English    Türkçe    فارسی   

3
531-555

  • Allah için şunu bir nefes olsun bırak da şehirlinin eşeği çanını çalsın!
  • بهر حق این را رها کن یک نفس ** تا خر خواجه بجنباند جرس
  • Şehirliyle akrabasının köye gitmeleri
  • رفتن خواجه و قومش به سوی ده
  • Şehirli ve çoluğu, çocuğu hazırlıklarını tamamladılar, eşyalarını katırlara yükleyip köye doğru yollandılar.
  • خواجه و بچگان جهازی ساختند ** بر ستوران جانب ده تاختند
  • Hayvanlarını neşeli neşeli sürmekte, “Sefer edin de ganimet bulun” demekteydiler.
  • شادمانه سوی صحرا راندند ** سافروا کی تغنموا بر خواندند
  • Ay, sefer ede ede Keyhusrev olur. Tolunay hâline gelir. Sefer etmeksizin nasıl padişah kesilir ki?
  • کز سفرها ماه کیخسرو شود ** بی سفرها ماه کی خسرو شود
  • Beydak, seferle satrancın en üst hanesi olan ferzin hanesine gelir, ferzin olur. Yusuf, seferden faydalanır, yüzlerce muradına erişir. 535
  • از سفر بیدق شود فرزین راد ** وز سفر یابید یوسف صد مراد
  • Onların da gündüzün yüzlerini güneş yakıyor, geceleyin yıldızla yol buluyorlar,
  • روز روی از آفتابی سوختند ** شب ز اختر راه می‌آموختند
  • Kötü yol, onlara güzelleşiyor, köyün neşesiyle cennet gibi görünüyor, bu suretle gidip duruyorlardı.
  • خوب گشته پیش ایشان راه زشت ** از نشاط ده شده ره چون بهشت
  • Acı, tatlı dudakların tesiriyle tatlılaşır, diken, gül bahçesi dolayısıyla gönül çeker bir hâle gelir.
  • تلخ از شیرین‌لبان خوش می‌شود ** خار از گلزار دلکش می‌شود
  • Ebu Cehil karpuzu, sevgili yüzünden hurma kesilir, ev, evdeki dost yüzünden ova olur.
  • حنظل از معشوق خرما می‌شود ** خانه از همخانه صحرا می‌شود
  • Gül yanaklı, ay yüzlü bir dilberin vuslatı ümidiyle nice nazeninler diken zahmetini çekerler. 540
  • ای بسا از نازنینان خارکش ** بر امید گل‌عذار ماه‌وش
  • Ay yüzlü sevgilisi yüzünden niceler sırtı yaralı hamal olmuştur.
  • ای بسا حمال گشته پشت‌ریش ** از برای دلبر مه‌روی خویش
  • Gece gelsin de ay ( yüzlü sevgilinin) yüzünü öpsün diye demirci, yüzünü simsiyah etmiştir.
  • کرده آهنگر جمال خود سیاه ** تا که شب آید ببوسد روی ماه
  • Esnaf, gönlüne bir serviyi diktiğinden akşama kadar dükkânda çarmıha çakılmış gibi bekler durur.
  • خواجه تا شب بر دکانی چار میخ ** زانک سروی در دلش کردست بیخ
  • Tacir, deniz demez, kara demez yürür durur ama evinde oturan bir sevgilinin aşkıyla koşup yeler.
  • تاجری دریا و خشکی می‌رود ** آن بمهر خانه‌شینی می‌دود
  • Kimin bir ölüye, bir taşa, toprağa sevdası varsa bir diri yüzlünün sevdasıyla sevdalanmıştır. 545
  • هر که را با مرده سودایی بود ** بر امید زنده‌سیمایی بود
  • Dülger, tahtaya yüz tutmuştur ama ay yüzlü güzeline hizmet etmek ümidiyle.
  • آن دروگر روی آورده به چوب ** بر امید خدمت مه‌روی خوب
  • Sen de bir dirinin ümidiyle çalış, çabala ki o, bir gün sonra cansız bir hale geliversin.
  • بر امید زنده‌ای کن اجتهاد ** کو نگردد بعد روزی دو جماد
  • Aşağılık yüzünden bir saman çöpünü kendine munis olarak seçme. Onun munisliği ariyettir.
  • مونسی مگزین خسی را از خسی ** عاریت باشد درو آن مونسی
  • Ananla, babanla munistin, Allah’tan başka munislerin sana vefakârsa hani o ünsiyet?
  • انس تو با مادر و بابا کجاست ** گر بجز حق مونسانت را وفاست
  • Hak’tan gayrı birisiyle dostluk, yerindeyse dadınla, lalanla ünsiyetin ne oldu? 550
  • انس تو با دایه و لالا چه شد ** گر کسی شاید بغیر حق عضد
  • Sütle, memeyle olan ünsiyetin kalmadı. Mektepten nefret ederdin, o nefret de geldi geçti.
  • انس تو با شیر و با پستان نماند ** نفرت تو از دبیرستان نماند
  • O ünsiyet, onların duvarına varan güneş ziyasından ibarettir. O akis güneşe gitti.
  • آن شعاعی بود بر دیوارشان ** جانب خورشید وا رفت آن نشان
  • Yiğidim, o ışık nereye düşerse sen ona âşık oluyorsun.
  • بر هر آن چیزی که افتد آن شعاع ** تو بر آن هم عاشق آیی ای شجاع
  • Her vara taallûk eden aşkın, Allah vasfından, meydana gelir, o şeyin yaldızından, o şeyin zahirî güzelliğinden değil.
  • عشق تو بر هر چه آن موجود بود ** آن ز وصف حق زر اندود بود
  • O şeyin altın yaldızı aslına gitti de bakırı kaldı mı insanın tabiatı doyar, onu boşlayıverir. 555
  • چون زری با اصل رفت و مس بماند ** طبع سیر آمد طلاق او براند