English    Türkçe    فارسی   

3
834-858

  • Allah, “Allah’ın inayetine erişen kullar, yeryüzünde yavaş ve mülâyim bir surette yürürler” dedi.
  • گفت حق که بندگان جفت عون ** بر زمین آهسته می‌رانند و هون
  • Ayağı yalın olan dikenlikte nasıl yürür? Dura, dura. Düşüne, düşüne, ihtiyatla adım ata ata! diyordu. 835
  • پا برهنه چون رود در خارزار ** جز بوقفه و فکرت و پرهیزگار
  • Kaza bunu söylüyordu ama onların kulakları, coşkunlukları yüzünden tıkanmış, sağır olmuştu.
  • این قضا می‌گفت لیکن گوششان ** بسته بود اندر حجاب جوششان
  • Varlıklarından kurtulanlardan başka herkesin gözlerini bağlamışlar, kulaklarını tıkamışlardır.
  • چشمها و گوشها را بسته‌اند ** جز مر آنها را که از خود رسته‌اند
  • Gözleri, Allah inayetinden başka ne açar, kızgınlığı sevgiden başka ne yatıştırır?
  • جز عنایت که گشاید چشم را ** جز محبت که نشاند خشم را
  • Dilerim, Allah ihsanı olmayan muvaffakiyete ulaşmak için çalışıp çabalama, dünyada kimseye mukadder olmasın, Doğruyu Allah daha iyi bilir.
  • جهد بی توفیق خود کس را مباد ** در جهان والله اعلم بالسداد
  • Firavun’un Musa aleyhisselâm’ı rüyada görmesi ve doğmaması için tedbirlere girişmesi
  • قصه‌ی خواب دیدن فرعون آمدن موسی را علیه السلام و تدارک اندیشیدن
  • Firavunun çalışıp çabalaması, Allah ihsanı olan muvaffakiyete ulaşmamıştı. Allah muvaffakiyet vermediği için de diktiği yırtılıp sökülüyordu. 840
  • جهد فرعونی چو بی توفیق بود ** هرچه او می‌دوخت آن تفتیق بود
  • Hükmünde binlerce müneccim, binlerce düş yorucu, binlerce büyücü vardı.
  • از منجم بود در حکمش هزار ** وز معبر نیز و ساحر بی‌شمار
  • Firavuna rüyasında Musa’nın doğacığını, Firavun’u ve saltanatını mahvedeceğini göstermişlerdi.
  • مقدم موسی نمودندش بخواب ** که کند فرعون و ملکش را خراب
  • Düş yorucularla müneccimlere “Bu hayâlin, bu kötü rüyanın delâlet ettiği şeyi nasıl defetmeli?” dedi.
  • با معبر گفت و با اهل نجوم ** چون بود دفع خیال و خواب شوم
  • Hepsi de dediler ki: “Bir tedbirde bulunalım, çocuğun doğmasına mâni olalım”
  • جمله گفتندش که تدبیری کنیم ** راه زادن را چو ره‌زن می‌زنیم
  • Doğum gecesi gelince Firavun kulları şu tedbiri kabul ettiler, şunu münasip gördüler: 845
  • تا رسید آن شب که مولد بود آن ** رای این دیدند آن فرعونیان
  • O gün İsrailoğullarını erkenden meydana, padişahın huzuruna götüreceklerdi.
  • که برون آرند آن روز از پگاه ** سوی میدان بزم و تخت پادشاه
  • “Ey İsrail oğulları, haydin… Sizi padişah filân yerde huzuruna çağırıyor.
  • الصلا ای جمله اسرائیلیان ** شاه می‌خواند شما را زان مکان
  • Sizi örtüsüz, nikapsız yüzünü gösterecek, sevaba ermek üzere size ihsanlarda bulunacak” diye tellâllar bağıracaklardı.
  • تا شما را رو نماید بی نقاب ** بر شما احسان کند بهر ثواب
  • Çünkü o esirler, Firavuna hiç yaklaşmazlardı, onu görmelerine izin yoktu.
  • کان اسیران را بجز دوری نبود ** دیدن فرعون دستوری نبود
  • Hatta yolda ona rastlasalar yüzükoyun yere kapanmaları emredilmişti. 850
  • گر فتادندی به ره در پیش او ** بهر آن یاسه بخفتندی برو
  • Kanun buydu: hiçbir esir, ister vakitli olsun, ister vakitsiz, o padişahın yüzünü göremeyecek.
  • یاسه این بد که نبیند هیچ اسیر ** در گه و بیگه لقای آن امیر
  • Yolda çavuşların seslerini duydu mu, yüzünü görmemek için duvara dönecekti.
  • بانگ چاووشان چو در ره بشنود ** تا ببیند رو به دیواری کند
  • Şayet yüzünü görürse mücrim sayılır, başına gelecek en kötü şeyler gelip çatardı.
  • ور ببیند روی او مجرم بود ** آنچ بتر بر سر او آن رود
  • Onlarda görmeleri men edilen o yüzü görmeyi pek isterlerdi. İnsan men edildiği şeye haristir derler.
  • بودشان حرص لقای ممتنع ** چون حریصست آدمی فیما منع
  • İsrailoğullarını, Musa aleyhisselâm’ın doğumuna mâni olmak üzere meydana çağırmaları
  • به میدان خواندن بنی اسرائیل برای حیله‌ی ولادت موسی علیه السلام
  • (Tellâllar bağırdılar:) “Esirler, meydana doğru koşun. Umulur ki padişahlar padişahı, size yüzünü gösterecek. İhsanlarda bulunacak!” 855
  • ای اسیران سوی میدانگه روید ** کز شهانشه دیدن و جودست امید
  • İsrailoğulları bu müjdeyi duyunca padişahın didarına susuz ve müştak olduklarından,
  • چون شنیدند مژده اسرائیلیان ** تشنگان بودند و بس مشتاق آن
  • Hileye inandılar. Süslenip püslenip o tarafa doğru koştular.
  • حیله را خوردند و آن سو تاختند ** خویشتن را بهر جلوه ساختند
  • Hikâye
  • حکایت
  • Hani şunun gibi: Burada da hilekâr Moğollar, “Mısırlılardan birini arıyoruz.
  • همچنان کاینجا مغول حیله‌دان ** گفت می‌جویم کسی از مصریان