English    Türkçe    فارسی   

2
989-1013

  • Padişah “ Allah bütün mücazatı gizledi, gizledi ama avamdan gizledi, kendi haslarından değil.
  • گفت شه پوشید حق پاداش بد ** لیک از عامه نه از خاصان خود
  • Ben bir emiri tuzağa düşürmek dilersem emirlerden gizlerim, fakat vezirden gizlemem. 990
  • گر به دامی افکنم من یک امیر ** از امیران خفیه دارم نه از وزیر
  • Hak bana işlerin mükâfat ve mücazaatını, amellerden yüz binlercesinin büründüğü suretleri gösterdi.
  • حق به من بنمود پس پاداش کار ** وز صورهای عملها صد هزار
  • Ben bilirim ama sen de bir nişane ver. Ay, bulutla örtülse de bana gizli değildir” dedi.
  • تو نشانی ده که من دانم تمام ** ماه را بر من نمی‏پوشد غمام‏
  • Köle, mademki olanı, biteni olduğu gibi biliyorsun; beni söyletmeden kastın ne, deyince;
  • گفت پس از گفت من مقصود چیست ** چون تو می‏دانی که آن چه بود چیست‏
  • Padişah “ Dünyayı izhar etmekteki hikmet, Allah’ın ilmindekileri izhar etmektir.
  • گفت شه حکمت در اظهار جهان ** آن که دانسته برون آید عیان‏
  • Bildiğini izhar etmedikçe âlemdeki zahmet ve meşakkatleri belirtmez. 995
  • آن چه می‏دانست تا پیدا نکرد ** بر جهان ننهاد رنج طلق و درد
  • Senden bir kötülük yahut iyilik meydana gelmeksizin hatta bir an bile duramazsın.
  • یک زمان بی‏کار نتوانی نشست ** تا بدی یا نیکیی از تو نجست‏
  • Bu amelleri izhar etme zarureti, sırrının açığa çıkması içindir.
  • این تقاضاهای کار از بهر آن ** شد موکل تا شود سرت عیان‏
  • Nasıl olur da ipliğin ucunu gönlün çekip durduğu halde iplik eğirme âletine benzeyen tenin işlemez?
  • پس کلابه‏ی تن کجا ساکن شود ** چون سر رشته‏ی ضمیرش می‏کشد
  • Tasalanman, dertlenmen; gönlünün o çekişine, isteğine alamettir. O işi yapmamak da sana açıkça can çekişmedir, ölümdür.
  • تاسه‏ی تو شد نشان آن کشش ** بر تو بی‏کاری بود چون جان کنش‏
  • Bu âlem de daimî olarak doğurur, o âlem de. Her sebep anadır, eser çocuğunu meydana getirir. 1000
  • این جهان و آن جهان زاید ابد ** هر سبب مادر اثر از وی ولد
  • Eser doğdu mu ondan da şaşılacak sebepler doğması için sebep haline gelir.
  • چون اثر زایید آن هم شد سبب ** تا بزاید او اثرهای عجب‏
  • Bu sebepler, nesilden nesile yürür gider. Fakat görmek için adamakıllı aydın bir göz lâzım dedi” dedi.
  • این سببها نسل بر نسل است لیک ** دیده‏ای باید منور نیک نیک‏
  • Padişah, onunla konuşurken söz buraya gelince o köleden bir alâmet gördü mü, görmedi mi? Bilmem.
  • شاه با او در سخن اینجا رسید ** یا بدید از وی نشانی یا ندید
  • Hakikati arayan o padişahın, köleden bir nişan, bir alâmet görmesi, hiç de umulmayacak bir şey değil. Fakat gördüğünü söylemek için bize izin yok.
  • گر بدید آن شاه جویا دور نیست ** لیک ما را ذکر آن دستور نیست‏
  • Öbür köle hamamdan gelince padişah, onu da huzuruna çağırdı. 1005
  • چون ز گرمابه بیامد آن غلام ** سوی خویشش خواند آن شاه و همام‏
  • “Sıhhatler olsun, daimi âfiyetler olsun. Ne de lâtif, ne de zarif, ne de güzelsin.
  • گفت صحا لک نعیم دایم ** بس لطیفی و ظریف و خوب رو
  • Yazık, öbür kölenin söyleyip durduğu kötü huyların da olmasa ne olurdu?
  • ای دریغا گر نبودی در تو آن ** که همی‏گوید برای تو فلان‏
  • O zaman yüzünü gören neşeye dalardı. Seni görmek, cihana malik olmaya değerdi” dedi.
  • شاد گشتی هر که رویت دیده‏یی ** دیدنت ملک جهان ارزیدیی‏
  • Köle dedi ki: “ Padişahım, o dinsizin hakkımda söylediklerini bir parçacık anlat!”
  • گفت رمزی ز آن بگو ای پادشاه ** کز برای من بگفت آن دین تباه‏
  • Padişah “ Önce ikiyüzlülüğünü anlattı. Ona göre sen görünüşte bir deva, fakat hakikatte bir dertmişsin” dedi. 1010
  • گفت اول وصف دو روییت کرد ** کاشکارا تو دوایی خفیه درد
  • Köle, dostunun kötülüğünü bu suretle padişahtan duyunca derhal, kızgınlık denizi köpürdü.
  • خبث یارش را چو از شه گوش کرد ** در زمان دریای خشمش جوش کرد
  • Ağzı köpüklendi, yüzü kızardı, onun aleyhinde bulunma dalgasına düştü, bu dalgalar, hadden aştı.
  • کف بر آورد آن غلام و سرخ گشت ** تا که موج هجو او از حد گذشت‏
  • Dedi ki : “ O evvelce benimle dosttu. Kıtlıkta kalmış köpek gibi hayli pislik yemişti.”
  • کاو ز اول دم که با من یار بود ** همچو سگ در قحط بس گه خوار بود