English    Türkçe    فارسی   

5
222-246

  • Yeryüzündekilerin hıyanetliklerinden bunaldı mı yine arşa, temizlik bağışlayana gider.
  • چون شود تیره ز غدر اهل فرش  ** باز گردد سوی پاکی بخش عرش 
  • Yine o taraftan eteğini çeke çeke gelir, o okyanusun temizliklerinden yeryüzündekilere ders vermeye koşar.
  • باز آرد زان طرف دامن کشان  ** از طهارات محیط او درسشان 
  • Halkla karışmadan yoruldu mu o sefer “ey Bilal, sesinle bize bir huzur ver, bir istirahat ver.”
  • ز اختلاط خلق یاید اعتدال ** آن اسفر جوید که ارحنا یا بلال
  • Ey güzel sesli Bilal ezan okunan yere çık, göç davulunu çal der. 225
  • ای بلال خوش نوای خوش صهیل ** میذنه بر رو بزن طبل رحیل
  • Can sefere gitti beden kıyamda. Bu yüzden namaz bitince selam verilir işte.
  • جان سفر رفت و بددن اندر قیام ** وقت رجعت زین سبب گوید سلام
  • Herkesi teyemmüm kurtarır, kıble arayanları aramaktan vaz geçirir, kıbleyi gösterir.
  • از تیمم وا رهاند جمله را ** وز تحری طالبان قبله را
  • Bu misal getirme söz arasında bir vasıtadır. Herkesin anlaması için vasıta şarttır.
  • این مثل چون واسطه‌ست اندر کلام  ** واسطه شرطست بهر فهم عام 
  • Bir delile bağlanmadan kurtulmuş olan semenderden başka kim, vasıtasız ateşe girebilir?
  • اندر آتش کی رود بی‌واسطه  ** جز سمندر کو رهید از رابطه 
  • Tabiatını ateşle hoş bir hale getirmen için vasıtan hamamdır. 230
  • واسطه‌ی حمام باید مر ترا  ** تا ز آتش خوش کنی تو طبع را 
  • Halil gibi ateşe giremeyeceğinden hamam sana elçi oldu, su da delil.
  • چون نتانی شد در آتش چون خلیل  ** گشت حمامت رسول آبت دلیل 
  • Doymak Allahdandır ama tabiat ehli, ekmeksiz nasıl olur da doyar?
  • سیری از حقست لیک اهل طبع  ** کی رسد بی‌واسطه‌ی نان در شبع 
  • Lütuf Allahdandır ama ten ehli, çayırlık çimenlik perdesi olmaksızın o lütfu bulamaz.
  • لطف از حقست لیکن اهل تن  ** درنیابد لطف بی‌پرده‌ی چمن 
  • Fakat perdesiz bir halde ten vasıtası kalmayınca insan, Musa gibi ayın nurunu yeninden yakasından görür, bulur.
  • چون نماند واسطه‌ی تن بی‌حجاب  ** هم‌چو موسی نور مه یابد ز جیب 
  • Bu hünerler de, suyun gönlünün Allah lütfu ile dopdolu olduğuna tanıktır. 235
  • این هنرها آب را هم شاهدست  ** که اندرونش پر ز لطف ایزدست 
  • Dışarıdan görünen iş ve sözün içe ve içteki nura tanıklığı
  • گواهی فعل و قول بیرونی بر ضمیر و نور اندرونی 
  • İş ve söz, için tanıklarıdır. Bu ikisine bak da için nasıl anla.
  • فعل و قول آمد گواهان ضمیر  ** زین دو بر باطن تو استدلال گیر 
  • Sırrın, onun içine giremiyorsa hastanın sidiğine bak.
  • چون ندارد سیر سرت در درون  ** بنگر اندر بول رنجور از برون 
  • İşle söz, hastaların sidiğine benzer, beden doktoruna bu bir delildir.
  • فعل و قول آن بول رنجوران بود  ** که طبیب جسم را برهان بود 
  • Halbuki ruh doktoru, canına girer de can yolundan imanına kadar varır.
  • وآن طبیب روح در جانش رود  ** وز ره جان اندر ایمانش رود 
  • Onların güzel söze, güzel işe ihtiyaçları yoktur. Sakının onlardan, onlar kalplerin casusudurlar. 240
  • حاجتش ناید به فعل و قول خوب  ** احذروهم هم جواسیس القلوب 
  • Bu söz ve iş tanıklarını, dere gibi henüz ulaşmamışlarda ara!
  • این گواه فعل و قول از وی بجو  ** کو به دریا نیست واصل هم‌چو جو 
  • Nurlu adamın nuru, o bir iş yapmadan bir söz söylemeden de içinden o nura tanıklık verir. “Arifin sırrı, sözüyle ve işiyle meydana çıkmaktan ziyade hiçbir söz söylemeden ve hiçbir iş yapmadan halka görünür meydana çıkar. Nitekim güneş doğup yükselince horoz sesine, müezzinin haber vermesine ve diğer alametlere hacet yoktur, bir iş ve söz olmasa da güneşin nur güneşe tanıklık verir.”
  • در بیان آنک نور خود از اندرون شخص منور بی‌آنک فعلی و قولی بیان کند گواهی دهد بر نور وی در بیان آنک آن‌نور خود را از اندرون سر عارف ظاهر کند بر خلقان بی‌فعل عارف و بی‌قول عارف افزون از آنک به قول و فعل او ظاهر شود چنانک آفتاب بلند شود بانگ خروس و اعلام مذن و علامات دیگر حاجت نیاید 
  • Fakat haddi aşan yolcunun nuru ile çöller, ovalar dolmuştur.
  • لیک نور سالکی کز حد گذشت  ** نور او پر شد بیابانها و دشت 
  • Güzelliğe görülmeye ehemmiyet bile vermez, tekellüflere, canla, başla oynamaya, cömertliklerde bulunmaya aldırış bile etmez.
  • شاهدی‌اش فارغ آمد از شهود  ** وز تکلفها و جانبازی و جود 
  • O incinin nuru dışa vurdu mu artık, o, bu zahitliklerden kurtulmuştur.
  • نور آن گوهر چو بیرون تافتست  ** زین تسلسها فراغت یافتست 
  • Artık ondan iş ve söz tanığı arama, iki cihan da gül gibi onun yüzünden açılmıştır. 245
  • پس مجو از وی گواه فعل و گفت  ** که ازو هر دو جهان چون گل شکفت 
  • İster söz olsun, ister iş ister başka şey... Bu tanıklık nedir? Gizliyi meydana çıkartmak değil mi?
  • این گواهی چیست اظهار نهان  ** خواه قول و خواه فعل و غیر آن