English    Türkçe    فارسی   

5
514-538

  • İlerisi gidiş, rahmetin sıfatıdır, iyi göz de rahmettendir. Halbuki kötü göz, kahır ve lanetten meydana gelmedir.
  • سبق رحمت‌راست و او از رحمتست  ** چشم بد محصول قهر و لعنتست 
  • Allah’nın rahmeti gazabından üstündür. Bunun içindir ki her peygamber, kendi zıddına üst olmuş onu mat etmiştir. 515
  • رحمتش بر نقمتش غالب شود  ** چیره زین شد هر نبی بر ضد خود 
  • Çünkü, peygamber rahmetin neticesidir. Zıddı ise kötü yüzlüdür, kahır neticesidir.
  • کو نتیجه‌ی رحمتست و ضد او  ** از نتیجه‌ی قهر بود آن زشت‌رو 
  • Kazın hırsı birdir. Bunun hırsıysa tam elli kat fazladır. Şehvet hırsı yılandır, mevki hırsı ejderha.
  • حرص بط یکتاست این پنجاه تاست  ** حرص شهوت مار و منصب اژدهاست 
  • Kaz hırsı, boğaz ve cima şehvetinden meydana gelir. Fakat baş olma hırsında bu şehvetlerin tam yirmi tanesi toplanmıştır.
  • حرص بط از شهوت حلقست و فرج  ** در ریاست بیست چندانست درج 
  • Mevki sahibi, mevkii yüzünden Allahlıktan dem vurur. Allah ile ortak olmayı tamah eder, nasıl af edilebilir?
  • از الوهیت زند در جاه لاف  ** طامع شرکت کجا باشد معاف 
  • Adem’in işlediği küçücük kusur karın ve cima yüzünden oldu. Fakat iblisin suçu ululuktan ve mevki yüzündendi. 520
  • زلت آدم ز اشکم بود و باه  ** وآن ابلیس از تکبر بود و جاه 
  • Hasılı Adem çabucak tövbe etti, halbuki o melun, tövbe etmeye tenezzül etmedi.
  • لاجرم او زود استغفار کرد  ** وآن لعین از توبه استکبار کرد 
  • Boğaz ve cima hırsı da kötüdür. Fakat mevki hırsı olmadıkça yine de sınıklıdır.
  • حرص حلق و فرج هم خود بدرگیست  ** لیک منصب نیست آن اشکستگیست 
  • Bu mevki hırsının kökünü dalını söylemeye kalkışırsam bir başka cilt lazımdır.
  • بیخ و شاخ این ریاست را اگر  ** باز گویم دفتری باید دگر 
  • Arap serkeş ata Şeytan dedi, yazıda yayılan ata değil.
  • اسپ سرکش را عرب شیطانش خواند  ** نی ستوری را که در مرعی بماند 
  • Şeytanlık lügatta baş çekmedir. Bu sıfat lanete layıktır. 525
  • شیطنت گردن کشی بد در لغت  ** مستحق لعنت آمد این صفت 
  • Bir sofranın çevresine yüz tane adam oturur, yer. Fakat baş olmak isteyen iki adam dünyaya sığamaz.
  • صد خورنده گنجد اندر گرد خوان  ** دو ریاست‌جو نگنجد در جهان 
  • O, dünya yüzünde bunun bulunmasını istemez. Hatta padişah padişahlığıma ortak olur diye babasını bile öldürür.
  • آن نخواهد کین بود بر پشت خاک  ** تا ملک بکشد پدر را ز اشتراک 
  • Duymuşsundur ya saltanat kısırdır derler. Padişahlık davasında olan, korkusundan akrabalığı filan hep keser, hepsinden vazgeçer.
  • آن شنیدستی که الملک عقیم  ** قطع خویشی کرد ملکت‌جو ز بیم 
  • Çünkü, saltanat kısırdır, onun oğlu yoktur. Ateş gibi kimseyle dostluğu olamaz.
  • که عقیمست و ورا فرزند نیست  ** هم‌چو آتش با کسش پیوند نیست 
  • Kimi bulursa yakar, yırtar. Kimseyi bulamazsa kendi kendisini yer. 530
  • هر چه یابد او بسوزد بر درد  ** چون نیابد هیچ خود را می‌خورد 
  • Hiç ol da onun dişinden kurtul. O katı yürekliden merhameti az um!
  • هیچ شو وا ره تو از دندان او  ** رحم کم جو از دل سندان او 
  • Hiç oldun mu o katı yürekliden korkma. Her sabah mutlak yokluktan ders al.
  • چونک گشتی هیچ از سندان مترس  ** هر صباح از فقر مطلق گیر درس 
  • Ululuk, ululuk ıssı Allah’nın elbisesidir. Kim onu giymeye kalkışırsa vebale girer.
  • هست الوهیت ردای ذوالجلال  ** هر که در پوشد برو گردد وبال 
  • Taç onundur, kemer bizim. Vay haddini aşana!
  • تاج از آن اوست آن ما کمر  ** وای او کز حد خود دارد گذر 
  • Bu tavusluk kanadı, sana bir sınamadır. Buna kapıldın mı Allah’ya ortak olmaya, onun gibi noksan sıfatlardan arı olduğunu davaya kalkışırsın. 535
  • فتنه‌ی تست این پر طاووسیت  ** که اشتراکت باید و قدوسیت 
  • Hakimin birinin, gagasıyla güzelim kanatlarını yolup atan ve bedenini kel ve çirkin bir hale koyan tavus kuşunu görüp hayretle “Kendine acımıyor musun?” demesi, tavus kuşunun “Acıyorum ama bence can, kanattan daha değerlidir. Bu kanatsa benim can düşmanımdır” diye cevap vermesi
  • قصه‌ی آن حکیم کی دید طاوسی را کی پر زیبای خود را می‌کند به منقار و می‌انداخت و تن خود را کل و زشت می‌کرد از تعجب پرسید کی دریغت نمی‌آید گفت می‌آید اما پیش من جان از پر عزیزتر است و این پر عدوی جان منست 
  • Bir tavus kuşu, ovada kanatlarını yolmaktaydı. Hakimin biri gezmeye çıkmıştı.
  • پر خود می‌کند طاوسی به دشت  ** یک حکیمی رفته بود آنجا بگشت 
  • Onu görüp dedi ki: Ey tavus böyle güzelim kanatları nasıl oluyor da kökünden yolup atıyorsun? Hiç acımıyor musun?
  • گفت طاوسا چنین پر سنی  ** بی‌دریغ از بیخ چون برمی‌کنی 
  • Bu süsü koparıp balçığa atmana gönlün nasıl razı oluyor?
  • خود دلت چون می‌دهد تا این حلل  ** بر کنی اندازیش اندر وحل