English    Türkçe    فارسی   

4
582-606

  • Hadiselerin çoğu da hep geceleyin olur... Hâlbuki geceleyin taptığın Allah ortada yoktur.
  • حادثات اغلب به شب واقع شود ** وان زمان معبود تو غایب بود
  • Allah’a gönül doğruluğu ile eğilirsen yıldızlardan kurtulur, Allah’a mahrem olursun!
  • سوی حق گر راستانه خم شوی ** وا رهی از اختران محرم شوی
  • Mahrem oldun mu sana ağız açar, sırları söylerim... Bu suretle gece yarısı bir güneş görürsün sen!
  • چون شوی محرم گشایم با تو لب ** تا ببینی آفتابی نیم‌شب
  • Onun, temiz ruhtan başka doğuşu... Yok doğmasında da geceyle gündüz farkı olamaz. 585
  • جز روان پاک او را شرق نه ** در طلوعش روز و شب را فرق نه
  • Gündüz, onun doğduğu zamana derler... Geceleyin doğdu, parladı mı ortada gece kalmaz.
  • روز آن باشد که او شارق شود ** شب نماند شب چو او بارق شود
  • Bu görünen güneş, o güneşin önünde adeta güneşe karşı zerre nasıl görünürse öyle görünür!
  • چون نماید ذره پیش آفتاب ** هم‌چنانست آفتاب اندر لباب
  • Âlemi aydınlatan, parlatan bu güneşin gözü, o güneşi görünce kamaşır şaşırır kalır!
  • آفتابی را که رخشان می‌شود ** دیده پیشش کند و حیران می‌شود
  • Arşın nuruna... Arşın o sonsuz ve hadsiz ışığına karşı bu güneşi bir zerre gibi görürsün!
  • هم‌چو ذره بینیش در نور عرش ** پیش نور بی حد موفور عرش
  • Göze Allah’tan bir kuvvet gelince zahiri güneşi hor ve yoksul görür, bayağı bulursun! 590
  • خوار و مسکین بینی او را بی‌قرار ** دیده را قوت شده از کردگار
  • Allah, öyle bir kimyagerdir ki onun bir tesiriyle duman, yıldız haline gelmiştir...
  • کیمیایی که ازو یک ماثری ** بر دخان افتاد گشت آن اختری
  • Öyle bir görülmedik iksiri vardır ki karanlığı güneş haline getirmiştim.
  • نادر اکسیری که از وی نیم تاب ** بر ظلامی زد به گردش آفتاب
  • Bir acayip sanatkârdır ki bir sanatıyla zühale bu kadar hassa vermiştir...
  • بوالعجب میناگری کز یک عمل ** بست چندین خاصیت را بر زحل
  • Artık sen öbür can yıldızlarıyla can incilerini de var, buna kıyas et!
  • باقی اخترها و گوهرهای جان ** هم برین مقیاس ای طالب بدان
  • Duygu gözü, güneşe zebundur; ilahi bir göz ara, ilahi bir göz bul da, 595
  • دیده‌ی حسی زبون آفتاب ** دیده‌ی ربانیی جو و بیاب
  • Onun bakışına karşı şimşekler saçan güneşin nurları zebun olsun!
  • تا زبون گردد به پیش آن نظر ** شعشعات آفتاب با شرر
  • O bakış nura mensuptur, bu bakış, nâra... Ateş, nura karşı adamakıllı kara görünür!
  • که آن نظر نوری و این ناری بود ** نار پیش نور بس تاری بود
  • Allah sırrını kutlasın, Şeyh Abdullah-ı Mağribi’nin kerametleri
  • کرامات و نور شیخ عبدالله مغربی قدس الله سره
  • Şeyh Abdullah-ı Mağribi dedi ki: “Altmış yıldır ben gece nedir, görmedim.
  • گفت عبدالله شیخ مغربی ** شصت سال از شب ندیدم من شبی
  • Bu altmış yıl içinde ne gündüz, ne de gece... Hiçbir sebeple bir karanlığa düşmedim.”
  • من ندیدم ظلمتی در شصت سال ** نه به روز و نه به شب نه ز اعتلال
  • Sofiler de şeyhin sözünün doğruluğunu söylemişler, demişlerdi ki: “Geceleri ardında giderdik.” 600
  • صوفیان گفتند صدق قال او ** شب همی‌رفتیم در دنبال او
  • Dikenlerle, çukurlarla dolu olan çöllerde yürürdük... O, dolunay gibi önümüzde giderdi.
  • در بیابانهای پر از خار و گو ** او چو ماه بدر ما را پیش‌رو
  • Yüzünü geriye çevirmeden gece vakti, “Dikkat edin, önünüzde çukur var, sola doğru yürüyün” derdi.
  • روی پس ناکرده می‌گفتی به شب ** هین گو آمد میل کن در سوی چپ
  • Bir an sonra da “Sağa gidin, ayağımızın altında diken var” diye seslenirdi.
  • باز گفتی بعد یک دم سوی راست ** میل کن زیرا که خاری پیش پاست
  • Gündüz olur, biz ayağını öperdik... Görürdük ki ayakları gelin ayağı gibi!
  • روز گشتی پاش را ما پای‌بوس ** گشته و پایش چو پاهای عروس
  • Ne topraktan eser var, ne çamurdan... Ne diken yırtmış, ne taş yaralamış! 605
  • نه ز خاک و نه ز گل بر وی اثر ** نه از خراش خار و آسیب حجر
  • Allah, Mağribî’yi maşrıkî etmişti... Batıyı ona doğu gibi nurlar saçan bir hale getirmişti!
  • مغربی را مشرقی کرده خدای ** کرده مغرب را چو مشرق نورزای