English    Türkçe    فارسی   

3
2947-2971

  • Biz sarp yolları vardırdık… Bize uyanlara yolu kolaylattık.
  • راههای صعب پایان برده‌ایم ** ره بر اهل خویش آسان کرده‌ایم
  • Peygamberlerin “imana gelin” diye ricalarına karşı halkın tekrar itiraz etmesi
  • مکرر کردن قوم اعتراض ترجیه بر انبیا علیهم‌السلام
  • Sebâlılar, “Siz kendinizce yomlu yıldızlarsanız ama bize göre yomsuzsunuz; bizimle zıtsınız, bize aykırısınız siz.
  • قوم گفتند از شما سعد خودیت ** نحس مایید و ضدیت و مرتدیت
  • Hiçbir düşüncemiz yokken bizi dertlere, meşakkatlere saldınız.
  • جان ما فارغ بد از اندیشه‌ها ** در غم افکندید ما را و عنا
  • Biz, birbirimizle uzlaşmış bir topluluk, sizin kötü haberlerinizle aramıza yüzlerce ayrılık düştü. 2950
  • ذوق جمعیت که بود و اتفاق ** شد ز فال زشتتان صد افتراق
  • Biz şekerler yiyen dudu kuşlarıydık… Sizin yüzünüzden ölümü düşünen baykuşlara döndük.
  • طوطی نقل شکر بودیم ما ** مرغ مرگ‌اندیش گشتیم از شما
  • Nerede bir gam masalı varsa, nerede bir kötü, bir kabul edilmeyecek ses duyulursa…
  • هر کجا افسانه‌ی غم‌گستریست ** هر کجا آوازه‌ی مستنکریست
  • Bu âlemde nerede bir kötüye yormak, nerede bir kötü surete dönmek, nerede bir azap varsa,
  • هر کجا اندر جهان فال بذست ** هر کجا مسخی نکالی ماخذست
  • Hepsi sizin söylediğiniz sözlerde sizin getirdiğiniz misallerde, sizin yormanızda. Bütün hırsınız, zevkiniz, âlemi derde düşürmek” dediler.
  • در مثال قصه و فال شماست ** در غم‌انگیزی شما را مشتهاست
  • Peygamberlerin cevapları
  • باز جواب انبیا علیهم السلام
  • Peygamberler dediler ki: “Çirkin ve kötüye yormak, sizin ruhunuzdan meydana gelen bir şey. Bu kabahat biz de değil, sizde. 2955
  • انبیا گفتند فال زشت و بد ** از میان جانتان دارد مدد
  • Bir tehlikeli yerde uyusan, bir ejderha da başucundan sana doğru gelmeye başlasa,
  • گر تو جایی خفته باشی با خطر ** اژدها در قصد تو از سوی سر
  • Merhametli birisi “Çabuk kalk, yoksa ejderha yutacak” diye seni uyandırsa,
  • مهربانی مر ترا آگاه کرد ** که بجه زود ار نه اژدرهات خورد
  • “Neye kötüye yoruyorsun” der misin? Ne yorması, kalk da aydınlık bir bak, gör!
  • تو بگویی فال بد چون می‌زنی ** فال چه بر جه ببین در روشنی
  • Ben, seni kötü yorumdan kurtarıyor da devlet yurduna götürüyorum.
  • از میان فال بد من خود ترا ** می‌رهانم می‌برم سوی سرا
  • Çünkü peygamber, gizli şeyi bilip seni de o şeyden agâh eden adamdır. O, cihan halkının örmediği şeyleri görmüştür. 2960
  • چون نبی آگه کننده‌ست از نهان ** کو بدید آنچ ندید اهل جهان
  • Bir doktor sana “Koruk yeme, san şu çeşit kötü bir hastalık verir” dese,
  • گر طبیبی گویدت غوره مخور ** که چنین رنجی بر آرد شور و شر
  • “Neden kötüye yoruyorsun” der misin? Dersen öğütçüyü suçlu tutuyorsun demektir.
  • تو بگویی فال بد چون می‌زنی ** پس تو ناصح را مثم می‌کنی
  • Müneccim “ Bugün sefere çıkma sakın” dese,
  • ور منجم گویدت کامروز هیچ ** آنچنان کاری مکن اندر پسیچ
  • Müneccimin yüz kere bile yalanını tutmuş olsan da bir iki kere sözü doğru çıksa yine sözüne uyarsın.
  • صد ره ار بینی دروغ اختری ** یک دوباره راست آید می‌خری
  • Bizim nücum bilgimize asla yanlış çıkmaz. Böyle olduğu halde nasıl oluyor da doğruluğuna inanmıyorsun, doğruluğu sence gizli, kapaklı kalıyor? 2965
  • این نجوم ما نشد هرگز خلاف ** صحتش چون ماند از تو در غلاف
  • O doktorla müneccim, sana verdikleri haberi zanla, şüpheyle veriyor. Hâlbuki biz açıkça görüyor, söylüyoruz.
  • آن طبیب و آن منجم از گمان ** می‌کنند آگاه و ما خود از عیان
  • Cehennemin dumanını, cehennemin ateşini, cehennemin münkirlere saldırdığını uzaktan görüyoruz.
  • دود می‌بینیم و آتش از کران ** حمله می‌آرد به سوی منکران
  • Sense, sus yahu, bırak şu sözü; kötüye yormak, bize ziyan veriyor demektesin.
  • تو همی‌گویی خمش کن زین مقال ** که زیان ماست قال شوم‌فال
  • Ey öğütçülerin öğüdünü dinlemeyen, kötü yoruş, nereye varırsan var, seninledir!
  • ای که نصح ناصحان را نشنوی ** فال بد با تست هر جا می‌روی
  • Âdeta ardından bir yılan gidiyor; birisi de damdan görüp haber veriyor. 2970
  • افعیی بر پشت تو بر می‌رود ** او ز بامی بیندش آگه کند
  • Ona sus, beni dertlendirme, bana keder verme diyorsun. Adamcağız, peki benden günah gitti diyor.
  • گوییش خاموش غمگینم مکن ** گوید او خوش باش خود رفت آن سخن