English    Türkçe    فارسی   

3
947-971

  • Düşman doğmasına, felâket artmasın diye güya ihtiyata riayet ederek başlarını kestiler.
  • سر بریدندش که اینست احتیاط ** تا نروید خصم و نفزاید خباط
  • Musa’nın vücuda gelmesi, memurların İmran’ın evine gelmeleri, Musa’nın anasına, Musa’yı ateşe at diye vahiy edilmesi
  • بوجود آمدن موسی و آمدن عوانان به خانه‌ی عمران و وحی آمدن به مادر موسی کی موسی را در آتش انداز
  • Musa’yı doğurmuş olan İmran’ın karısına gelince elini, eteğini çekmiş, o kargaşalıktan, o toz dumandan kurtulmuştu.
  • خود زن عمران که موسی برده بود ** دامن اندر چید از آن آشوب و دود
  • Fakat o alçak Firavun, evlere de hafiye olarak ebeler gönderdi.
  • آن زنان قابله در خانه‌ها ** بهر جاسوسی فرستاد آن دغا
  • “Burada bir çocuk var. Anası, ürktüğü, şüphelendiği için meydana gelmedi. 950
  • غمز کردندش که اینجا کودکیست ** نامد او میدان که در وهم و شکیست
  • Bu sokakta güzel bir kadın var, bir de çocuk doğurmuş… Fakat pek akıllı, pek tedbirli bir kadın” diye kovaladılar.
  • اندرین کوچه یکی زیبا زنیست ** کودکی دارد ولیکن پرفنیست
  • Bunun üzerine memurlar eve gelince Musa’nın anası, Allah emriyle Musa’yı tandıra attı.
  • پس عوانان آمدند او طفل را ** در تنور انداخت از امر خدا
  • Bilen Allah’tan kadına “Bu çocuğun aslı Halil’dendir.
  • وحی آمد سوی زن زان با خبر ** که ز اصل آن خلیلست این پسر
  • Ey ateş, soğu, yakma emrinin koruması yüzünden ateş yakmaz, bir zarar vermez” diye vahiy gelmişti.
  • عصمت یا نار کونی باردا ** لا تکون النار حرا شاردا
  • Kadın, vahiy üzerine Musa’yı ateşe attı. Fakat ateş Musa’yı yakmadı. 955
  • زن بوحی انداخت او را در شرر ** بر تن موسی نکرد آتش اثر
  • Memurlar, bunu görünce meyus olup muratlarına erişmediler, çekilip gittiler. Fakat kovucular, yine bu işi anlayıp,
  • پس عوانان بی مراد آن سو شدند ** باز غمازان کز آن واقف بدند
  • Firavundan birkaç para koparmak için memurlara macerayı anlattılar.
  • با عوانان ماجرا بر داشتند ** پیش فرعون از برای دانگ چند
  • O tarafa dönün, pencereden iyice bir bakın dediler.
  • کای عوانان باز گردید آن طرف ** نیک نیکو بنگرید اندر غرف
  • Musa’yı suya at diye anasına vahiy gelmesi
  • وحی آمدن به مادر موسی کی موسی را در آب افکن
  • Musa’nın anasına yine “Çocuğunu suya at, saçını, başını yolma, ümitlen,
  • باز وحی آمد که در آبش فکن ** روی در اومید دار و مو مکن
  • İtimat et, onu Nil’e at… Ben, onu yüzü ak olarak sana kavuştururum” diye vahiy geldi. 960
  • در فکن در نیلش و کن اعتماد ** من ترا با وی رسانم رو سپید
  • Bu sözün sonu gelmez ki. Firavunun bütün hileleri, yakasına, paçasına dolaşmaktaydı.
  • این سخن پایان ندارد مکرهاش ** جمله می‌پیچید هم در ساق و پاش
  • O, dışarıda yüz binlerce çocuk öldürüyordu; Musa ise evinin içinde başköşede yetişmekteydi.
  • صد هزاران طفل می‌کشت او برون ** موسی اندر صدر خانه در درون
  • O uzağı gören kör Firavun, hilelere sapıp deliliğinden nerede yeni doğmuş bir çocuk varsa öldürtmekteydi.
  • از جنون می‌کشت هر جا بد جنین ** از حیل آن کورچشم دوربین
  • İnatçı Firavunun hilesi ejderha idi, bütün âlem padişahlarının hilelerini yutmuştu.
  • اژدها بد مکر فرعون عنود ** مکر شاهان جهان را خورده بود
  • Fakat ondan daha Firavun birisi zuhur etti. Onu da yuttu, hilesini de! 965
  • لیک ازو فرعون‌تر آمد پدید ** هم ورا هم مکر او را در کشید
  • O bir ejderha idi, asâ da bir ejderha oldu. Bu, onu Allah tevfikiyle sömürüp yutuverdi!
  • اژدها بود و عصا شد اژدها ** این بخورد آن را به توفیق خدا
  • El üstünde el var… Nereye kadar bu. Ta son erişilecek menzile, ta Allah’a kadar!
  • دست شد بالای دست این تا کجا ** تا بیزدان که الیه المنتهی
  • Çünkü o, öyle bir denizdir ki ne dibi var, ne kıyısı! Bütün denizler, ona karşı sele benzer.
  • کان یکی دریاست بی غور و کران ** جمله دریاها چو سیلی پیش آن
  • Hileler, tedbirler ejderha ise Tek Allah önünde hepsi de hiçtir!
  • حیله‌ها و چاره‌ها گر اژدهاست ** پیش الا الله آنها جمله لاست
  • Sözün, buraya gelince yere baş koyup mahvoldu… Doğru yolu Allah daha iyi bilir! 970
  • چون رسید اینجا بیانم سر نهاد ** محو شد والله اعلم بالرشاد
  • Firavunda olan yok mu? Sende de var. Fakat senin ejderha kuyuya hapsedilmiş!
  • آنچ در فرعون بود اندر تو هست ** لیک اژدرهات محبوس چهست