English    Türkçe    فارسی   

3
4725-4749

  • Keşke varlığın bir dili olsaydı da varlardan perdeyi kaldırsa, hakikati anlatsaydı! 4725
  • کاشکی هستی زبانی داشتی ** تا ز هستان پرده‌ها برداشتی
  • Ey varlık nefesi, ona ait ne söylersen bil ki onun üstüne bir perde daha örttün.
  • هر چه گویی ای دم هستی از آن ** پرده‌ی دیگر برو بستی بدان
  • Onu anlamanın afeti, sözdür, haldir; kanı kanla yıkamanın imkânı yok!
  • آفت ادراک آن قالست و حال ** خون بخون شستن محالست و محال
  • Ben, onun sevdalılarının mahremiyim… Gece, gündüz kafes içinde ondan bahsetmedeyim!
  • من چو با سوداییانش محرمم ** روز و شب اندر قفص در می‌دمم
  • Ey can, pek sarhoşsun, pek kendinden geçmiş, pek perişan ve harap olmuşsun… Dün gece hangi yanına yattın ki?
  • سخت مست و بی‌خود و آشفته‌ای ** دوش ای جان بر چه پهلو خفته‌ای
  • Kendine gel, kendine… bu sırdan pek bahsetme; önce bir sıçra, kendine mahrem bir dost iste! 4730
  • هان و هان هش دار بر ناری دمی ** اولا بر جه طلب کن محرمی
  • Âşıksın, sarhoşsun, dilin açılmış… Allah, Allah… Sen, oluk üstünde bir devesin!
  • عاشق و مستی و بگشاده زبان ** الله الله اشتری بر ناودان
  • Dil, onun sırrından, onun nazından bahse kalkıştı mı gök, “Ey hakikatini güzelce örten Allah” demeye başlar.
  • چون ز راز و ناز او گوید زبان ** یا جمیل الستر خواند آسمان
  • Fakat aşkı örtmek nedir? Ateşi yün ve pamuk içinde gizlemek! Ne kadar örtersen o kadar meydana çıkar!
  • ستر چه در پشم و پنبه آذرست ** تا همی‌پوشیش او پیداترست
  • Ben, onu örtmeye çalıştım mı o, bayrak gibi başkaldırır, işte buracıktayım der.
  • چون بکوشم تا سرش پنهان کنم ** سر بر آرد چون علم کاینک منم
  • Benim inadıma o, iki kulağımdan yakalar da, a kendi bildiğine giden, beni nasıl örteceksin, nasıl gizleyeceksin? Hadi, gizle bakalım der. 4735
  • رغم انفم گیردم او هر دو گوش ** کای مدمغ چونش می‌پوشی بپوش
  • Derim ki: Hadi git, coşmuşsun ama can gibi hem meydandasın, hem gizli!
  • گویمش رو گرچه بر جوشیده‌ای ** همچو جان پیدایی و پوشیده‌ای
  • Der ki: Bu tenim küp içinde mahpus… Fakat şarap gibi küp içinde ıslık çalmaktayım!
  • گوید او محبوس خنبست این تنم ** چون می اندر بزم خنبک می‌زنم
  • Derim ki: bir yere rehin olmadan, sarhoşluk afeti gelmeden çekil, git.
  • گویمش زان پیش که گردی گرو ** تا نیاید آفت مستی برو
  • Der ki: İçimi güzel lâtif kadehin içinde ta akşam namazı vaktine kadar gündüzün dostuyum.
  • گوید از جام لطیف‌آشام من ** یار روزم تا نماز شام من
  • Akşam gelip de kadehimi çaldı mı, ona daha benim akşamım gelmedi, kadehimi ver derim! 4740
  • چون بیاید شام و دزدد جام من ** گویمش وا ده که نامد شام من
  • Şarap içmeye alışmış olan, şaraba doyamaz. Arap, onun için şaraba müdam adını taktı,
  • زان عرب بنهاد نام می مدام ** زانک سیری نیست می‌خور را مدام
  • Hakikat şarabını aşk, kaynatır coşturur. Doğru sözlü, doğru özlü âşıka gizlice saiklik eden aşktır.
  • عشق جوشد باده‌ی تحقیق را ** او بود ساقی نهان صدیق را
  • Allah inayetiyle aşka ulaşmayı dilersem şarap, can suyudur, sürahi de beden!
  • چون بجویی تو بتوفیق حسن ** باده آب جان بود ابریق تن
  • Hidayet şarabı çoğaldı, arttı mı şaraptaki kuvvet, sürahiyi kırar.
  • چون بیفزاید می توفیق را ** قوت می بشکند ابریق را
  • Sâki de su kesilir, sarhoş da… Nasıl olur deme, doğrusunu Allah daha iyi bilir. 4745
  • آب گردد ساقی و هم مست آب ** چون مگو والله اعلم بالصواب
  • Şaraba vuran ışık, sâkinin ışığıdır… Şarap, bu ışıkla coşar, köpürür, oynar kuvvetlenir!
  • پرتو ساقیست کاندر شیره رفت ** شیره بر جوشید و رقصان گشت و زفت
  • Gayri sen o şaşkına sor: Sen şarabın bu halini ne vakit gördün?
  • اندرین معنی بپرس آن خیره را ** که چنین کی دیده بودی شیره را
  • Düşünceye hacet yok, her bilinene aşikârdır: Coşana elbette bir coşturan var!
  • بی تفکر پیش هر داننده هست ** آنک با شوریده شوراننده هست
  • Uzun bir ayrılığa düşmüş, çok maceralar geçirmiş bir âşığın hikâyesi
  • حکایت عاشقی دراز هجرانی بسیار امتحانی
  • Bir delikanlı, kızın birine delicesine âşık olmuştu. Fakat bir türlü vuslat zamanı gelmiyordu.
  • یک جوانی بر زنی مجنون بدست ** می‌ندادش روزگار وصل دست