English    Türkçe    فارسی   

2
375-399

  • Rahmetim, o ağlamalara bağlıdır. Kul ağladı mı rahmet denizi, kabarmaya, dalgalanmaya başlar. 375
  • رحمتم موقوف آن خوش گریه‏هاست ** چون گریست از بحر رحمت موج خاست‏
  • Allah, aziz sırrını takdis etsin, şeyh Ahmed-i Hıdraveyh’in Allah ilhamıyla borçlular için helva satması
  • حلوا خریدن شیخ احمد خضرویه قدس الله سره العزیز جهت غریمان به الهام حق
  • Bir şeyh vardı. Cömertlikle anılmıştı, o yüzden de daima borçluydu.
  • بود شیخی دایما او وامدار ** از جوانمردی که بود آن نامدار
  • Büyüklerden on binlerce lira borç almış, âlemdeki yoksullara harcetmişti.
  • ده هزاران وام کردی از مهان ** خرج کردی بر فقیران جهان‏
  • Borçlu bir de tekke kurmuş, canını da, malını da, tekkesini de Allah uğruna feda etmişti.
  • هم به وام او خانقاهی ساخته ** جان و مال و خانقه درباخته‏
  • Allah, Halil’e nasıl kumu un etmişse onun da borcunu her taraftan öderdi.
  • وام او را حق ز هر جا می‏گزارد ** کرد حق بهر خلیل از ریگ آرد
  • Peygamber dedi ki: “Pazarlarda iki melek daima dua eder. 380
  • گفت پیغمبر که در بازارها ** دو فرشته می‏کنند ایدر دعا
  • Ey Allah, sen verenlere, ihsan edenlere fazlasıyla ver; nekes malını da telef et!
  • کای خدا تو منفقان را ده خلف ** ای خدا تو ممسکان را ده تلف‏
  • Bilhassa canını bağışlayan, kendisini Allah’a kurban eden,
  • خاصه آن منفق که جان انفاق کرد ** حلق خود قربانی خلاق کرد
  • İsmail gibi boynunu veren kişiye fazlasıyla ver! “Hiç o boyna bıçak işler mi?
  • حلق پیش آورد اسماعیل‏وار ** کارد بر حلقش نیارد کرد کار
  • Şehirler de bu yüzden diridirler, bu yüzden zevk ve safa içindedirler. Sen kâfir gibi yalnız kalıba bakma!
  • پس شهیدان زنده زین رویند و خوش ** تو بدان قالب بمنگر گبروش‏
  • Çünkü Allah, onlara karşılık olarak ebedi ve gamdan, mihnetten, kötülükten emin bir can vermiştir. 385
  • چون خلف دادستشان جان بقا ** جان ایمن از غم و رنج و شقا
  • Borçlu Şeyh, yıllarca bu işte bulundu, vazifesi buymuş gibi halktan borç almakta, halka vermekteydi.
  • شیخ وامی سالها این کار کرد ** می‏ستد می‏داد همچون پای مرد
  • Ölüm gününde ulu bir bey olmak için ölümüne kadar bu çeşit tohumlar ekmekteydi.
  • تخمها می‏کاشت تا روز اجل ** تا بود روز اجل میر اجل‏
  • Şeyh’in ömrü sona erip de vücudunda ölüm alâmetlerini görünce,
  • چون که عمر شیخ در آخر رسید ** در وجود خود نشان مرگ دید
  • Borçlular etrafına toplandı. Şeyh, mum gibi kendi kendisine eriyip gidiyordu.
  • وامداران گرد او بنشسته جمع ** شیخ بر خود خوش گدازان همچو شمع‏
  • Borçluların ümidi kesildi, suratları ekşidi, dertlerine dert katıldı. 390
  • وامداران گشته نومید و ترش ** درد دلها یار شد با درد شش‏
  • Şeyh, ”Şu kötü şüpheye düşenlere bak! Allah’ın dört yüz dinar altını yok mu ki?” dedi.
  • شیخ گفت این بد گمانان را نگر ** نیست حق را چار صد دینار زر
  • Bu sırada dışardan bir çocuk, birkaç para kazanmak ümidiyle “Helva” diye bağırdı.
  • کودکی حلوا ز بیرون بانگ زد ** لاف حلوا بر امید دانگ زد
  • Şeyh, hizmetçiye, ”Git helvanın hepsini al,
  • شیخ اشارت کرد خادم را به سر ** که برو آن جمله حلوا را بخر
  • Borçlular yesinler de bir müddetçik olsun bana acı acı bakmasınlar” diye başıyla işaret etti.
  • تا غریمان چون که آن حلوا خورند ** یک زمانی تلخ در من ننگرند
  • Hizmetçi, helvanın hepsini almak üzere hemen dışarı çıktı. 395
  • در زمان خادم برون آمد به در ** تا خرد او جمله حلوا ز ان پسر
  • Helvacıya ,”Bu helvanın hepsi kaça?” diye sordu. Çocuk “Yarım küsur dinar” dedi.
  • گفت او را جمله‏ی حلوا به چند ** گفت کودک نیم دیناری و اند
  • Hizmetçi,”Yoo, Sofilerden çok isteme. Sana yarım dinar veriyorum artık söylenme!” dedi.
  • گفت نه از صوفیان افزون مجو ** نیم دینارت دهم دیگر مگو
  • Helvayı bir tabağa koydurdu ve tabağı getirip Şeyh’in önüne koydu. Sır sahibi Şeyh’in esrarına bak!
  • او طبق بنهاد اندر پیش شیخ ** تو ببین اسرار سر اندیش شیخ‏
  • Borçlulara ,”Buyurun, şu mübarek helvayı helâlinden bir güzelce yiyin” iye işaret etti.
  • کرد اشارت با غریمان کین نوال ** نک تبرک خوش خورید این را حلال‏