English    Türkçe    فارسی   

5
1020-1044

  • Ambarı boş olan ekinci, yokluk ümidi ile neşelenmez mi? 1020
  • مرد کارنده که انبارش تهیست  ** شاد و خوش نه بر امید نیستیست 
  • O yokluktan tohum bitecek, mahsul verecek diye sevinmez mi? Bu işi anladıysan düşün bak.
  • که بروید آن ز سوی نیستی  ** فهم کن گر واقف معنیستی 
  • Sen de an be an yokluktan anlayış, zevk, huzur ve ihsan bulmayı beklemektesin.
  • دم به دم از نیستی تو منتظر  ** که بیابی فهم و ذوق آرام و بر 
  • Bu sırrı açığa vurmaya izin yok. Yoksa (değersiz bir şehir olan) Ebhaz’ı bir Bağdat haline getirirdim.
  • نیست دستوری گشاد این راز را  ** ورنه بغدادی کنم ابخاز را 
  • Şu halde yokluk Tanrı sanatının hazinesidir. Ondan anbean ihsanlar gelip durmaktadır.
  • پس خزانه‌ی صنع حق باشد عدم  ** که بر آرد زو عطاها دم به دم 
  • Tanrı eşsiz, örneksiz şeyler yaratıp durmaktadır. Eşsiz örneksiz şeyler yaratan da o zattır ki bir aslı, bir dayanağı olmadığı halde fer-i yaratır, izhar eder. 1025
  • مبدع آمد حق و مبدع آن بود  ** که برآرد فرع بی‌اصل و سند 
  • Yok gibi görünen ve hakikatta var olan alemle yok olduğu halde var görünen alem
  • مثال عالم هست نیست‌نما و عالم نیست هست‌نما 
  • Tanrı yoku var ve debdebeli gösterdi, varı da yokluk şeklinde izhar etti.
  • نیست را بنمود هست و محتشم  ** هست را بنمود بر شکل عدم 
  • Denizi örttü de köpüğü meydana çıkardı, rüzgarı örttü de sana tozu gösterdi.
  • بحر را پوشید و کف کرد آشکار  ** باد را پوشید و بنمودت غبار 
  • Toprak, bir minare gibi havada döne,döne yücelir. Toprak, kendiliğinden nasıl olur da yücelere çıkar?
  • چون مناره‌ی خاک پیچان در هوا  ** خاک از خود چون برآید بر علا 
  • A illetli, toprağı yücelerde görüyorsun, fakat rüzgarı görmüyorsun, onu delil ile anlıyorsun.
  • خاک را بینی به بالا ای علیل  ** باد را نی جز به تعریف دلیل 
  • Köpüğü her tarafa gider görmektesin. Fakat denizsiz köpük var olamaz ki. 1030
  • کف همی‌بینی روانه هر طرف  ** کف بی‌دریا ندارد منصرف 
  • Köpüğü duygunla görür, denizi de delil ile anlarsın. Düşünce gizlidir de dedikodu meydanda.
  • کف به حس بینی و دریا از دلیل  ** فکر پنهان آشکارا قال و قیل 
  • Bizse yok demeyi var olduğunu ispat sanmışız. Yoku gören bir gözümüz varmış meğer.
  • نفی را اثبات می‌پنداشتیم  ** دیده‌ی معدوم‌بینی داشتیم 
  • Uykulu göz, hayalden ve yoktan başka ne görebilir ki?
  • دیده‌ای که اندر نعاسی شد پدید  ** کی تواند جز خیال و نیست دید 
  • Hasılı, azgınlıkla başımız dönmüş, şaşırıp kalmışız. Hakikat gizli olduğundan hayal meydana çıkmış.
  • لاجرم سرگشته گشتیم از ضلال  ** چون حقیقت شد نهان پیدا خیال 
  • Bu yoku nasıl da gözümüzün önüne dikti? O hakikat, gözden nasıl oldu da gizlendi? 1035
  • این عدم را چون نشاند اندر نظر  ** چون نهان کرد آن حقیقت از بصر 
  • Aferin ey büyüler yapan üstat! Senden çekinenlere tortulu suyu saf gösterdin!
  • آفرین ای اوستاد سحرباف  ** که نمودی معرضان را درد صاف 
  • Büyücüler pazardakilerin gözleri önünde ay ışığını ölçüp biçerler de para alırlar, kar ederler.
  • ساحران مهتاب پیمایند زود  ** پیش بازرگان و زر گیرند سود 
  • Bu ölçüp biçmeyle para kazanırlar. Halbuki alıcının elinden para da çıkar, kumaşı da kaybeder.
  • سیم بربایند زین گون پیچ پیچ  ** سیم از کف رفته و کرباس هیچ 
  • Bu alemde büyücüdür. Biz, onda ticaret ediyoruz, ondan ölçülüp biçilen ay ışığını alıyoruz.
  • این جهان جادوست ما آن تاجریم  ** که ازو مهتاب پیموده خریم 
  • O, büyücü gibi acele,acele beş yüz arşın ay ışığı ölçer. 1040
  • گز کند کرباس پانصد گز شتاب  ** ساحرانه او ز نور ماهتاب 
  • Fakat ey tutsak, ömrünün parasını aldın mıydı paradan da olursun, eline kumaş da geçmez, kesen de bomboş kalır.
  • چون ستد او سیم عمرت ای رهی  ** سیم شد کرباس نی کیسه تهی 
  • Sana “kul eüzü” yü okumak, ey tek Tanrı, lütfet, beni bu üfürüklerden koru, feryat bu düğümlerden!
  • قل اعوذت خواند باید کای احد  ** هین ز نفاثات افغان وز عقد 
  • O büyücü karılar düğümlere üfürürler. Onların şerrinden sana sığınırım ey imdada yetişen Tanrı, medet demek gerekir.
  • می‌دمند اندر گره آن ساحرات  ** الغیاث المستغاث از برد و مات 
  • Fakat azizim, bunu işinin, gücünün diliyle de okumalısın. Söz dili gevşektir.
  • لیک بر خوان از زبان فعل نیز  ** که زبان قول سستست ای عزیز