızıntılar duydu; canları çiğ taneleri gibi yaş döküyor, ağlıyordu.
  • ز استخوانهاشان شنید او ناله‌‌ها ** اشک ریز از جانشان چون ژاله‌‌ها
  • Salih bunu duyup ağlamaya başladı: feryat edenlere feryat etmeye koyuldu: 2545
  • صالح آن بشنید و گریه ساز کرد ** نوحه بر نوحه گران آغاز کرد
  • ”Ey bâtıl yolda yaşayan kavim! Ben sizin çevrinizden Tanrı’ya şikâyet etmiş ağlamıştım.
  • گفت ای قومی به باطل زیسته ** وز شما من پیش حق بگریسته‌‌
  • Tanrı, bana “Onların eziyetlerine sabret; onlara nasihat ver. Zaten devirlerinden çok bir zaman kalmadı” demişti.
  • حق بگفته صبر کن بر جورشان ** پندشان ده بس نماند از دورشان‌‌
  • Ben, “ Cefaları eziyetleri yüzünden onlara nasihat edemiyorum. Nasihat sütü sevgiden, sâflıktan coşup akar” demiştim.
  • من بگفته پند شد بند از جفا ** شیر پند از مهر جوشد وز صفا
  • Bana o kadar eziyetler ettiniz ki nasihat sütü damarlarımda dondu.
  • بس که کردید از جفا بر جای من ** شیر پند افسرد در رگهای من‌‌
  • Tanrı, bana “Ben sana lûtuf ve inayet eder, o yaralara merhem koyarım” buyurdu. 2550
  • حق مرا گفته ترا لطفی دهم ** بر سر آن زخمها مرهم نهم‌‌
  • Hak, gönlümü gök gibi sâf bir hale getirdi. Gönlümden, sizin cefalarınızı sildi, süpürdü.
  • صاف کرده حق دلم را چون سما ** روفته از خاطرم جور شما