English    Türkçe    فارسی   

3
1147-1171

  • Biz neye bu derece de söze daldık? Hikâye söyleyelim derken hikâye olduk gitti.
  • ما چه خود را در سخن آغشته‌ایم ** کز حکایت ما حکایت گشته‌ایم
  • Ben yokum zaten ağlayıp, ağlayıp sızlayarak masal oldum gitti… Bu suretle secde edenler arasına katılayım, onlarla beraber yuvarlanayım bari.
  • من عدم و افسانه گردم در حنین ** تا تقلب یابم اندر ساجدین
  • İş bilen, söz anlayan adama bu söz, hikâye değil. Hâlimi anlatıyorum ben, sevgilinin huzurundayım ben!
  • این حکایت نیست پیش مرد کار ** وصف حالست و حضور یار غار
  • Âsi, bunlar önce gelip geçenlere ait aslı yok masallar dedi ya… Kur’an hakkında söylenen bu söz, nifak eseridir. 1150
  • آن اساطیر اولین که گفت عاق ** حرف قرآن را بد آثار نفاق
  • İçinde Allah nuru olan Lâmekân âleminde nerede geçmiş, nerede gelecek, nerede hâl,
  • لامکانی که درو نور خداست ** ماضی و مستقبل و حال از کجاست
  • Geçmiş, gelecek, sana göredir. Yoksa hakikatte ikisi de birdir. Fakat sen iki sanırsın.
  • ماضی و مستقبلش نسبت به تست ** هر دو یک چیزند پنداری که دوست
  • Bir adam, onun babasıdır, bizim oğlumuz, Zeydin altında olan dam, Amr’ın üstündedir.
  • یک تنی او را پدر ما را پسر ** بام زیر زید و بر عمرو آن زبر
  • Damın altta, üstte oluşu, o iki adama göredir. Hakikatteyse dam tek bir şeydir, işte o kadar!
  • نسبت زیر و زبر شد زان دو کس ** سقف سوی خویش یک چیزست بس
  • Bu söz, onun misli değildir, bir misaldir ancak. Eski harfler, yeni manayı ifade edemez ki. 1155
  • نیست مثل آن مثالست این سخن ** قاصر از معنی نو حرف کهن
  • Ey tulum, burası mademki ırmak kıyısı değil, ağzını kapat. Bu şeker denizinin ne kıyısı var, ne kenarı!
  • چون لب جو نیست مشکا لب ببند ** بی لب و ساحل بدست این بحر قند
  • Firavunun sihirbazları çağırtmak üzere şehirlere adam göndermesi
  • فرستادن فرعون به مداین در طلب ساحران
  • Musa, dönüp Firavun kalınca bütün rey ve tedbir sahiplerini danışmak üzere çağırdı.
  • چونک موسی بازگشت و او بماند ** اهل رای و مشورت را پیش خواند
  • Padişahın, Mısır sultanı olan Firavunun Mısır civarındaki bütün sihirbazları çağırmasını kararlaştırdılar.
  • آنچنان دیدند کز اطراف مصر ** جمع آردشان شه و صراف مصر
  • Firavun hemen bütün sihirbazların toplanması için etrafa bir hayli adam gönderdi.
  • او بسی مردم فرستاد آن زمان ** هر نواحی بهر جمع جادوان
  • Nerede ünlü bir büyücü varsa gelmesi için on haberci yolladı. 1160
  • هر طرف که ساحری بد نامدار ** کرد پران سوی او ده پیک کار
  • İki genç vardı ki büyü de pek şöhret bulmuşlardı. Sihirleri, aya bile tesir ederdi.
  • دو جوان بودند ساحر مشتهر ** سحر ایشان در دل مه مستمر
  • Aydan apaşikâr süt sağarlar, bir yere gidecekleri vakit küplere binip giderler.
  • شیر دوشیده ز مه فاش آشکار ** در سفرها رفته بر خمی سوار
  • Ay ışığını bez şekline sokup ölçer, biçer satarlardı.
  • شکل کرباسی نموده ماهتاب ** آن بپیموده فروشیده شتاب
  • Müşteri, para verip alır, sonra anlayınca eyvahlar olsun deyip hayıflanmaya, yüzüne vurmaya başlardı.
  • سیم برده مشتری آگه شده ** دست از حسرت به رخها بر زده
  • Onların, buna benzer nice sihirleri vardı ki herkes apaçık görür dururdu. 1165
  • صد هزاران همچنین در جادوی ** بوده منشی و نبوده چون روی
  • Onlara da “Padişah şimdi sizden bir çare aramakta.
  • چون بدیشان آمد آن پیغام شاه ** کز شما شاهست اکنون چاره‌خواه
  • İki yoksul adam gelip padişahın köşkü önüne otağ kurdu.
  • از پی آنک دو درویش آمدند ** بر شه و بر قصر او موکب زدند
  • Bir sopadan başka bir şeyleri yok. Fakat emirleriyle ejderha oluyor.
  • نیست با ایشان بغیر یک عصا ** که همی‌گردد به امرش اژدها
  • Padişah da çaresiz kaldı, ordusu da. Bu iki kişinin elinden hepsi feryat ve figana geldi.
  • شاه و لشکر جمله بیچاره شدند ** زین دو کس جمله به افغان آمدند
  • Bunları defetmek için bir çare bulun. Karşılık olarak size hesapsız hazineler bağışlayacak” diye haber gönderdi. 1170
  • چاره‌ای می‌باید اندر ساحری ** تا بود که زین دو ساحر جان بری
  • Bu haberi duyunca iki büyücünün de gönüllerine hem korku düştü, hem sevgi.
  • آن دو ساحر را چو این پیغام داد ** ترس و مهری در دل هر دو فتاد