English    Türkçe    فارسی   

3
512-536

  • Ey yaban eşekleri, bu yanda tuzaklar var. Bu yandaki tuzaklarda kan içiciler var.
  • ای خران کور این سو دامهاست ** در کمین این سوی خون‌آشامهاست
  • Oklar uçuşup durmakta, yay, gayb âleminde gizli. Gençlere yüzlerce ihtiyarlık okları erişmekte.
  • تیرها پران کمان پنهان ز غیب ** بر جوانی می‌رسد صد تیر شیب
  • Gönül ovasına adım atmak gerek. Çünkü bu ovada ferahlık, genişlik, neşe olamaz.
  • گام در صحرای دل باید نهاد ** زانک در صحرای گل نبود گشاد
  • Dostlar, gönül, eminliktir, huzur yeridir. Orada kaynaklar, gül bahçeleri içinde gül bahçeleri var. 515
  • ایمن آبادست دل ای دوستان ** چشمه‌ها و گلستان در گلستان
  • Yolcu, kalbe yürü, orada seyret, orada gez dolaş. Ağaçlar var orada, akan sular var orada.
  • عج الی القلب و سر یا ساریه ** فیه اشجار و عین جاریه
  • Köye gitme. Köy, adamı ahmak bir hâle sokar… Aklı nursuz, fersiz bir hâle getirir.
  • ده مرو ده مرد را احمق کند ** عقل را بی نور و بی رونق کند
  • Ey seçilmiş temiz adam, Peygamber’in sözünü dinle. Köyde yurt tutmak, aklın mezarıdır.
  • قول پیغامبر شنو ای مجتبی ** گور عقل آمد وطن در روستا
  • Köyde sabah, akşam bir gün kalan kişinin aklı, bir ay yerine gelemez.
  • هر که را در رستا بود روزی و شام ** تا بماهی عقل او نبود تمام
  • Tam bir ay onun ahmaklığı gitmez. Köy otlarından da bundan başka ne biçilebilir ki? 520
  • تا بماهی احمقی با او بود ** از حشیش ده جز اینها چه درود
  • Köyde bir ay kalan kişi, nice zaman bilgisiz ve kör kalır.
  • وانک ماهی باشد اندر روستا ** روزگاری باشدش جهل و عمی
  • Köy nedir? Hakikate ulaşmamış, elini taklit ve huccete atmış şeyh!
  • ده چه باشد شیخ واصل ناشده ** دست در تقلید و حجت در زده
  • Aklı kül şehrine karşı bu duygular, gözleri bağlı değirmen eşeklerine benzer.
  • پیش شهر عقل کلی این حواس ** چون خران چشم‌بسته در خراس
  • Bunu geç de hikâyeye giriş, inciyi bırak. Buğday tanesini ele al.
  • این رها کن صورت افسانه گیر ** هل تو دردانه تو گندم‌دانه گیر
  • İnciye yol yoksa hemencecik buğdayı al. O tarafa yol yoksa bu tarafa at sür. 525
  • گر بدر ره نیست هین بر می‌ستان ** گر بدان ره نیستت این سو بران
  • Zahir, eğri büğrü uçsa bile sen zahirine bak. Zahir, nihayet insanı bâtına götürür.
  • ظاهرش گیر ار چه ظاهر کژ پرد ** عاقبت ظاهر سوی باطن برد
  • Her insanın evveli suretten ibarettir. Ondan sonra can gelir ki can, manevi güzellik, ahlâk güzelliğidir.
  • اول هر آدمی خود صورتست ** بعد از آن جان کو جمال سیرتست
  • Her meyvenin evveli suretten başka nedir ki? Ondan sonra lezzet gelir ki lezzet, meyvenin manasıdır.
  • اول هر میوه جز صورت کیست ** بعد از آن لذت که معنی ویست
  • Önce çadır kurarlar da sonra Türkü konuk çağırırlar.
  • اولا خرگاه سازند و خرند ** ترک را زان پس به مهمان آورند
  • Bil ki suretin çadırıdır, mânan Türk. Mânan bil ki kaptandır, suretin gemi! 530
  • صورتت خرگاه دان معنیت ترک ** معنیت ملاح دان صورت چو فلک
  • Allah için şunu bir nefes olsun bırak da şehirlinin eşeği çanını çalsın!
  • بهر حق این را رها کن یک نفس ** تا خر خواجه بجنباند جرس
  • Şehirliyle akrabasının köye gitmeleri
  • رفتن خواجه و قومش به سوی ده
  • Şehirli ve çoluğu, çocuğu hazırlıklarını tamamladılar, eşyalarını katırlara yükleyip köye doğru yollandılar.
  • خواجه و بچگان جهازی ساختند ** بر ستوران جانب ده تاختند
  • Hayvanlarını neşeli neşeli sürmekte, “Sefer edin de ganimet bulun” demekteydiler.
  • شادمانه سوی صحرا راندند ** سافروا کی تغنموا بر خواندند
  • Ay, sefer ede ede Keyhusrev olur. Tolunay hâline gelir. Sefer etmeksizin nasıl padişah kesilir ki?
  • کز سفرها ماه کیخسرو شود ** بی سفرها ماه کی خسرو شود
  • Beydak, seferle satrancın en üst hanesi olan ferzin hanesine gelir, ferzin olur. Yusuf, seferden faydalanır, yüzlerce muradına erişir. 535
  • از سفر بیدق شود فرزین راد ** وز سفر یابید یوسف صد مراد
  • Onların da gündüzün yüzlerini güneş yakıyor, geceleyin yıldızla yol buluyorlar,
  • روز روی از آفتابی سوختند ** شب ز اختر راه می‌آموختند