- Gaflet, tenden ileri gelir. Ten, ruh oldu mu artık şüphesiz bir halde bütün sırları görür.
- غفلت از تن بود چون تن روح شد ** بیند او اسرار را بی هیچ بد
- Gök boşluğundan yeryüzü kalktı mı ne benim için gece ne gölge kalır, ne senin için.
- چون زمین برخاست از جو فلک ** نه شب و نه سایه باشد نه دلک
- Nerede bir gölge, gece yahut gölgelik varsa yerdendir; göklerden aydan değil!
- هر کجا سایهست و شب یا سایگه ** از زمین باشد نه از افلاک و مه
- Duman, kıvılcımlar saçan ateşten meydana gelmez, daima odundan meydana gelir.
- دود پیوسته هم از هیزم بود ** نه ز آتشهای مستنجم بود
- Vehim, hataya düşer, yanılabilir. Fakat akıl, mutlaka isabet eder, yanılmaz. 3570
- وهم افتد در خطا و در غلط ** عقل باشد در اصابتها فقط
- Her ağırlık, her yorgunluk, tenin muktezasıdır. Cansa hafifliği yüzünden uçup durur.
- هر گرانی و کسل خود از تنست ** جان ز خفت جمله در پریدنست
- Kırmızı beniz kanın çokluğundandır, sarı yüz safranın oynamasındandır.
- روی سرخ از غلبه خونها بود ** روی زرد از جنبش صفرا بود
- Ak beniz, balgamın kuvvetindendir, sevdadan da beniz kararır.
- رو سپید از قوت بلغم بود ** باشد از سودا که رو ادهم بود
- Hakikatte eserleri halk eden odur. Fakat kışırda kalan, yalnız zahiri gören, ancak sebepleri görebilir!
- در حقیقت خالق آثار اوست ** لیک جز علت نبیند اهل پوست
- Derilerden ayrı olmayan, sebeplerden kurtulmamış olan akıl, ne illetlerden kurtulur, ne doktordan fayda görür! 3575
- مغز کو از پوستها آواره نیست ** از طبیب و علت او را چاره نیست
- Âdemoğlu, ikinci defa doğdu mu ayağını sebeplerin başına kor.
- چون دوم بار آدمیزاده بزاد ** پای خود بر فرق علتها نهاد
- Artık, onun dini illet-i ûlâ değildir. Cüz’i illet de ona bir zarar veremez.
- علت اولی نباشد دین او ** علت جزوی ندارد کین او
- O, doğruluk geliniyle ufuklarda uçup durur; sureti de ona ancak bir duvaktır.
- میپرد چون آفتاب اندر افق ** با عروس صدق و صورت چون تتق
- Hatta ufuktan da dışarıdadır, göklerden de. Ruhlar ve akıllar gibi mekânız bir âlemdedir.
- بلک بیرون از افق وز چرخها ** بی مکان باشد چو ارواح و نهی
- Hatta akıllarımız bile onun gölgesidir: akıllarımız bile gölgeler gibi onun ayağına düşer. 3580
- بل عقول ماست سایههای او ** میفتد چون سایهها در پای او
- Müctehit, nassı görür, tanırsa herhangi bir hükümde artık kıyası düşünmez ki.
- مجتهد هر گه که باشد نصشناس ** اندر آن صورت نیندیشد قیاس
- Fakat bir şeyde nas yoksa orada kıyasa girişir, kıyastan ibret alır, kıyasla hüküm verir.
- چون نیابد نص اندر صورتی ** از قیاس آنجا نماید عبرتی
- Nasla kıyası benzetiş
- تشبیه نص با قیاس
- Nassı Ruhulkudüs’ün vahyi bil, Aklı cüz’inin kıyası, bundan aşağıdır.
- نص وحی روح قدسی دان یقین ** وان قیاس عقل جزوی تحت این
- Akıl, canla idrak sahibi olmuş, canla aydınlanmıştır. Ruh, nasıl olur da aklın tasarrufuna girer?
- عقل از جان گشت با ادراک و فر ** روح او را کی شود زیر نظر
- Fakat ruh, akla tesir eder de akıl, o tesir altında tedbire girişir. 3585
- لیک جان در عقل تاثیری کند ** زان اثر آن عقل تدبیری کند
- Ruh, Nuh’u tasdik ettiği gibi seni de tasdik etti, senin emrine de tabi olduysa nerede deniz, nerede gemi, nerede Nuh tufanı?
- نوحوار ار صدقی زد در تو روح ** کو یم و کشتی و کو طوفان نوح
- Akıl, eseri ruh sanır ama güneşin nuru güneşin cirminden büsbütün ayrıdır.
- عقل اثر را روح پندارد ولیک ** نور خور از قرص خور دورست نیک
- O yüzden salik, ruhun nurundan aslına ulaşmak için bir lokma ekmeğe kanaat etti.
- زان به قرصی سالکی خرسند شد ** تا ز نورش سوی قرص افکند شد
- Çünkü aşağılara vuran nur, gece gündüz daimî değildir ki… Geçer gider.
- زانک این نوری که اندر سافل است ** نیست دایم روز و شب او آفل است
- Fakat nurun aslına ulaşıp orada yurt edinen kişi, daima o nura gark olmuştur. 3590
- وانک اندر قرص دارد باش و جا ** غرقهی آن نور باشد دایما