English    Türkçe    فارسی   

1
864-888

  • Tanrı fermanı erişince toprak, Karun’u altınlarıyla, tahtıyla tâ dibine çekti.
  • خاک قارون را چو فرمان در رسید ** با زر و تختش به قعر خود کشید
  • Su ile toprak, İsa’nın nefeslerinden gıdalanınca kol kanat açtı, kuş olup uçtu. 865
  • آب و گل چون از دم عیسی چرید ** بال و پر بگشاد مرغی شد پرید
  • Tanrı’yı tesbih etmen, su ve topraktan meydana gelmiş olan cesedinden çıkan bir buhardan, bir nefesten ibarettir. Fakat gönül doğruluğu yüzünden cennet kuşu olmuş, oraya uçup gitmiştir.
  • هست تسبیحت بخار آب و گل ** مرغ جنت شد ز نفخ صدق دل‌‌
  • Tûr dağı, Mûsâ nurundan raksa geldi, kâmil bir sûfi oldu, noksandan kurtuldu.
  • کوه طور از نور موسی شد به رقص ** صوفی کامل شد و رست او ز نقص‌‌
  • Dağ bir aziz sûfi olursa şaşılacak ne var? Mûsâ’nın cismi de bir kemik parçasından ibaretti.
  • چه عجب گر کوه صوفی شد عزیز ** جسم موسی از کلوخی بود نیز
  • Yahudi padişahının bu söze ehemmiyet vermeyip inkâr etmesi, kendisine nasihat edenlerin nasihatlerini kabul etmemesi
  • طنز و انکار کردن پادشاه جهود و قبول نکردن نصیحت خاصان خویش‌‌
  • O Yahudi padişahı bu acayip mucizeleri gördü. Fakat ancak taan ve inkârda bulundu.
  • این عجایب دید آن شاه جهود ** جز که طنز و جز که انکارش نبود
  • Nasihatçiler: “İşi haddinden ileri götürme, inat hayvanını bu kadar ileri sürme” dediler. 870
  • ناصحان گفتند از حد مگذران ** مرکب استیزه را چندین مران‌‌
  • Nasihatçilerin ellerini bağlayıp hapsetti. Zulmünü birbirine uladı (biteviye ve daha fazla zulmeder oldu).
  • ناصحان را دست بست و بند کرد ** ظلم را پیوند در پیوند کرد
  • “Madem iş bu dereceye vardı. Ey köpek, sabret; kahrımız erişti!” diye bir ses geldi.
  • بانگ آمد کار چون اینجا رسید ** پای دار ای سگ که قهر ما رسید
  • Ondan sonra ateş kırk arşın alevlendi; bir halka teşkil etti ve o Yahudileri yaktı.
  • بعد از آن آتش چهل گز بر فروخت ** حلقه گشت و آن جهودان را بسوخت‌‌
  • Onların asılları önceden de ateşti; sonunda da asıllarına gittiler.
  • اصل ایشان بود آتش ابتدا ** سوی اصل خویش رفتند انتها
  • Zaten zümre ateşten doğmuştu. Cüzüler kül tarafına yol alır, o tarafa giderler. 875
  • هم ز آتش زاده بودند آن فریق ** جزوها را سوی کل باشد طریق‌‌
  • Onlar ancak mümini yakan bir ateştiler. Kendilerini kendi ateşleri çerçöp gibi yaktı.
  • آتشی بودند مومن سوز و بس ** سوخت خود را آتش ایشان چو خس‌‌
  • Anası(mayası) Hâviye olan kimsenin mekânı, ancak Hâviyedir.
  • آن که بوده ست امه الهاویه ** هاویه آمد مر او را زاویه‌‌
  • Çocuk anası, onu arar; asıllar, mutlaka feri’leri izler.
  • مادر فرزند جویان وی است ** اصلها مر فرعها را در پی است‌‌
  • Su, havuz içinde zindanda mahpus gibidir ama hava onu çeker. Zira su, erkâna mensuptur (dört erkân denen hava, ateş, su ve topraktandır. Havanın feri’dir).
  • آب اندر حوض اگر زندانی است ** باد نشفش می‌‌کند کار کانی است‌‌
  • Onu havuzdan kurtarır, madenine azar azar götürür ki sen götürdüğünü görmeyesin. (fırat) 880
  • می‌‌رهاند می‌‌برد تا معدنش ** اندک اندک تا نبینی بردنش‌‌
  • Bu nefes alıp vermek de bizim hayatımızı azar azar cihan mahbesinden çalar. (T.M. 876)
  • وین نفس جانهای ما را همچنان ** اندک اندک دزدد از حبس جهان‌‌
  • Sözlerin temizleri, bizden çıkarak ona yükselir, ondan başkasının bilmediği yere kadar varır.
  • تا إلیه یصعد أطیاب الکلم ** صاعدا منا إلی حیث علم‌‌
  • Nefeslerimiz, temizlik sebebiyle bizden hediye olarak beka yurduna yücelir.
  • ترتقی أنفاسنا بالمنتقی ** متحفا منا إلی دار البقا
  • Sonra ululuk sahibi Tanrı’dan, ancak rahmet olarak sözlerimizin mükâfatı, iki misli bize gelir;
  • ثم تاتینا مکافات المقال ** ضعف ذاک رحمة من ذی الجلال‌‌
  • Sonradan kul nail olduğu şeylere bir daha nail olsun diye bizi, yine o güzel sözlere sevk eder, yine bize o çeşit sözler söyletir. 885
  • ثم یلجینا الی امثالها ** کی ینال العبد مما نالها
  • İşte böylece en güzel sözleri söyledikçe hep böyle sözlerin çıkmakta, Tanrı rahmeti inmektedir ve bu iki hal sende daimîdir.
  • هکذا تعرج و تنزل دایما ** ذا فلا زلت علیه قائما
  • Fârisî söyleyelim: Bu şevk ve cezbe, o zevkin geldiği taraftan gelir.
  • پارسی گوییم یعنی این کشش ** ز آن طرف آید که آمد آن چشش‌‌
  • Her kavmin gözü, bir günceğiz zevk sürdüğü cihette kalmıştır.
  • چشم هر قومی به سویی مانده است ** کان طرف یک روز ذوقی رانده است‌‌