English    Türkçe    فارسی   

4
347-371

  • Âdem’in has çocuklarına mahsustur bu... Onlar, “Rabbimiz, biz nefsimize zulmettik” derler.
  • آنک فرزندان خاص آدم‌اند ** نفحه‌ی انا ظلمنا می‌دمند
  • Sen de hacetini arz et, lânetlenmiş yüzsüz iblis gibi delil getirmeye kalkışma!
  • حاجت خود عرضه کن حجت مگو ** هم‌چو ابلیس لعین سخت‌رو
  • Yok, eğer yüzsüzlük, İblis’in ayıbını örttüyse sen de inada giriş, yüzsüzlükte bulun, bu yolda çalış, didin!
  • سخت‌رویی گر ورا شد عیب‌پوش ** در ستیز و سخت‌رویی رو بکوش
  • Ebucehil, Peygamber’den, kindar Oğuz Türk’ü gibi bir mucize istedi. 350
  • آن ابوجهل از پیمبر معجزی ** خواست هم‌چون کینه‌ور ترکی غزی
  • Fakat Allah Sıddık’ı mucize istemedi, bu yüzün sahibi zaten doğrudan başka bir şey söyleyemez ki dedi.
  • لیک آن صدیق حق معجز نخواست ** گفت این رو خود نگوید جز که راست
  • Sen nerede, senin gibi birisinin benliğe düşerek benim gibi bir sevgiliyi sınaması nerede?
  • کی رسد هم‌چون توی را کز منی ** امتحان هم‌چو من یاری کنی
  • Bir Yahudi’nin, Allah yüzünü ulu etsin Ali’ye “Eğer Allah’ın korumasına güveniyorsan kendini bu yapının üstünden at” demesi, Müminler emîri’nin ona cevabı
  • گفتن آن جهود علی را کرم الله وجهه کی اگر اعتماد داری بر حافظی حق از سر این کوشک خود را در انداز و جواب گفتن امیرالمومنین او را
  • Allah’ı ululamayı bilmeyen bir inatçı, bir gün Murtaza’ya dedi ki:
  • مرتضی را گفت روزی یک عنود ** کو ز تعظیم خدا آگه نبود
  • “Peki yüksek bir yapının damındasın... Ey aklı başında olan, Allah’ın koruyacağını biliyorsun değil mi?”
  • بر سر بامی و قصری بس بلند ** حفظ حق را واقفی ای هوشمند
  • Murtaza, evet dedi... O koruyucudur, ganidir... Bizim varlığımızı, bizi ta çocukluğumuzdan adamlığımıza kadar hep o korur, o görüp gözetir! 355
  • گفت آری او حفیظست و غنی ** هستی ما را ز طفلی و منی
  • Yahudi, peki dedi... Mademki öyledir, kendini bu damdan aşağıya at... Allah’ın koruyuculuğuna tamamı ile güven!
  • گفت خود را اندر افکن هین ز بام ** اعتمادی کن بحفظ حق تمام
  • Kendini aşağıya at da ben de adamakıllı inandığını anlayayım, güzelim inanışını, deliliyle göreyim!
  • تا یقین گرددمرا ایقان تو ** و اعتقاد خوب با برهان تو
  • Müminler emiri ona dedi ki: sus, defol git de bu cüret yüzünden canın belaya sataşmasın!
  • پس امیرش گفت خامش کن برو ** تا نگردد جانت زین جرات گرو
  • Kulun, iptilalara düşerek Allah’ı sınaması hiç yaraşır mı?
  • کی رسد مر بنده را که با خدا ** آزمایش پیش آرد ز ابتلا
  • A nadan, a budala, kulun ne haddi vardır ki edepsizliğe kalkışıp Allah’ı sınamaya girişsin? 360
  • بنده را کی زهره باشد کز فضول ** امتحان حق کند ای گیج گول
  • Sınama Allah’a yaraşır... O, kullarını her an sınar durur.
  • آن خدا را می‌رسد کو امتحان ** پیش آرد هر دمی با بندگان
  • Bu sınamayla da içimizde gizlediğimiz inanışlarımızı bize apaçık gösterir.
  • تا به ما ما را نماید آشکار ** که چه داریم از عقیده در سرار
  • Âdem, bu suçla, bu hata ile Hakk’ı sınadım dedi mi hiç?
  • هیچ آدم گفت حق را که ترا ** امتحان کردم درین جرم و خطا
  • “Padişahım, senin hilmin nereye kadardır? Onu görmek istedim” gibi bir söz söyledi mi hiç? Ah, bu mecal kimde var, kimde?
  • تا ببینم غایت حلمت شها ** اه کرا باشد مجال این کرا
  • Senin aklın şaşmış, pek sersemlemişsin... özrün günahından beter! 365
  • عقل تو از بس که آمد خیره‌سر ** هست عذرت از گناه تو بتر
  • Gök kubbeyi yücelteni sınamak ha! Sen, bunu ne bilirsin ki?
  • آنک او افراشت سقف آسمان ** تو چه دانی کردن او را امتحان
  • A hayrı, şerri bilmeyen, sen kendini sına, başkasını değil!
  • ای ندانسته تو شر و خیر را ** امتحان خود را کن آنگه غیر را
  • Kendini sınadın mı başkalarını sınamadanvazgeçersin.
  • امتحان خود چو کردی ای فلان ** فارغ آیی ز امتحان دیگران
  • Şeker parçası olduğunu bildin mi, şeker yapılan ve satılan yere layık olduğunu da bilirsin.
  • چون بدانستی که شکردانه‌ای ** پس بدانی کاهل شکرخانه‌ای
  • Sınamaksızın şunu bil ki Allah, yersiz, zamansız şeker göndermez sana. 370
  • پس بدان بی‌امتحانی که اله ** شکری نفرستدت ناجایگاه
  • Sınamaksızın şunu bil ki eğer başsan Allah, seni ayakkabı konan yere göndermez!
  • این بدان بی‌امتحان از علم شاه ** چون سری نفرستدت در پایگاه