English    Türkçe    فارسی   

3
1827-1851

  • Aklın eli, onları bir tarafa atar, su meydana çıkar.
  • دست عقل آن خس به یکسو می‌برد ** آب پیدا می‌شود پیش خرد
  • Çerçöp habbeler gibi suyun yüzünü örter. Fakat bunlar bir tarafa sürüldü mü su görünür.
  • خس بس انبه بود بر جو چون حباب ** خس چو یکسو رفت پیدا گشت آب
  • Allah, aklın elini açmadıkça hava, suyumuzun yüzünü çerçöple, süprüntüyle doldurur.
  • چونک دست عقل نگشاید خدا ** خس فزاید از هوا بر آب ما
  • Suyu daima örter; hava buna güler; akılsa ağlar durur. 1830
  • آب را هر دم کند پوشیده او ** آن هوا خندان و گریان عقل تو
  • Allah korkusu, havanın ellerini bağlarsa Hakk aklın ellerini çözer.
  • چونک تقوی بست دو دست هوا ** حق گشاید هر دو دست عقل را
  • Hizmetkârın âkil olursa sana galip olan duygularda mahkûmun olur.
  • پس حواس چیره محکوم تو شد ** چون خرد سالار و مخدوم تو شد
  • Gayba mensup sırlar, can âleminden zuhur etsin diye duyguları zahirî olmayan bir uykuya daldırır da,
  • حس را بی‌خواب خواب اندر کند ** تا که غیبیها ز جان سر بر زند
  • İnsan uyanıkken rüyalar da görür, insana gök kapıları da açılır.
  • هم به بیداری ببینی خوابها ** هم ز گردون بر گشاید بابها
  • Kör Şeyhin Kur’an’ı yüzünden okuması ve Kur’an okurken gözlerinin görmesi
  • قصه‌ی خواندن شیخ ضریر مصحف را در رو و بینا شدن وقت قرائت
  • Yoksul şeyhin biri, bir vakitler kör bir pirin evinde bir mushaf gördü. 1835
  • دید در ایام آن شیخ فقیر ** مصحفی در خانه‌ی پیری ضریر
  • Temmuz ayı idi, ona mihman olmuştu: O iki zâhit, birkaç gün bir araya gelmişlerdi.
  • پیش او مهمان شد او وقت تموز ** هر دو زاهد جمع گشته چند روز
  • Kendi kendisine “Burada mushafın ne işi var? Bu adam kör” dedi.
  • گفت اینجا ای عجب مصحف چراست ** چونک نابیناست این درویش راست
  • Bu düşünceye düştü, huzuru kaçtı; “Burada bu körden başka kimse de yok, bu ne iş?
  • اندرین اندیشه تشویشش فزود ** که جز او را نیست اینجا باش و بود
  • Burada yalnız o var, bir de buraya mushaf koymuş. Ben ne bunağım, ne sersem…
  • اوست تنها مصحفی آویخته ** من نیم گستاخ یا آمیخته
  • Onun için hiçbir şey sormayayım, sabredeyim de sabırla muradıma erişeyim” dedi. 1840
  • تا بپرسم نه خمش صبری کنم ** تا به صبری بر مرادی بر زنم
  • Sabretti, bir müddet gönlü sıkıldı, fakat nihayet meseleyi anladı. Çünkü sabır, genişliğin anahtarıdır.
  • صبر کرد و بود چندی در حرج ** کشف شد کالصبر مفتاح الفرج
  • Lokman’ın Davud aleyhisselâm’ı demir halkalar yaparken görüp merak etmesi, sabredersem elbette anlarım diye sormayıp sabretmesi
  • صبرکردن لقمان چون دید کی داود حلقه‌ها می‌ساخت از سال کردن با این نیت کی صبر از سال موجب فرج باشد
  • Lokman, tertemiz Davud’un yanına gitmiş, onun demir halkalar yapmakta olduğunu görmüştü.
  • رفت لقمان سوی داود صفا ** دید کو می‌کرد ز آهن حلقه‌ها
  • O yüce padişah demir halkalar yapıyor, halkaları birbirine takıyordu.
  • جمله را با همدگر در می‌فکند ** ز آهن پولاد آن شاه بلند
  • Lokman silah yapma sanatını pek görmemişti, şaşırıp kaldı, vesveseleri arttı.
  • صنعت زراد او کم دیده بود ** درعجب می‌ماند وسواسش فزود
  • Bu nedir acaba, şunu bir sorsam, bu kat kat halkalarla ne yapıyorsun desem, dedi. 1845
  • کین چه شاید بود وا پرسم ازو ** که چه می‌سازی ز حلقه تو بتو
  • Sonra yine kendi kendisine dedi ki: “ Dur hele sabır daha iyi. Sabır, adamı maksadına çabucak ulaştırır.
  • باز با خود گفت صبر اولیترست ** صبر تا مقصود زوتر رهبرست
  • Sormazsam iş daha çabuk anlaşılır. Sabırlı kuş, bütün kuşlardan daha iyi uçar.
  • چون نپرسی زودتر کشفت شود ** مرغ صبر از جمله پران‌تر بود
  • Fakat sorarsam maksadı daha geç anlarım, kolaycacık anlayacağım şey, bu sorgumla güçleşir.
  • ور بپرسی دیرتر حاصل شود ** سهل از بی صبریت مشکل شود
  • Lokman, orada bir müddet sabredip durdu. Bu müddet içinde Davud da zırhı yapıp tamamladı.
  • چونک لقمان تن بزد هم در زمان ** شد تمام از صنعت داود آن
  • Kerem ve sabır sahibi Lokman’ın önünde bedenine geçirip giyindi. 1850
  • پس زره سازید و در پوشید او ** پیش لقمان کریم صبرخو
  • “Civanım, bu, savaşta yaralanmamak için güzel bir elbisedir” dedi.
  • گفت این نیکو لباسست ای فتی ** درمصاف و جنگ دفع زخم را