English    Türkçe    فارسی   

1
2993-3017

  • Usta, “Kavzinliyi kayırmadan, merhametsizce aslanın bir başka tarafını dövmeye başladı.
  • جانب دیگر گرفت آن شخص زخم ** بی‌‌محابا بی‌‌مواسا بی‌‌ز رحم‌‌
  • Yiğit yine bağırdı “Burası neresi?” Usta: “Kulağı” dedi.
  • بانگ کرد او کاین چه اندام است از او ** گفت این گوش است ای مرد نکو
  • Kazvinli “ Bırak, kulaksız olsun. Orasını da yapma” dedi. 2995
  • گفت تا گوشش نباشد ای حکیم ** گوش را بگذار و کوته کن گلیم‌‌
  • Usta bu sefer başka bir yerine başlayınca Kazvinli yine feryat etti:
  • جانب دیگر خلش آغاز کرد ** باز قزوینی فغان را ساز کرد
  • “Bu üçüncü iğne de neresini dövüyor?” Usta:”Azizim, karnı” dedi.
  • کاین سوم جانب چه اندام است نیز ** گفت این است اشکم شیر ای عزیز
  • Kazvinli “Fena acıyor, iğneyi bu kadar çok batırma, bırak, karınsız olsun” deyince
  • گفت تا اشکم نباشد شیر را ** چه شکم باید نگار سیر را
  • Tellâk şaşırdı, hayli müddet parmağı ağzında kaldı.
  • خیره شد دلاک و بس حیران بماند ** تا به دیر انگشت در دندان بماند
  • İğneyi yere atıp “ Âlemde kimse böyle bir hale düştüm mü ki? 3000
  • بر زمین زد سوزن از خشم اوستاد ** گفت در عالم کسی را این فتاد
  • Kuyruksuz, başsız, karınsız aslanı kim gördü? Tanrı bile böyle bir aslan yaratmamıştır” dedi.
  • شیر بی‌‌دم و سر و اشکم که دید ** این چنین شیری خدا خود نافرید
  • Kardeş, iğne yarasına sabret ki gâvur nefsin iğnesinden kurtulasın.
  • ای برادر صبر کن بر درد نیش ** تا رهی از نیش نفس گبر خویش‌‌
  • Varlıkların kurtulmuş olanlara felek de secde eder, güneş de, ay da.
  • کان گروهی که رهیدند از وجود ** چرخ و مهر و ماهشان آرد سجود
  • Vücudunda nefsi ölen kişinin fermanına güneş de tâbidir, bulut da.
  • هر که مرد اندر تن او نفس گبر ** مر و را فرمان برد خورشید و ابر
  • Gönlü ışık yakmayı, şûlelenmeyi öğrenmiş olan kişiyi güneş bile yakamaz. 3005
  • چون دلش آموخت شمع افروختن ** آفتاب او را نیارد سوختن‌‌
  • Tanrı; doğması, batması muayyen olan güneş hakkında “Doğduğu ve battığı zaman onların mağaralarına vurmaz; o mağara hiç güneş yüzü görmezdi”demiştir.
  • گفت حق در آفتاب منتجم ** ذکر تزاور کذا عن کهفهم‌‌
  • Bir cüzü, külle ulaşırsa o cüz’ün yanında diken bile, gül gibi baştanbaşa letafet kesilir.
  • خار جمله لطف چون گل می‌‌شود ** پیش جزوی کاو سوی کل می‌‌رود
  • Tanrı’yı ululamak, yüceltmek, nasıl olur? Kendini, varlığını horlamak, toprak mesabesinde tutmakla.
  • چیست تعظیم خدا افراشتن ** خویشتن را خوار و خاکی داشتن‌‌
  • Tanrıyı tevhid etmeyi öğrenmek nedir? Kendini tek Tanrı önünde yakıp yok etmek.
  • چیست توحید خدا آموختن ** خویشتن را پیش واحد سوختن‌‌
  • Gündüz gibi şûlelenip parlamayı diliyorsan geceye benzeyen varlığını yak! 3010
  • گر همی‌‌خواهی که بفروزی چو روز ** هستی همچون شب خود را بسوز
  • Varlığını o varlığı meydana getirenin varlığında bakırı kimya içinde eritir, yok eder gibi eritir, yok eder gibi erit, yok et (de altın ol)
  • هستی‌‌ات در هست آن هستی نواز ** همچو مس در کیمیا اندر گداز
  • Sen, sıkı sıkıya ben’e, yapışmış ( yokluğu ve birliğe ulaşmış) sın. Bütün bozuk düzen işler, bütün bu perişanlıklar, ikilikten meydana çıkıyor.
  • در من و ما سخت کرده ستی دو دست ** هست این جمله‌‌ی خرابی از دو هست‌‌
  • Ava giden aslan, kurt ve tilki
  • رفتن گرگ و روباه در خدمت شیر به شکار
  • Bir aslan, bir kurt, bir tilki avlanmak için dağlara düşmüşler.
  • شیر و گرگ و روبهی بهر شکار ** رفته بودند از طلب در کوهسار
  • Birbirlerine yardım ederek av hayvanlarını adamakıllı yakalamayı, onların yolunu kesmeyi kurmuşlardı.
  • تا به پشت همدگر بر صیدها ** سخت بر بندند بار قیدها
  • Üçü de beraberce o geniş ovada birçok av elde etmek niyetindeydiler. 3015
  • هر سه با هم اندر آن صحرای ژرف ** صیدها گیرند بسیار و شگرف‌‌
  • Aslan, onlarla beraber avlanmaktan utanmaktaysa da yine onları ağırladı, onlara yoldaş oldu.
  • گر چه ز یشان شیر نر را ننگ بود ** لیک کرد اکرام و همراهی نمود
  • Böyle bir padişaha maiyetindeki asker, ancak zahmettir. Fakat bu “Topluluk rahmettir” deyip onlara uydu.
  • این چنین شه را ز لشکر زحمت است ** لیک همره شد جماعت رحمت است‌‌