English    Türkçe    فارسی   

3
2058-2082

  • Kendi kendime beni nasıl tanıdılar? Bundan önce beni görmemişlerdi dedim.
  • گفتم آخر چون مرا بشناختند ** پیش ازین بر من نظر ننداختند
  • Hatırımdan geçeni hemencecik anlayıp birbirlerine baktılar.
  • از ضمیر من بدانستند زود ** یکدگر را بنگریدند از فرود
  • Gülerek “Ey aziz, bu sır, şimdi sana gizli mi ki? 2060
  • پاسخم دادند خندان کای عزیز ** این بپوشیدست اکنون بر تو نیز
  • Allah’a ulaşıp hayrete varan bir gönle solun, sağın sırları gizli kalabilir mi?” dediler.
  • بر دلی کو در تحیر با خداست ** کی شود پوشیده راز چپ و راست
  • Yine kendi kendime bunlar hakikatlere ermişler, hakikatler âlemine ulaşmışlar, âlâ… Fakat bu surete ait ismi, bu surete ait harfi nasıl biliyorlar, dedim.
  • گفتم ار سوی حقایق بشکفند ** چون ز اسم حرف رسمی واقفند
  • İçlerinden biri “Velî, bir adı bilmezse bil ki bu istiğraktan ileri gelen bir şeydir, cahillikten değil” dedi.
  • گفت اگر اسمی شود غیب از ولی ** آن ز استغراق دان نه از جاهلی
  • Ondan sonra bana “Ey temiz dost, biz namazda sana uymak istiyoruz” dediler.
  • بعد از آن گفتند ما را آرزوست ** اقتدا کردن به تو ای پاک دوست
  • Peki dedim, fakat bir an müsaade edin zamanın devrine ait müşküllerim var. 2065
  • گفتم آری لیک یک ساعت که من ** مشکلاتی دارم از دور زمن
  • Temiz sohbetinizle o müşküller hal olsun. Topraktan üzüm bile sohbetle biter.
  • تا شود آن حل به صحبتهای پاک ** که به صحبت روید انگوری ز خاک
  • İçi dolu olan tane kara toprağa ulaşır, toprakta halvet eder, toprakta sohbet eder,
  • دانه‌ی پرمغز با خاک دژم ** خلوتی و صحبتی کرد از کرم
  • Kendisini toprakta tamamıyla mahveder; nihayet ne sarı, ne kırmızı rengi kalır, kokusu da mahvolur da,
  • خویشتن در خاک کلی محو کرد ** تا نماندش رنگ و بو و سرخ و زرد
  • Tamamıyla mahvolur kabza eriştikten sonra kol kanat açar, basta erişir, atını sürmeye başlar.
  • از پس آن محو قبض او نماند ** پرگشاد و بسط شد مرکب براند
  • Aslının önünde varlığından geçince suret ortadan gider, manası cilvelenir. 2070
  • پیش اصل خویش چون بی‌خویش شد ** رفت صورت جلوه‌ی معنیش شد
  • Hüküm senin diye baş eğdiler. Onların bu baş eğmelerinden öyle hararetlendim, gönlümden öyle bir ateş çıktı ki!
  • سر چنین کردند هین فرمان تراست ** تف دل از سر چنین کردن بخاست
  • Bir zaman o seçilmiş kişilerle murakabeye daldım, kendimden geçtim.
  • ساعتی با آن گروه مجتبی ** چون مراقب گشتم و از خود جدا
  • O zaman canım, zamandan kurtuldu. Zaman insanı gençken kocaltır.
  • هم در آن ساعت ز ساعت رست جان ** زانک ساعت پیر گرداند جوان
  • Bütün renkten renge girişler, zamandan meydana gelir. Zamandan kurtulan, renkten renge girmekten de kurtulur.
  • جمله تلوینها ز ساعت خاستست ** رست از تلوین که از ساعت برست
  • Bir zaman, zamandan, zaman kaydından kurtuldun mu keyfiyet kalmaz, keyfiyetsiz Allah’a mahrem olursun. 2075
  • چون ز ساعت ساعتی بیرون شوی ** چون نماند محرم بی‌چون شوی
  • Zaman zamansızlığı bilmez. Zamansızlık âlemine varmak için hayretten başka yol yoktur.
  • ساعت از بی‌ساعتی آگاه نیست ** زانکش آن سو جز تحیر راه نیست
  • Bu arayıp tarama âleminde herkesi, zamanın bir hususi tavlasına bağlamışlardır.
  • هر نفر را بر طویله خاص او ** بسته‌اند اندر جهان جست و جو
  • Her tavlaya bir memur dikilmiş… Oranın ehli olmayan, memurdan izinsiz oraya giremez.
  • منتصب بر هر طویله رایضی ** جز بدستوری نیاید رافضی
  • Bir tavlada bağlı olan, hevese düşüp de bağlarını çözdü, başkalarının tavlasına gitti mi,
  • از هوس گر از طویله بسکلد ** در طویله دیگران سر در کند
  • Hemen ahır memurları onu aramaya koyulur, bulup yularını tutar, çeke çeke yerine getirir! 2080
  • در زمان آخرجیان چست خوش ** گوشه‌ی افسار او گیرند و کش
  • Seni koruyanları görmüyorsan kendine bak! İhtiyarın elinde mi senin?
  • حافظان را گر نبینی ای عیار ** اختیارت را ببین بی اختیار
  • Zahiren ihtiyarın elinde… Elin, ayağın bağlı değil… Peki, ya neden hapistesin, neden,
  • اختیاری می‌کنی و دست و پا ** بر گشادستت چرا حسبی چرا