English    Türkçe    فارسی   

2
863-887

  • Bu sözün sonu gelmez. Geri dön de padişah o kölelere ne yaptı, onu anlat!
  • این سخن پایان ندارد باز گرد ** تا که شه با آن غلامانش چه کرد
  • Padişahın o kölelerden birini bir yere yollayıp öbüründen bazı şeyler sorması
  • به راه کردن شاه یکی را از آن دو غلام و از این دیگر پرسیدن
  • Padişah o köleciği zeki görünce öbürüne “Beri gel” diye emretti.
  • آن غلامک را چو دید اهل ذکا ** آن دگر را کرد اشارت که بیا
  • Buradaki sevgiye ve acımaya delâlet eden “ceğiz” eki küçültme, horlama için değildir. Nitekim ana oğul’a “yavrucuğum” derse bu horlama sayılmaz. 865
  • کاف رحمت گفتمش تصغیر نیست ** جد چو گوید طفلکم تحقیر نیست‏
  • İkinci köle padişahın huzuruna geldi. Ağzı kokuyordu, dişleri de kapkaraydı.
  • چون بیامد آن دوم در پیش شاه ** بود او گنده دهان دندان سیاه‏
  • Padişah, onun sözünden pek hoşlanmadı ama nesi var, nesi yok diye sırlarını aramaya koyuldu.
  • گر چه شه ناخوش شد از گفتار او ** جستجویی کرد هم ز اسرار او
  • “Bu şekilde, bu pis kokulu ağızla biraz ötede otur; fakat o kadar da ileri gitme.
  • گفت با این شکل و این گند دهان ** دور بنشین لیک آن سو تر مران‏
  • Çünkü seninle uzaktan konuşmak gerek. Benimle düşüp kalkamazsın, benimle bir yerde oturamazsın.
  • که تو اهل نامه و رقعه بدی ** نه جلیس و یار و هم بقعه بدی‏
  • Biraz ötede dur da senin o ağzını bir tedavi edelim. Sen güzelsin, ben de hünerli bir doktorum. 870
  • تا علاج آن دهان تو کنیم ** تو حبیب و ما طبیب پر فنیم‏
  • Bir pire için yepyeni bir kilim yakılmaz ya. Sana da büsbütün göz yummak doğru değil.
  • بهر کیکی نو گلیمی سوختن ** نیست لایق از تو دیده دوختن‏
  • Bütün ayıplarınla beraber otur, iki üç hikâye söyle de aklın nasıl bir göreyim” dedi.
  • با همه بنشین دو سه دستان بگو ** تا ببینم صورت عقلت نکو
  • O zeki köleyi de “ Haydi git yıkanıp arın” diye hamama yolladı.
  • آن ذکی را پس فرستاد او به کار ** سوی حمامی که رو خود را بخار
  • Huzurundaki köleye “Aferin, sen akıllı bir adamsın, Hakikatte yüz köle değersin, bir değil.
  • وین دگر را گفت خه تو زیرکی ** صد غلامی در حقیقت نه یکی‏
  • Kapı yoldaşın, hakkında kötü şeyler söyledi, fakat sen hiç de öyle değilsin. O hasetçi herif, az kalsın bizi senden soğutuyordu. 875
  • آن نه‏ای که خواجه‏تاش تو نمود ** از تو ما را سرد می‏کرد آن حسود
  • Senin hakkında, hırsızdır, doğru adam değildir, münasebetsiz hareketlerde bulunur, ahlâksızdır, lânettir, şöyledir, böyledir demişti.” Dedi.
  • گفت او دزد و کژ است و کژنشین ** حیز و نامرد و چنان است و چنین‏
  • Köle dedi ki: “ O daima doğru söyler. Onun gibi doğru sözlü adam görmedim.
  • گفت پیوسته بده ست او راست گو ** راست گویی من ندیده ستم چو او
  • Doğru söyleme, yaradılışında vardır. Ne dese, aslı yok diyemem.
  • راست گویی در نهادش خلقتی است ** هر چه گوید من نگویم تهمتی است‏
  • O iyi düşünceli adamı ben kötü bilmem, kusuru üstüme alırım doğrusu.
  • کژ ندانم آن نکو اندیش را ** متهم دارم وجود خویش را
  • Padişahım, olabilir ki o bende bazı ayıplar görmüştür de ben onları kendimde görememişimdir. 880
  • باشد او در من ببیند عیبها ** من نبینم در وجود خود شها
  • Herkes, önce kendi kusurunu görseydi halini ıslah etmekten gaflet eder miydi?
  • هر کسی گر عیب خود دیدی ز پیش ** کی بدی فارغ خود از اصلاح خویش‏
  • Halk kendisisinden gafildir babam gafil. Onun için birbirlerinin kusurunu görürler.
  • غافلند این خلق از خود ای پدر ** لاجرم گویند عیب همدگر
  • Ben kendi yüzümü göremem de senin yüzünü görürüm; sen de benim yüzümü görürsün.
  • من نبینم روی خود را ای شمن ** من ببینم روی تو تو روی من‏
  • Kendi yüzünü görmeye muktedir olanın nuru, halkın nurundan artıktır.
  • آن کسی که او ببیند روی خویش ** نور او از نور خلقان است بیش‏
  • O ölse bile nuru bakidir. Çünkü görüşü, Allah görüşüdür. 885
  • گر بمیرد دید او باقی بود ** ز انکه دیدش دید خلاقی بود
  • Kendi yüzünü, gözünün önünde apaçık bir surette gören nur, bildiğimiz nur değildir”.
  • نور حسی نبود آن نوری که او ** روی خود محسوس بیند پیش رو
  • Padişah “Şimdi o senin ayıplarını söylediğin gibi sen de onun ayıplarını söyle
  • گفت اکنون عیبهای او بگو ** آن چنان که گفت او از عیب تو