English    Türkçe    فارسی   

5
2417-2441

  • Gönlü cevap verdi. Biliyorum ki canıma da rızık veren Tanrıdır, tenime de. Bunu da mahsustan yapıyorum.
  • گفت دل دانم و قاصد می‌کنم  ** رازق الله است بر جان و تنم 
  • Bundan fazla sınama, deneme olur mu? Rızık, sabredenlere ne güzel yetişiyor bak.
  • امتحان زین بیشتر خود چون بود  ** رزق سوی صابران خوش می‌رود 
  • Tilkinin eşeğe cevap vermesi ve onu kazanca teşvik etmesi
  • جواب دادن روبه خر را و تحریض کردن او خر را بر کسب 
  • Tilki dedi ki: Bu hikâyeleri bırak da az bile olsa elini kazanca at!
  • گفت روبه این حکایت را بهل  ** دستها بر کسب زن جهد المقل 
  • Tanrı sana el vermiştir, bir iş yap. Kazan da bir dosta da yardımda bulun. 2420
  • دست دادستت خدا کاری بکن  ** مکسبی کن یاری یاری بکن 
  • Herkes, bir kazanca yürümüş, başka dostlarına da, yardım ediyor.
  • هر کسی در مکسبی پا می‌نهد  ** یاری یاران دیگر می‌کند 
  • Bütün kazancı bir kişi elde edemez. Bir kişi, hem dülger, hem saka, hem terzi olamaz ya.
  • زانک جمله کسب ناید از یکی  ** هم دروگر هم سقا هم حایکی 
  • Âlemin kararı böyledir. Herkes, yoksulluğundan bir işe sarılmıştır.
  • این بهنبازیست عالم بر قرار  ** هر کسی کاری گزیند ز افتقار 
  • Ortada bedava yemek şart değildir. Sünnet olan yol, iş işlemek ve bir şey kazanmaktır.
  • طبل‌خواری در میانه شرط نیست  ** راه سنت کار و مکسب کردنیست 
  • Eşeğin, tilkiye Tanrı'ya dayanmak kazançların en iyisidir. Çünkü herkes ona muhtaçtır. Herkes, yarabbi, bana bu işi rasgetir diye dua eder. Duada Tanrı'ya dayanma vardır. Tanrı'ya dayanmak, öyle bir kazançtır ki bu kazancı elde edenin, başka hiç bir kazanca ihtiyacı yoktur ve saire diye cevap vermesi
  • جواب گفتن خر روباه را کی توکل بهترین کسبهاست کی هر کسبی محتاجست به توکل کی ای خدا این کار مرا راست آر و دعا متضمن توکلست و توکل کسبی است کی به هیچ کسبی دیگر محتاج نیست الی آخره 
  • Eşek dedi ki: Ben Tanrı'ya dayanmadan daha iyi bir kâr bilmiyorum. İki âlemde de en iyi kazanç budur. 2425
  • گفت من به از توکل بر ربی  ** می‌ندانم در دو عالم مکسبی 
  • Ona şükretme kazancının eşini göremiyorum. Tanrıya şükür, rızkı artırır.
  • کسب شکرش را نمی‌دانم ندید  ** تا کشد رزق خدا رزق و مزید 
  • Aralarındaki bahis uzadı. Nihayet sualden de kaldılar, cevaptan da.
  • بحثشان بسیار شد اندر خطاب  ** مانده گشتند از سال و از جواب 
  • Tilki, bundan sonra ona "Nefislerinizi, ellerinizle tehlikeye atmayın" emrini söyledi.
  • بعد از آن گفتش بدان در مملکه  ** نهی لا تلقوا بایدی تهلکه 
  • Kuru ve kayalık bir sahrada sabretmek ahmaklıktır. Tanrı'nın âlemi geniş.
  • صبر در صحرای خشک و سنگ‌لاخ  ** احمقی باشد جهان حق فراخ 
  • Buradan çayırlığa göç. Orada ırmak kenarında yeşil otlar otla. 2430
  • نقل کن زینجا به سوی مرغزار  ** می‌چر آنجا سبزه گرد جویبار 
  • Cennet gibi yemyeşil bir çayırlık. Orada yeşillikler bitmiş, ta bele kadar büyümüş.
  • مرغزاری سبز مانند جنان  ** سبزه رسته اندر آنجا تا میان 
  • Ne mutlu o hayvana ki oraya varır. Deve bile o yeşillikte kaybolur.
  • خرم آن حیوان که او آنجا شود  ** اشتر اندر سبزه ناپیدا شود 
  • Orada her yanda bir kaynak akmada. Orada hayvanlar, amana kavuşmuş, hepsi rahattaydı.
  • هر طرف در وی یکی چشمه‌ی روان  ** اندرو حیوان مرفه در امان 
  • Eşek, eşekliğinden "A melun, sen oradasın da neden böyle zayıfsın?
  • از خری او را نمی‌گفت ای لعین  ** تو از آن‌جایی چرا زاری چنین 
  • Nerde neşen, semizliğin, nerde nurun, ferin? Neden bu sıkıntılara düşmüş bedenin böyle zayıf? 2435
  • کو نشاط و فربهی و فر تو  ** چیست این لاغر تن مضطر تو 
  • Bu aç gözlülük, bu görmemezlik, senin yoksuzluğundandır, beylerbeyi olduğundan değil.
  • شرح روضه گر دروغ و زور نیست  ** پس چرا چشمت ازو مخمور نیست 
  • Madem kaynaktan geldin, neden kurusun?
  • این گدا چشمی و این نادیدگی  ** از گدایی تست نه از بگلربگی 
  • Madem misk ceylânısın, nerde sende misk kokusu?
  • چون ز چشمه آمدی چونی تو خشک  ** ور تو ناف آهویی کو بوی مشک 
  • Söylediğin, anlattığın şeylerden neden sende bir nişane yok ey yüce kişi?" diyemedi.
  • زانک می‌گویی و شرحش می‌کنی  ** چون نشانی در تو نامد ای سنی 
  • Bir devleti haber verende o devletin eserini ve nurunu göremezsen onun mukallit olduğuna hükmetmen lâzımdır. Bu hususta bir deve hikâyesini örnek getiriyoruz.
  • مثل آوردن اشتر در بیان آنک در مخبر دولتی فر و اثر آن چون نبینی جای متهم داشتن باشد کی او مقلدست در آن 
  • Birisi, deveye "Ey izi kutlu, nerden geliyorsun?" dedi. 2440
  • آن یکی پرسید اشتر را که هی  ** از کجا می‌آیی ای اقبال پی 
  • Deve dedi ki: Senin civarında bulunan sıcacık hamamdan. Adam, evet dedi, zaten dizinden belli!
  • گفت از حمام گرم کوی تو  ** گفت خود پیداست در زانوی تو