English    Türkçe    فارسی   

3
4435-4459

  • Can der ki: “Ey benim şu yeryüzüne mensup cüz’ülerim benim garipliğim sizin garipliğinizden daha acı… Ben, arşa mensubum.” 4435
  • گوید ای اجزای پست فرشیم ** غربت من تلختر من عرشیم
  • Tenin meyli, yeşilliğe, akarsuya… Çünkü aslı ondan.
  • میل تن در سبزه و آب روان ** زان بود که اصل او آمد از آن
  • Canın meyli ise diriliğe, diriye… Çünkü aslı Lâmekân’ın canı!
  • میل جان اندر حیات و در حی است ** زانک جان لامکان اصل وی است
  • Can, hikmete, bilgilere… Ten, bağa, bahçeye, üzüme meyleder.
  • میل جان در حکمتست و در علوم ** میل تن در باغ و راغست و کروم
  • Can, yücelmeye, yükselmeye can atar; ten, kazanca, ota, yiyeceğe, içeceğe!
  • میل جان اندر ترقی و شرف ** میل تن در کسب و اسباب علف
  • O yücelmenin aşkı, o yücelmenin meylide canadır. “Allah onları sever onlarda Allah’ı” ayetini bundan anla! 4440
  • میل و عشق آن شرف هم سوی جان ** زین یحب را و یحبون را بدان
  • Bunu anlatmaya kalkışsam sonu, ucu gelmez… Mesnevi’ye, daha böyle sekiz misli kâğıt bile yetişmez!
  • حاصل آنک هر که او طالب بود ** جان مطلوبش درو راغب بود
  • Hâsılı kim bir şey isterse istediği şey de ona rağbet eder.
  • گر بگویم شرح این بی حد شود ** مثنوی هشتاد تا کاغذ شود
  • İnsan, hayvan, nebat, cemat… Her şey, birbirine âşıktır. Bir adam, bir şeyi sevdi de muradı o oldu, başka bir şey dilemez bir hale geldi mi o muradı olan sevgilide muratsız hale gelen âşığına âşıktır.
  • آدمی حیوان نباتی و جماد ** هر مرادی عاشق هر بی‌مراد
  • Muratsız hale gelen âşıklar, bir murat etrafında döner, dolaşır, yalnız sevgililerini dilerler ama muratları, maksatları olan sevgililer de onları kendilerine çekip dururlar.
  • بی‌مرادان بر مرادی می‌تنند ** و آن مرادان جذب ایشان می‌کنند
  • Fakat âşıkların meyil ve muhabbetleri, âşıkları zayıf bir hale getirir… Maşukların meyil ve muhabbeti ise onları güzelleştirir, parlak bir hale sokar! 4445
  • لیک میل عاشقان لاغر کند ** میل معشوقان خوش و خوش‌فر کند
  • Sevgililerin aşkı onların yanaklarını parlatır; âşıkların aşkı, âşıkların canlarını yandırır!
  • عشق معشوقان دو رخ افروخته ** عشق عاشق جان او را سوخته
  • Kehlibar, niyazdan müstağni davranan bir âşıktır…o uzun yola düşen, o uzun yolda savaşansa saman çöpü!
  • کهربا عاشق به شکل بی‌نیاز ** کاه می‌کوشد در آن راه دراز
  • Bunu bırak… O susamış âşığın aşkı, Sadr-ı Cihan’ın gönlünde parladı.
  • این رها کن عشق آن تشنه‌دهان ** تافت اندر سینه‌ی صدر جهان
  • O aşkın, o ateşgedenin dumanı ona kadar vardı, gönlünü yumuşattı.
  • دود آن عشق و غم آتش‌کده ** رفته در مخدوم او مشفق شده
  • Fakat onu aramayı namusuna, kibrine yediremiyordu. 4450
  • لیکش از ناموس و بوش و آب رو ** شرم می‌آمد که وا جوید ازو
  • Merhameti, o yoksula müştak olmuştu; saltanat bu lütfa mâni oluyordu.
  • رحمتش مشتاق آن مسکین شده ** سلطنت زین لطف مانع آمده
  • Akıl burada hayran… Acaba bu mu onu çekti, yoksa bu çekiş, o taraftan mı oldu?
  • عقل حیران کین عجب او را کشید ** یا کشش زان سو بدینجانب رسید
  • Cür’etten vazgeç… Sen, bunu bilmezsin, anlamazsın. Dudağını yum, gizli sırrı Allah daha iyi bilir.
  • ترک جلدی کن کزین ناواقفی ** لب ببند الله اعلم بالخفی
  • Bundan böyle bu sözü, gizleyeyim… Beni o çeken, çekmekte; ne yapayım ben?
  • این سخن را بعد ازین مدفون کنم ** آن کشنده می‌کشد من چون کنم
  • Ey bir işe sarılıp savaşan, onu güzelce başarmaya uğraşan, seni çeken… Bundan bahsetmeye bırakmayan kim? 4455
  • کیست آن کت می‌کشد ای معتنی ** آنک می‌نگذاردت کین دم زنی
  • Bir yere gideyim diye yüzlerce defa karar verir, davranırsın… Fakat seni bir saik, başka yere çeker durur.
  • صد عزیمت می‌کنی بهر سفر ** می‌کشاند مر ترا جای دگر
  • Binici, dizgini her tarafa çevirir, ta ki ham at üstünde bir binicinin bulunduğunu, başıboş bulunmadığını anlasın diye.
  • زان بگرداند به هر سو آن لگام ** تا خبر یابد ز فارس اسپ خام
  • Fakat terbiyeli at, üstünde binici olduğunu bilir, bundan dolayı iyi yürür.
  • اسپ زیرکسار زان نیکو پیست ** کو همی‌داند که فارس بر ویست
  • O yok mu? Senin gönlünü yüzlerce sevdaya bağlamış, nihayet seni muratsız bir hale getirmiş de sonrada gönlünü kırıvermiştir.
  • او دلت را بر دو صد سودا ببست ** بی‌مرادت کرد پس دل را شکست